26-04-2024
İsmet Berkan

Erdoğan, eğer Mayısta Washington’a gitmiyorsa, Temmuzda gider mi?

Erdoğan, eğer Mayısta Washington’a gitmiyorsa, Temmuzda gider mi?

Ortada tam bir muamma var. Amerika Başkanı Joe Biden Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Washington’a resmen davet etti mi etmedi mi? Biz düne kadar etti biliyorduk, dün Beyaz Saray ‘Böyle bir planlanmış ziyaret olmadığını’ açıkladı.

Peki ne oluyor?

Benim görebildiğim kadarıyla bu konuda ilk haberi HaberTürk yayınlamış. 26 Mart’ta Esra Nehir imzasıyla haber saat 14.13’te yayına alınmış. Haberde çok sayıda önemli ayrıntı var, bunlardan biri de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 22 nisanda Bağdat’a gideceği.

Haberin önemi şu: Joe Biden 2020 yılında ABD’de başkan seçildi, 2021 Ocak ayında da göreve başladı. Aradan geçen üç yılda Tayyip Erdoğan bir kez bile Beyaz Saray’a davet edilmedi. Tayyip Erdoğan, Biden’dan önceki iki başkan Barack Obama ve Donald Trump’la çok sık görüşüyordu. Ama Biden’la çok ender görüştü. Son yüz yüze görüşmeleri geçen yıl temmuzda Vilnius’taki NATO zirvesindeydi.

Erdoğan’ın geçmişte Obama veya Trump’la telefonla konuştuğunu biz görüşme gerçekleştikten sonra öğrenirdik; oysa Biden’la telefon konuşması yapılacağı bile önceden ilan edilip beklenti oluştu.

O yüzden Esra Nehir’in HaberTürk’teki haberi önemliydi; Biden başkanlığı döneminde ilk kez Tayyip Erdoğan’ı resmi bir ziyaret için davet ediyordu, Beyaz Saray’da ağırlayacaktı. Haberde görüşme için tarih bile verilmişti: 9 Mayıs.

HaberTürk’ten 15 dakika kadar sonra NTV haber televizyonu da benzer bir haberi yayına aldı. O haber de Biden’ın Erdoğan’ı davet ettiğini, iki liderin 9 Mayısta buluşacağını söylüyordu.

Aynı gün, yani 26 Mart günü saat 16.54’te haberi Cumhuriyet gazetesi de yayınladı. NTV’nin haberiyle neredeyse bire birdi haber.

Türkiye’de yerel seçimin yapılmasına beş gün kalmıştı ve haber önemliydi. Bu tür gezilerin nasıl yapıldığını bilenler açısından şaşırtıcı bir durum vardı: Ziyaretin tarihi de belliydi; öyleyse bu konu birkaç haftadır ABD ile Türkiye arasında konuşuluyor olmalıydı. İki lider için de uygun günü bulmak o kadar da kolay değildi çünkü.

Türk medyasının bu haberleri 29 Martta Reuters haber ajansı tarafından da doğrulanarak yayınlandı. Reuters’ın Ankara ve Washington çıkışlı üç imzalı haberinde ‘Biden, Erdoğan’ı ağırlayacak’ deniyordu.

Derken aradan haftalar geçti, 20 Nisan cumartesi günü OdaTV’de tam tersi yönde bir haber çıktı. Erdoğan Washington’a gidip Biden’la görüşmekten vazgeçmişti. Sebebi Amerikan Senatosu’nun İsrail’e 26 milyar dolar yardım yapma kararıydı.

Ama bu haberi Hürriyet gazetesinin iktidar çevrelerinden iyi haber alan yazarı Abdülkadir Selvi 24 Nisanda yalanladı. Selvi köşesinde ‘Gezi iptal değil’ diye yazdı. Abdülkadir Selvi’nin bugünkü yazısında da geziye ilişkin hazırlıkların devam ettiği anlatılıyor.

Ama dün itibariyle yeni bir durum daha var. Bu konuda Beyaz Saray da konuştu. Başkanın ulusal güvenlik danışmanının sözcüsü John Kirby bir soru üzerine “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretine ilişkin programlanmış bir şey yok. O nedenle bu konuda bir yorumum yok” dedi.

Nasıl yani? 26 Marttan beri çıkan haberler yalan mıydı? Ankara kendi kendine mi gelin güvey olmuştu? Reuters’e konuşan Beyaz Saray ve Amerikan Dışişleri kaynakları yalan mı söylemişti?

Baştan alalım:

Bu gezi Amerikan Başkanı’nın daveti üzerine yapılacaktı ve ‘resmi’ bir nitelik taşıyacaktı.

Şimdi daveti yaptığı söylenen taraf ‘Bizim böyle bir davetimiz yok’ cümlesini kamuoyu önünde yüksek sesle söyleyince ortaya sahiden tuhaf bir durum çıkıyor.

Daha da tuhafı var: Geçmişte Ankara’da diplomasi muhabirliği, Washington’da Hürriyet’in temsilciliğini yapmış olan gazeteci Cansu Çamlıbel bugün T24’te çıkan yazısında Ankara’da bir diplomatik kaynakla konuştuğunu, gezinin yapılacağını teyit ettiğini söylüyor. Öyle kolay yan basacak gazetecilerden olmayan Cansu Çamlıbel bu yazıyı John Kirby’nin açıklamasına rağmen kaleme almış, yazıda zaten Kirby için ‘Yalan söyledi’ deniyor.

Eğer Amerikan tarafı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı önce davet edip sonra davetten vazgeçtiyse bu vahim bir durum. Çünkü bu davetin kendisi zaten büyük güçlüklerle gelmişti, son olarak İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması bu kapıyı açmıştı. Şimdi iddiaya göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas lideri İsmail Haniye ile görüşmesi davetin iptaline neden oldu.

Ama tabii davet sahiden iptal oldu mu, onu da bilmiyoruz. En azından Ankara bilmiyor.

Aslında Tayyip Erdoğan’ın ilk planı temmuz ayında yine Washington’da yapılacak olan NATO zirvesine katılmak ve zirve sırasında ABD Başkanı Joe Biden’le ikili görüşme yapmaktı.

Dediğim gibi mayıstaki görüşmenin iptal olup olmadığını (Beyaz Saray açıklamasına rağmen) bilmiyoruz. Eğer bu randevu iptal olduysa Cumhurbaşkanı Erdoğan 9-11 Temmuzda yine de NATO zirvesine gider mi?

İnsan Orhan Veli’nin şiirini hatırlamadan edemiyor: ‘Canan ki gündüzleri gelmez/Gece yarısından sonra hiç gelmez.’ (Aynı şiirin bir başka versiyonu da şu: ‘Canan ki Degüstasyon’a gelmez/Balık pazarına hiç gelmez.’)

Anormal ülkenin siyaseten bölünmüş Yargıtay’ı

Anormal ülkenin siyaseten bölünmüş Yargıtay’ı

Son bir aydır Türkiye’nin en önemli yüksek yargı organlarından biri olan Yargıtay’da inanılması zor bir çekişme yaşanıyor. Yargıtay bir aydır kendine başkan seçmeye çalışıyor, dün itibariyle tam 26 tur seçim yapıldı ve hala bir aday salt çoğunluğun oyunu almayı başaramadı, nafile seçim turları devam ediyor.

Bu olaya sıradan bir olay gözüyle bakamayız. Yargıtay’da son derece sert bir bölünme var. Bölünmenin tarafları öyle kişiler değil veya belirli bir hukuk anlayışı etrafında bölünmüyorlar. Bu bölünme siyasi.

Yani açık açık yazalım: Yargıtay’ın içinde birden fazla siyasi parti var. Bu partilerden ikisi düne kadar bir nevi koalisyon yürütürken bugün aralarında derin bir anlaşmazlık başlamış durumda ve o yüzden de seçim kilitlendi.

Söylediğim şeyin ne kadar vahim bir durum olduğunu anlatmama gerek var mı bilmiyorum. Hepimizin her türlü adli davası sonunda Yargıtay’a gidiyor ve bizim bu yüksek yargı kurumundan beklentimiz hukukun evrensel ilkelerine uygun kararlar vermesi. Ama Yargıtay hukukla değil siyasetle, siyasi görüş ve çıkar ayrılıklarıyla bölünmüş durumda.

Korkunç bir durumun içinde yaşıyoruz ve bu durumun öyle kolay bir çözümü de yok maalesef.

Mevduat faizleri artmadan çıkış yok

Mevduat faizleri artmadan çıkış yok

Merkez Bankası dün politika faizini yüzde 50 olarak sabit bıraktı. Zaten Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan bunu ABD’de yatırımcılara söylemiş, ‘Faiz artışlarında sona geldik’ demişti.

Ancak Merkez Bankası bankaların zorunlu karşılıklarının miktarı ve bunlara uygulanan faizlerle ilgili bir dizi teknik düzenlemeyi dün duyurdu ve böylece mevduat faizlerinin artmasının yolunu açtı.

Piyasadan gelen son bilgiler bazı bankaların mevduata yüzde 58’e kadar faiz verdiği yönündeydi. Bugünden başlayarak faiz biraz daha artabilir; çünkü Merkez Bankası dün bankaların elindeki likiditeyi biraz daha sıktı.

Türkiye’de dolarizasyon, yani vatandaşın kendini güvende hissetmek için elinde dolar tutması uzun yıllara dayalı bir alışkanlık. Bu alışkanlık 2021 sonunda ortaya KKM adı verilen bir mevduat türünün çıkmasıyla doruğa yükseldi. Şimdi ekonomi yönetimi kademe kademe bu feci üründen, yani KKM’den kurtulmak istiyor. Ondan kurtulmanın yolu ise TL faizlerinin dolara göre daha çekici olması. Yoksa vatandaş kendini enflasyona karşı korumak için dolarda durmaya devam eder.

Mevduat faizlerinin çok yükselmesi bu arada kredi faizlerinin de çok yükselmesine neden oluyor doğal olarak. Şu anda Türkiye’de ciddi bir kredi daralması yaşanıyor; bu da şirketler kesimini çok zorluyor.

Ancak enflasyondan kurtulmak için mutlaka bedeller ödenecek. Mevduata ödenen faiz artmadan, Hazine’nin borçlanma faizi yükselmeden buradan çıkış gözükmüyor maalesef.