05-06-2024
İsmet Berkan

Adliyesi hukuka karşı hileyle inşa edilen ülkede Cumhurbaşkanı hukuka uyar mı?

Adliyesi hukuka karşı hileyle inşa edilen ülkede Cumhurbaşkanı hukuka uyar mı?

Duruşmamız sabah 11.15’teydi, ama İstanbul Çağlayan Adliyesinde 2. Asliye Ceza’da bizden önceki duruşmalar sarktı, sarktı, araya öğle tatili girdi. Biz de Hakan Çelenk ve avukatımız Dilara Sezgin’le birlikte neredeyse bütün günü adliye koridorunda bekleyerek geçirdik.

Beklerken tabii insanın kafası olmadık şeylere çalışıyor. Örneğin Çağlayan’daki o koca meydandan yürüyerek adliyenin C kapısındaki uzun güvenlik kuyruklarından içeri giriyorsunuz. Peki girdiğiniz kat kaçıncı kat? Normalde giriş katı. Ama bizim adliyemizde -2. kat orası. Nitekim 2. Asliye Ceza da zaten -1’de.

Sanmayın ki eksi 2 ile eksi 1 binanın bodrum katlarında, yerin dibinde. Hayır, değil. Peki neden böyle? İmar mevzuatında kanuna karşı hile yapmak amacıyla.

Düşünün, ülkenizin en büyük ‘adliye sarayı’ binası aslında kanuna karşı yapılan bu hile sayesinde bu kadar büyük.

Bir örnek daha vereyim: Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul Tarabya’da, Huber Köşkü’nün arkasındaki yerleşkesi de kanuna karşı hile yöntemiyle inşa edildi. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde bu arazi önce Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na devredildi, böylece İstanbul Boğazı ön görünümündeki inşaat yasağının arkasından dolaşıldı, çünkü yasa sadece ‘askeri tesis’lere izin veriyordu. İnşaat bitti, arsa yeniden Cumhurbaşkanlığı’na geçti.

Ayrıntısını bilmiyorum, ama Tayyip Erdoğan döneminde yine Boğaz ön görünümdeki tarihi Vahdettin Köşkü’nün yerine inşa edilen yapılar için de eminim bir kanuna karşı hile yöntemi uygulandı. Güzelim ahşap tarihi köşk yok oldu, yerine betonarme kocaman başka başka yapılar geldi. Bu yapılar en azından 2. derece tarihi eser olan o köşkü andırmıyor bile. Vatandaş yapsa ensesinde boza pişirilir, mahkeme mahkeme dolaştırılır ama Cumhurbaşkanlığı yapınca akan sular durdu.

Türkiye’nin hukukla ilişkisi maalesef böyle. Hukuka en önce uyması gerekenler bile ‘kanuna karşı hile’ cingözlükleriyle işlerini görüyorsa vatandaştan yasalara uymasını nasıl bekleyeceksiniz?

Çağlayan’da duruşmamızın başlamasını beklerken Anayasa Mahkemesi’nin kararının haberi geldi. Ben okuduğum haberlerden bir şey anlamayınca döndüm doğrudan mahkemenin web sitesine girdim ve kararın kendisini okumaya başladım.

Uzman olmayanın içinden çıkmasına ve anlamasına imkan olmayan bir karardı. İnanılmaz derecede uzun ve teknik ayrıntılara boğulmuş bir karardı. Bakın göreceksiniz önümüzdeki günlerde 10Haber dahil haber sitelerinde bu kararın içindeki yeni yeni ayrıntıların haberlerini de okuyacağız. Bazı siteler de bunları ‘son dakika’ diye duyuracak.

Kararı kısaca anlatmaya çalışayım:

Türkiye’yi ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçiren Anayasa değişikliği 2017 yılında yasalaştı. Orijinal plana göre bu anayasa değişikliklerinin en önemli bölümleri, yani idari sistemle ilgili bölümleri Kasım 2019’da yürürlüğe girecekti.

Türkiye aslında Osmanlı’nın son 100 yılından, ama esas olarak 1923’ten beri hükümet sistemiyle yönetiliyordu. Bu da devasa bir idare hukuku birikimi, uygulaması ve içtihadı yaratmıştı. Sistem artık yerli yerine oturmuştu.

Ama bu değişiklikle biz o birikimi kaldırıp çöpe atacak, yerine gerçekte tek kişilik hükümet sistemi olan başkanlık sistemini koyacaktık. Bu yeni sisteme geçiş için yüzlerce yasanın binlerce maddesinde değişiklik yapmak, hepsini yeni sisteme uygun hale getirmek gerekiyordu.

Orijinal plana göre parlamentonun bu uyum değişikliklerini yapmak için yeterli zamanı var gibi duruyordu ama o zaman hiç kullanılmadı. Kaldı ki değişiklikler zaten öne çekildi, erken seçim yoluyla Cumhurbaşkanlığı sistemine 2018 Haziran ayında geçmemize karar verildi.

Öyle olunca Türkiye Cumhuriyeti’nin son hükümeti, Binali Yıldırım başkanlığındaki hükümet gidip Meclis’ten Anayasanın artık yürürlükten kaldırılacağı günü bekleyen 91. maddesi uyarınca bir yetki kanunu çıkardı. Böylece hükümetin eline bu gerekli uyum düzenlemelerini yapmak için Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi geçti.

İşte Anayasa Mahkemesi’nin dün açıklanan kararı bu kararnameye ilişkin.

Şöyle diyebiliriz: Son hükümetin ülkemiz hukuk tarihi açısından bu son KHK’sı bugün uygulanan Cumhurbaşkanlığı sisteminin Anayasadan sonraki ikinci hukuki dayanağı.

İşte Anayasa Mahkemesi’nin pek çok maddesini iptal ettiği kararname bu.

Neden iptal oldu peki onlarca madde? Tek bir sebebi var: Binali Yıldırım hükümetinin kararnamesinin pek çok maddesi Anayasanın artık olmayan 91. maddesine ve Meclis’in verdiği yetkiye aykırıydı, o yetkiyi aşıyordu. Yani bir yerde ‘kanuna karşı hile’ yapıyor, aslında Anayasayı ve kanunları çiğniyordu.

Kararnameyi yazanlar bunu yaparken Anayasayı ve yasaları çiğnediklerini bilmiyor muydu? Hiç kuşkusuz biliyorlardı. Diyorum ya, en azından 100 yıllık idare hukuku birikimi, uygulaması ve içtihadı vardı geride.

O zamanın Başbakanlık binasında çalışan Kanunlar Kararlar Dairesi hukukçularının hepsi alanında uzman, yetkin kişilerdi, böyle ‘hata’lar yapmazlardı, ama belli ki emir demiri kesmiş, ‘Hukuk arkadan gelsin’ denmişti (Prof. Kemal Gözler eski Başbakanlık Kanunlar Kararlar’ın tamamen dağıtılıp Cumhurbaşkanlığı sistemine hiç aktarılmamasını boşuna eleştirip durmuyor. Prof. Gözler bu devasa ve önemli kurumun yok edilmesini bence kasıtlı buluyor).

Hukuk sahiden arkadan geldi; tam olarak altı yıl arkadan. Üstüne bir de bu iptallerin 12 ay sonra yürürlüğe gireceği dikkate alınacak olursa yedi yıl arkadan.

Daha fenası da şu: Bu Anayasa Mahkemesi kararının uygulanıp uygulanmayacağı da garanti değil.

Ya Cumhurbaşkanı ‘Ben canımın istediği zaman Merkez Bankası Başkanını görevden almak istiyorum’ derse ne olacak?

Aslında bunun yolu var: Meclis’te Merkez Bankası Kanunu değiştirilir, yetki Cumhurbaşkanına verilir, ama ya bunu da yapmadan eskisi gibi devam etmek isterse Cumhurbaşkanı?

Kim durdurabilir onu? Kim ona ‘Bu yönetim biçimi hukuka aykırı, dolayısıyla gayrı meşru’ diyebilir?

Adliye binalarını kanuna karşı hileyle yapan ülkede bu soru çok mu lüks?

Sallanmadan yıkılan şehir

Sallanmadan yıkılan şehir

İstanbul’da hafta Küçükçekmece ilçesinde durduk yerde yıkılan bir binayla başladı.

Şehir depremi bekliyordu ve 1999’dan beri çürük binaları güçlendirmek veya yeniden yapmak için sözde seferberlik hali vardı ama işte bir bina kendi kendine çöküvermişti, bir de can alarak.

Sonra anlaşıldı ki belediyeden Çevre ve Şehircilik Bakanlığına kadar hepsi bu binanın sorunlu olduğunu biliyordu, ama binaya kimse dokunmamış, içinde insan yaşamasına, alt katındaki lokantanın açık kalmasına izin verilmişti.

Derken bir skandal daha sanki övünç vesilesi gibi duyuruldu: İstanbul Belediyesi kendisine başvuran binaları kontrol etmiş ve bunlardan 1443’ü hali hazırda durduk yerde çökme tehlikesiyle karşı karşıya.

Rakam şaka değil: 1443 bina çökmeyi bekliyor, ama o binalarda insanlar yaşamaya devam ediyor.

Normalde bu tespit yapıldıktan sonra en azından kullanım izninin iptal edilip binaların boşaltılması gerekmez mi? Gerekir elbette, ama dediğim gibi binalar kullanılmaya devam ediyor.

Üstelik bunlar ‘Gelin bizi kontrol edin’ diyen binalar. Bir de hiç böyle bir başvuru yapmayanlar var, unutmayın.

Dün de bir başka binanın balkonu çöktü durduk yerde.

Depremden korkmak çok normal, ama depremi böyle pasif beklemek olacak şey değil.

Belediyenin ve merkezi hükümetin en azından bu sorunlu binaları kullanıma kapatmak için tedbir alması şart.