11-05-2024
İsmet Berkan

Cevdet Akçay 2001 krizinden sonra Kemal Derviş geldiğinde yatırımcılara ne tavsiye etmişti?

Cevdet Akçay 2001 krizinden sonra Kemal Derviş geldiğinde yatırımcılara ne tavsiye etmişti?

Erdal Sağlam’ın bu hafta başından beri yazılarını takip ediyorsunuz; Türk ekonomisinde bir kez daha yaşanmakta olan son derece çarpıcı bir olguyu gün be gün okurlarına aktarıyor Erdal. Bugünkü yazısı örneğin çok çarpıcı.

Nedir anlattığı Erdal Sağlam’ın? Türkiye’ye inanılması güç miktarda sıcak para girişi var ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası buna karşı ciddi bir mücadele veriyor.

Diyebilirsiniz ki ‘Bunca zamandır Türkiye’ye dolar girsin isteniyordu, işte girmeye başladı, sorun ne?’

Sorun şu: O kadar çok dolar geliyor ki Türkiye’ye, ciddi bir TL talebi ortaya çıkıyor. Onlara karşı TL verdiğinizde enflasyonla mücadele zora giriyor; çünkü Merkez Bankası parayı sıkmaya, TL’nin fiyatını arttırmaya çalışıyor.

Hiç kuşkusuz TL’nin fiyatını ölçmenin en etkili yolu onun yabancı para karşılığına bakmak. TL’nin değerlenmesi demek doların değerinin düşmesi demek. Ama Merkez Bankası doların değeri çok düşsün istemiyor.

Nisan ayına bakın: Doların değeri yüzde bir arttı; buna karşılık enflasyon, yani TL’nin satın alma gücü yüzde 4’e yakın azaldı. Bu durumda aslında doların değeri artmadı, aksine düştü.

Benzer bir durumu Mayıs ayında da yaşayacağız. Doların fiyatında nominal olarak da azalma var şu ana kadar; enflasyon ise bildiğimiz kadarıyla durmuş değil. Bu ayın sonu geldiğinde bir kez daha TL’nin reel olarak değerlendiğini göreceğiz.

Merkez Bankası’nın enflasyonun düşüşüne ilişkin hazırladığı ekonometrik modelin bütün ayrıntılarını bilmiyoruz ama model gerek dolar fiyatı ve gerekse TL faizleri için bazı varsayım veya hedeflerle oluşturulmuş olsa gerek.

Bu modelin oluşumunda yıllarca üniversitede ekonometri dersi vermiş olan, sadece birinci sınıf bir iktisatçı değil birinci sınıf bir matematikçi de olan Dr. Cevdet Akçay’ın katkıları olduğuna kuşku yok.

Cevdet Akçay 2001 krizi yaşandığında üniversitede ders vermenin yanı sıra bir büyük özel bankanın çok özel büyük yatırımcıları için yatırım danışmanlığı da yapıyordu, onlarla öngörülerini paylaşıyordu.

Doların fiyatının uçuşa geçtiği kriz günlerinde Kemal Derviş’in gelip programını açıklamasının ardından Cevdet Akçay o yatırımcılara dolarlarını bozmalarını ve Hazine bonosuna TL cinsinden yatırım yapmalarını önerdi. O sırada panik halinde herkes dolar alıyordu, ama Cevdet Akçay tam tersini söylüyordu: ‘TL’ye yatırım yapın.’

O dönem onu dinleyenler TL’ye yatırım yaparak dolar cinsinden gerçekten çok yüksek getiriler elde etti.

Bugün de, bire bir aynı olmasa da benzer bir durumla karşı karşıyayız; 2001 krizi sonrasında da Türkiye’ye ciddi miktarda sıcak para girişi olmuştu. Ancak bu kez Cevdet Akçay masanın öteki tarafında oturuyor; dolarını bozup TL’ye yatırım yapacak insanların elde edeceği getiriyi sınırlamak isteyen tarafta yani.

Bugün piyasada ‘gösterge’ kabul edilen iki yıllık devlet tahvilinin faizi yüzde 43,15. Bu kağıdın faizi bundan 10 gün önce yüzde 45’in üstündeydi. Faizin düşmesi bu kağıda talep geldiğini gösteriyor.

Soru şu: Cevdet Akçay Merkez Bankası Başkan Yardımcısı değil de hala yatırım danışmanı olsaydı yatırımcılarına bu seviyeden TL faize girmelerini mi önerirdi, biraz daha beklemelerini mi?

Yerli veya yabancı olması fark etmiyor, yatırımcı açısından son derece zor bir karar: Bugün Erdal Sağlam’ın yazısından öğreniyoruz, seçimden bu yana geçen 40 günde Merkez Bankası rezervlerindeki düzelme 40 milyar doları bulmuş durumda. Bu hız devam edecekse TL faizlerde de zirve seviyelerinden aşağıya dönülmüş olma olasılığı, yani faizlerin düşme olasılığı daha yüksek olabilir.

Ama öte yandan Merkez Bankası enflasyonu düşürmek istiyorsa, ki istediğini varsaymalıyız, faizlerin daha uzun süre yüksek kalmasını, hatta biraz daha yükselmesini arzu edecektir. Kaldı ki yüksek bütçe açığı yüzünden Hazine’nin borçlanma ihtiyacı da bir hayli yüksek ve bunun da TL piyasasını sıkıştırması, yani faizleri yukarı itmesi beklenen bir şey.

2001 krizi sırasında Kemal Derviş’le birlikte Merkez Bankası Başkanlığına Süreyya Serdengeçti atanmıştı. Krizin göbeğinde banka ve hükümet dolara hücumu dizginlemek için serbest kur sistemine geçmişti. Serdengeçti Merkez Bankası’nın piyasaya güven vermesi gerektiğini biliyordu, o yüzden serbest kur rejimini sonuna kadar uyguladı, doların seviyesine hiç müdahale etmedi. Edeceği zaman da bunu ilan ederek ve şeffaf biçimde yaptı.

Türkiye 2018’de Berat Albayrak’ın Hazine Bakanı olduğu dönemde resmen değil ama fiilen bu sistemden çıktı, Merkez Bankası şeffaf olmayan yöntemlerle döviz kurunun seviyesini belirlemeye kalkıştı. Hatırlayın, bu uğurda banka yüz milyarlarca dolar sattı yıllar içinde ve o yüzden rezervleri eksi 70 milyar dolara kadar geriledi.

Bugün Merkez Bankası hala kurun seviyesini belirlemeye çalışıyor. Düne kadar kur çok yükselmesin diye uğraşıyor, bu uğurda kendisine ait olmayan dolarları satıyordu, şimdi tam tersine kur çok düşmesin diye uğraşıyor, piyasaya müdahale ediyor, bu kez satmıyor, alıyor doları.

Merkez Bankası hala şeffaf değil aslında, o yüzden piyasa oyuncuları bankanın gelecekteki davranışlarını tahmine çalışarak yatırım tercihi yapıyor. Tabii her zaman tahminlerde yanılma olasılığı da var.

Cevdet Akçay 2001’de yatırımcılara tavsiye verirken Merkez Bankası’nın şeffaf olacağı ve kurun seviyesine müdahale etmeyeceği varsayımıyla hareket ediyordu, o sayede tahminleri başarılı oldu. 

Oysa bugün Merkez Bankası elindeki kağıtları özenle gizleyen bir poker oyuncusu gibi hala. Bu belki biraz kaçınılmaz bir şey; başkan Fatih Karahan’ın da, bankanın başkan yardımcılarının da idealindeki Merkez Bankası böyle davranmaz, bunu biliyoruz, ama kaçınılmaz biçimde böyle hareket ediyorlar.

O yüzden önümüzdeki kritik dönemde Merkez Bankası’nın davranışlarını yakından izlemek çok önemli olacak.

Yargıtay’daki ‘Cumhur İttifakı’ yeniden kuruldu, olan Osman Kavala’ya olacak

Yargıtay’daki ‘Cumhur İttifakı’ yeniden kuruldu, olan Osman Kavala’ya olacak

Türkiye’nin Yargıtay’ı 25 Marttan beri kendine başkan seçemiyor. Yargıtay Başkanlığı önemli ama sembolik bir makam. Bu makam için üç aday vardı düne kadar yarışan.

Bu üç adayın varlığı ve aldıkları oyların belli bir istikrar göstermesi Yargıtay içinde üç ayrı siyasi partinin varlığının en önemli deliliydi. Dün adaylardan birinin çekilmesi delilleri daha da kuvvetlendirdi sadece.

Yargıtay başkanını seçemiyordu, çünkü siyasette var olan Cumhur İttifakı Yargıtay içinde işlemiyordu. Bir yanda yeniden başkanlığa aday olan Mehmet Akarca Ak Parti’ye yakın hareket eden Menzil ve Hak Yol gibi grupların adayıydı. Rakiplerinden biri olan 3. Ceza Dairesi Başkanı Muhsin Şentürk ise Yargıtay içindeki MHP’lilerin, daha doğrusu Ülkücüler’in desteğine sahipti. Üçüncü aday Ömer Kerkez ulusalcı Kemalist kesimleri temsil ediyordu.

Dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan önce ‘Yargıda gruplaşmalara izin vermeyiz’ diyen sert bir konuşma yaptı, ardından MHP lideri Devlet Bahçeli ile görüştü ve anlaşılan bir süredir Bahçeli ile arasında oluşmuş buzlar eridi. Görüşmeden sonra Yargıtay’da Ülkücü aday Muhsin Şentürk yarıştan çekildi, böylece Mehmet Akarca’nın başkan olmasının önünde engel kalmadı, Cumhur İttifakı yeniden kuruldu.

Bu durumun Türkiye’nin geleceği ve siyasetin geleceği açısından son derece önemli sonuçları olacak. Siyasette yumuşama ve hukuk devleti ile özgürlüklerin geri gelmesini bekleyenler için kötü bir haber oldu korkarım dünkü gelişmeler.

Oysa daha düne kadar Osman Kavala’nın yeniden yargılanma ve serbest kalma ihtimalini konuşuyor, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasını bekliyorduk. Anlaşılan daha çok bekleyeceğiz.

Bu konuda Hakan Çelenk’in yazısını herkese tavsiye ederim.

Türk futbolunun değersizliği

Türk futbolunun değersizliği

Dünyanın en değerli futbol kulüpleri listesi diye bir liste var. Ve bu listenin güncellenmiş haline ilişkin çok güzel bir analiz haber var bugün 10Haber’de.

Haberin ilginç tarafı bence şu: Hiç de futbol ülkesi sayılmayacak olan Amerika’da MLS adlı ligin pek çok takımı dünyanın en değerli 50 kulübü arasına girmiş durumda. Buna karşılık futbol denince akan suların durduğu ülkemizden tek bir kulüp bile ilk 50’de yer almıyor.

Neden? Bu sorunun basit bir cevabı var: Türkiye’de futbol ekonomik değer üretmek için oynanmıyor da ondan.

Hayır, kulüplerimizin hiçbiri amatör falan değil. Ama ‘küçük olsun benim olsun’ zihniyetindeki yöneticiler tarafından yönetiliyorlar ve iyimser ihtimalle bu yöneticiler futboldan kendilerine güç, hatta zenginlik devşiriyor ama kulüplerini feci zararlara uğratıyorlar.

Bu kısır döngüyü bir gün bir cesur yatırımcı kıracak ve Türk futbolunun bu fakirliğine son verecek ama o gün de bir türlü gelmiyor. Hepimiz kötü, güdük bir oyunun peşinde koşuyoruz.