04-04-2024
İsmet Berkan

Deprem: Biz konuşur kavga ederiz, başkaları yapar!

Deprem: Biz konuşur kavga ederiz, başkaları yapar!

Daha yeni yapıp bitirdiğimiz yerel seçimin ana konularından biri depremdi. Özellikle İstanbul’da yarışan iki aday kampanyalarının önemli bölümünü İstanbul’u depreme dayanıklı yapmaya ayırmıştı. Bol bol konuşuldu, seçmenin tercihinde deprem konusunda söylenenlerin ne kadar rol oynadığını bilmeye elbette imkan yok.

Aslında biz bu deprem konusunu 1999 yılından beri, yani çeyrek yüzyıldır konuşuyoruz. Evet konuşuyoruz ama ne yaptığımız meçhul. İstanbul başta olmak üzere hala milyonlarca konutun dönüştürülmesinden söz ettiğimize, son yaşadığımız 6 Şubat büyük depreminde hala büyük bir arama-kurtarma faciası yaşadığımıza göre pek de bir şey yapmamışız.

Tayvan’da dün sabah çok büyük bir deprem oldu, 7,4 büyüklüğünde. Onu izleyen saatlerde de 100’den fazla artçı sarsıntı yaşandı. En büyüğü 6,5 büyüklüğündeydi ve sarsıntıların hepsi 5’ten büyüktü.

Tayvan 23,5 milyon nüfuslu bir ada. Oldukça sıkışık, bina yoğun bir hayat var Tayvan’ın şehirlerinde. Böyle büyük bir depremde dokuz kişi can verdi. Bunlardan üçü dağda doğa yürüyüşündeydi, kayaların altında kaldılar. İkisi aynı dağda kamyonlarıyla yoldaydı, onlar da kayanın altında kaldı. Evinde veya işyerinde ölen oldu mu, bu konuda henüz haber yok.

Tayvan’dan öyle yassı kadayıf gibi çökmüş, tamamen ortadan kaybolmuş bir tek bina fotoğrafı gelmedi. Gelen hasar görüntülerinde bazı binaların yan yattığı görülüyor, o kadar.

Tayvan’a büyük geçmiş olsun demek lazım elbette ama, insan oradaki hasarın ve can kaybının küçüklüğüne, bizde ise büyüklüğüne bakmadan edemiyor.

6 Şubat 2023’te yaşadığımız ve ‘yüzyılın felaketi’ diye adlandırdığımız deprem büyük ölçüde kırsal alanda yer alan 11 şehrimizi vurdu. Bu 11 şehrin toplam yüzölçümü Tayvan adasından birkaç kat büyük. Nüfusu ise Tayvan’ınkinin yarısından biraz fazla: 14 milyon.

Bu depremde biz en az 53 bin can kaybettik. Bu canların üçte biri depremden sonra yaşadığımız arama-kurtarma faciasında öldü; onları canlı çıkarabilirdik, ama çıkaramadık; çünkü ne yeterli arama-kurtarma ekibimiz vardı ne de ekipmanımız. Yeterli ekip ve ekipman olamazdı da zaten; çünkü depremde 18 bin 200 bina yıkıldı. Pek çoğu apartmandı, yani çok sayıda bağımsız birim barındırıyorlardı içlerinde. Toplam üç milyona yakın insan evsiz kaldı. Bütün deprem bölgesinde 717 binden fazla bina için ‘hasarlı’ raporu verildi, 90 bini aşkını ‘acil yıkılması gereken ağır hasarlı’ bina statüsünde.

6 Şubat depremine geri döneceğim, ama önce biraz daha geriye gidip 1999 Marmara depremine bakalım.

14 Ağustos 1999’da yaşadığımız Yalova ve Körfez merkezli o büyük deprem Türkiye için milat yerine geçti. 30 binden fazla insanın hayatını kaybettiği depremden sonra Türkiye’de modern anlamda ilk kez ‘deprem bilinci’ oluşmaya başladı.

Marmara depremi her bakımdan korkutucuydu; binalarımız çürüktü, depremden sonraki arama kurtarma için hazırlığımız yoktu, acil durumlarda kaos yaratıyorduk, yani facia yönetimimiz de yoktu.

Tabii Marmara depremi hemen akla İstanbul’u getirdi. İstanbul’da da deprem bekleniyordu ve acaba bu dev şehir depreme ne kadar hazırdı? Bu tartışmayı işte 25 yıldır yapıyoruz ve biliyoruz ki hala hazır değil İstanbul.

Aynı yıl yani 1999’da Tayvan’da da deprem oldu. 7,6 büyüklüğündeki bu depremde iki bin 500 kişi hayatını kaybetti, 100 binden fazla ev yok oldu.

Bu deprem de Tayvan için milat oldu. Nasıl bizim için 30 bin can kaybı kabul edilemez bir rakamsa Tayvan için de 2 bin 500 can kaybı kabul edilemezdi. Hele 100 bin evin yok olması iyice kabul edilemezdi.

Biz 1999 depreminden sonra inşaat standartlarımızı yükselttik, yeni binaları bu standarda göre yapmaya başladık, ama eski binalar hala en büyük sorunumuz. Oysa Tayvan eski yeni bütün binalarını gözden geçirmeye başladı. Ayrıca neredeyse her mahalle için arama-kurtarma timleri oluşturdu, bunların ekipmanını sağladı, afet koordinasyonu için özel birimler kurdu.

Tayvan’ın ikinci sınavı 2016’da yaşandı. 6,4 şiddetindeki depremde 114 kişi öldü. Ölümlerin önemli bölümü 17 katlı bir apartmanın çökmesi nedeniyleydi. Bütün ülkede bütün binalar yeniden gözden geçirildi, depreme dayanıksız olduğu düşünülen binalar ya güçlendirildi ya da yeniden yapıldı.

Dün Amerikan CNN televizyonunda yapılan bir hesaba göre Tayvan 1999’dan bu yana depreme hazırlanmak için, yani binaları yenilemeden arama kurtarma ekipleri kurmaya kadar her şey için 70 milyar dolardan biraz fazla yatırım yaptı. Bu yatırımın karşılığı dün alındı: Koca deprem dokuz can kaybıyla atlatıldı ama Tayvan hükümeti yine de sorumlu arıyor bu can kayıplarına.

Biz 1999 depreminde oluşan hasarı gidermek, yıkılan evleri ve diğer binaları yeniden yapmak için 17 milyar dolar harcadık. Geçen yılki 6 Şubat depremi için de 110 milyar dolara ihtiyacımız var. İstanbul’da, Anadolu’nun deprem beklenen başka bölgelerinde depreme dayanıklılık kazanmak için kaç paralık dönüşüm yapmamız gerektiğine ilişkin ise ortada gayet afaki hesaplar var.

Ama şunu biliyoruz: İstanbul’u depreme hazırlamanın maliyeti depremden sonra oluşacak hasarı giderme maliyetinden çok daha düşük aslında. Benzer bir durum 6 Şubat depremi için de geçerliydi. Biz o 11 ilin tamamını yeniden inşa etsek 100 milyar dolar tutmazdı ama şimdi depremden sonra 100 milyar dolar harcayacağız.

Tayvan’dan alınacak bir numaralı ders bu aslında: Depreme hazırlanmanın maliyeti depremin yaratacağı maliyetten daha düşük.

Sadece para diye düşünmeyin. Neden bizim 53 binden fazla vatandaşımız öldü? Neden onca acı yaşandı? Bakın, devasa depremler minimum can kaybıyla da atlatılabiliyor.

Ama biz konuşuyoruz, başkaları yapıyor. Fark bu.

Van’daki hukuk ayıbını hemen temizleyen YSK’ya tebrik

Van’daki hukuk ayıbını hemen temizleyen YSK’ya tebrik

Van’da seçimi kazanan DEM Partili Abdullah Zeydan’ın ‘seçilme yeterliğini kaybettiği’ gerekçesiyle belediye başkanı yapılmaması ayıbını dün Ankara’daki Yüksek Seçim Kurulu oy çokluğuyla sona erdirdi, gereksiz bir siyasi gerilim bir süre için de olsa sona erdi. Ama bitmedi.

Abdullah Zeydan şimdi Diyarbakır 5. Ağır Ceza’nın kendisi hakkında verdiği bu karara itiraz edecek. Normal şartlarda ve hukukun hukuk gibi işlemesi halinde itirazının olumlu sonuçlanması gerekir.

Ama itirazı olumlu sonuçlansa bile Zeydan için sorun bitmeyecek; çünkü yargılandığı bir dava daha var. O davada aldığı cezanın kesinleşmesi halinde Zeydan yeniden seçilme yeterliğini kaybetme, yani belediye başkanlığından olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Ancak bu bir teselli midir bilinmez, bu ikinci davada mahkumiyeti ve belediye başkanlığının düşmesi halinde Zeydan’ın yerine kimin başkan olacağını Van Belediye Meclisi belirleyecek, yani başkan büyük olasılıkla yine bir DEM Partili olacak.

Van’da yaşanan ayıbın sadece bir gün sürmesi ve sonunda doğrusunun yapılması yine de önemli. İktidarın DEM partiden seçilen isimlerin yerine kayyım atama uygulamasını otomatik yapmayacağına, hatta bu uygulamadan tamamen vazgeçebileceğine dair bir işaret bu.

Elbette belediye başkanı seçilmek insana suç işleme özgürlüğü vermez, ama suçun işlendiğinin mahkeme tarafından tespit edilmesi gerekir. İçişleri Bakanlığı’nın daha suçu sabit görülmemiş insanları alelacele görevden alıp yerine de devlet memuru ataması korkunç antidemokratik bir uygulama.

Erdoğan’ın özeleştirisinin nüansları çok önemli

Erdoğan’ın özeleştirisinin nüansları çok önemli

Bunca yıldır siyaseti yakından izleyen bir gazeteciyim; Ak Parti hakkında şunu söylememe izin verin: Bu parti istemezse oradan kelime haber ve bilgi sızmaz.

Partinin en önemli organı MKYK düzenli olarak Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanır ve bu toplantılarda hükümetin bakanlarına çok ağır eleştiriler yöneltilir, ama biz gazeteciler o eleştirilerden çoğu zaman haberdar bile olmayız. Çünkü Ak Parti’de dudaklar çok sıkıdır.

Ama son MKYK toplantısında Cumhurbaşkanı ve Genel Başkan Tayyip Erdoğan’ın seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerini neredeyse kelime kelime öğrendik. Nasıl oldu bu?

Hayır, gazeteciler birilerinin peşine düştü de MKYK üyelerinden bu konuşmayı kelime kelime almadı. Erdoğan’ın konuşması neredeyse bir yazılı metin olarak gazetelere, web sitelerine yollandı. Sonra bu ilk metinde sakınca görülmüş olmalı, sansürlenmiş ikinci bir metin de yollandı. Murat Yetkin’in yazısı bu konuda aydınlatıcı.

Peki Erdoğan’ın seçime ilişkin özeleştirisinin vurucu tarafı ne? Burada çok nüanslı konuşuyor Cumhurbaşkanı. ‘Seçim yenilgisi tek sebebe indirgenemez’ diyor; pek çok sebep sayıyor. Yani bazı Ak Parti analistlerinin sığındığı ‘küskün seçmen’ argümanına tek başına sarılmıyor; onun yanında başka sebepler de sayıyor kendince.

‘Ak Parti sadece oy kaybetmedi, ruhunu da kaybetti’ cümlesiyle ‘Ben dahil hiç kimse layüsel (hesap veremez) değil’ cümlesi benim dikkatimi çekenler.

Erdoğan bu sorunları çözebilir mi çözemez mi, o ayrı bir tartışma. Bence çözemez ama burada daha önemli olan seçim sonuçlarıyla bu gerçekçilikte yüzleşmek.