07-06-2024
İsmet Berkan

Normale dönmenin bedeli ya Erdoğan’a çok yüksek gelirse?

Normale dönmenin bedeli ya Erdoğan’a çok yüksek gelirse?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan beş yıllık son görev süresinin bir yılını doldurdu bile. 

Bu bir yıla damgasını vuran temel şey Tayyip Erdoğan’ın başta ekonomi ve dış politika olmak üzere bazı temel konularda ‘normale dönme’ isteğiydi.

Önce ne demek ‘normale dönmek’ onu konuşalım.

En kolay anlaşılacak örnek ekonomiden. Enflasyon yükselme eğilimine girmişken faizi düşürmek normal değildi. Türk ekonomisi dünyayla bu denli entegreyken Londra’daki swap piyasasını kurutmak normal değildi. İhracatçıyı dövizinin yüzde 40’ını Merkez Bankasına bozdurmaya zorlamak normal değildi, hala değil. Soğan fiyatı yükseldi diye polisiye baskınlar yapmak sonra da ‘Tanzim Satış Mağazaları’ açmaya kalkmak normal değildi…

Daha saymayayım, konuyu anlattım sanırım.

Dış politikadan örnek vereyim… Rusya’ya ait savaş uçağını düşürdükten sonra bununla övünmek normal değildi. Sonra Rusya’dan özür dilemek için Putin’in kapısında 25 dakika beklemek hiç normal değildi. Mısır’la, Suudi Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri ile ucu iç politikaya kadar uzanan polemiklere girmek normal değildi. Almanya ile, Fransa ile, Hollanda ile, ABD ile lider seviyesinde aşağılayıcı ifadelerle kavga etmek normal değildi. Sırf Doğu Akdeniz’de Yunanistan’a karşı hayli tartışmalı bir hukuki argüman elde etmek için Libya’da iç savaşa müdahil olmak normal değildi. Avrupa Birliği’ne karşı Türkiye’deki Suriyelilere yol verip onları yollara dökmek normal değildi.

Daha çok şey sayabilirim de burada durayım, konu anlaşıldı herhalde.

İçerideki adliye-polis-güvenlik uygulamalarından örnek vereyim… Yargının bir siyasi araç olarak bu denli yaygın kullanılması, Osman Kavala’nın veya Selahattin Demirtaş’ın siyasi tercihle hapislerde çürütülmesi normal değildi, hala değil. Mafyalaşmanın, her köşe başında bir suç örgütü oluşumunun olması normal değildi, hala değil. Polisin basit bir cinayet soruşturmasında bile göbeğine kadar siyasete batması normal değildi, hala değil. Henüz suç işlememiş kişilerin ‘Nasıl olsa işlerler’ diye düşünülerek seçildikleri belediye başkanlıklarından uzaklaştırılması normal değildi, hala değil. PKK’nın ülkeyi aylarca kana bulayan ‘hendek eylemleri’ni yapabilecek güce erişmesi normal değildi. Devletten 100 bine yakın ‘FETÖ’cünün çıkması ve bugün de çıkmaya devam etmesi normal değildi.

Daha fazla saymayacağım, kitap yazmak gerekir aslında.

Bütün bu ‘anormal’ şeyler temelde Tayyip Erdoğan’ın yegane karar verici ve uygulayıcı olduğu 2013 sonrasında yaşandı; yaşanan anormalliklerin derecesi giderek arttı, 2018-2023 arasında da doruk noktasına ulaştı.

Ama 28 Mayıs 2023’teki seçimden galip olarak çıkan Tayyip Erdoğan son 10 yıldır kendisiyle özdeşleşmiş olan bu ‘anormal’ uygulamalardan sıyrılma belirtileri vermeye, ‘normali arar’ bir görünüm sergilemeye başladı.

Mehmet Şimşek’in ekonominin başına geçmesi ekonomide ‘normal’ arayışından kaynaklandı ama tabii şu da söylenebilir: Ekonomide anormalin gidebileceği başka bir yer kalmamış, Türkiye duvara toslamıştı.

Tamam ekonomi için bunu söyleyebiliriz belki ama Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olması sonrası sanki kendisine özel bir görev talimatı verilmiş gibi mafyayla mücadeleye başlamasına ne diyeceğiz?

Veya Dışişleri Bakanlığı’na pasif bir figür olan Mevlüt Çavuşoğlu yerine baskın bir karakter olan Hakan Fidan’ın atanmasını, onun da önceliği Batı ile ilişkileri tamire vermesini nasıl yorumlayacağız?

Ne Yerlikaya ne Fidan bu politikaları Tayyip Erdoğan’a rağmen uyguluyor. Dolayısıyla Mehmet Şimşek de aslında Erdoğan’dan aldığı talimatı yerine getiriyor. Kısacası ‘normal’e dönüş iradesi Tayyip Erdoğan’dan kaynaklanıyor, bu bireylerden değil. Ve kapsamlı bir irade bu.

Dediğim gibi Erdoğan’ın ‘normalleşme’ politikaları bir yıldır uygulanıyor. Ama çok yavaş ve sınırlara fazla dikkat gösterilerek yapılıyor bu uygulama. Henüz normalleşmenin hiç başlamadığı alanlar var, başladığı alanlarda da direnişler gözleniyor.

Dış politikada normalleşmenin yavaş yürümesi ve yavaş sonuç alması anlaşılır bir şey. Türkiye geride kalan 10 yılda ciddi bir güven kaybına uğradı yurtdışında, bu güven hiçbir zaman eskisi gibi gelmeyecek. Bakın, basit bir F-16 satışı bile ne kadar uzun zamandır bizi meşgul ediyor, daha hala atılacak imzalar varmış, dün bunu öğrendik. Oysa eskiden ruhumuz duymazdı böyle şeyleri, işler tereyağından kıl çeker gibi ilerlerdi.

İşin polis-adliye-güvenlik kısmında normalleşme tedrici bile değil kısmi olabiliyor ancak. Örneğin hukuk devletine geri dönüş konusunda ufukta hiçbir ümit ışığı yok. Buna yargı içinden de direniş var ama esas direniş ekseni siyasetten, Cumhur İttifakı’ndan kaynaklanıyor.

Ekonomide normalleşmenin belki en basit adımı OECD’nin kara para aklamayla ilgili gri listesinden çıkmak aslında. Bazı ilave düzenlemeler ve bazı uygulamalarla bu listeden çıkmak mümkün, ama bakın bir yıl oldu, hala çıkamadık. Çünkü o gri listeye girmemize sebep olan şeyler dış politikadaki ve polis-adliye politikalarındaki ‘anormal’ durumlarla birbirine zincirleme bağlı.

Bakın Türk bankaları bir süredir Rusya’ya yönelik yaptırımlara daha dikkatli yaklaşıyor diye dün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den tepki geldi. Bu tepki sadece ekonomiyle değil, dış politikayla da bire bir ilişkili.

Tayyip Erdoğan evet bir yıldır ‘normalleşme’ yolunda adımlar atıyor ama şunu unutmayın: Erdoğan bunun adını hiçbir zaman koymadı, yapılanı ‘normale dönüş’ olarak nitelemedi. O yüzden de Erdoğan’ın gerçekten normale dönmeyi isteyip istemediği hep bir kuşku olarak hepimizin aklının bir köşesinde duruyor.

‘Yarım normalleşme’ olabilir mi? Yani, sadece makroekonomi yönetiminde normale yaklaşıp geri kalan alanlarda eski tas eski hamam devam edebilir miyiz? Bence hayır, edemeyiz.

Anormal olan bütün konuların birbirine zincirleme bağlı olması nedeniyle kısmi bir normalleşme Erdoğan’ın arzu ettiği sonucu üretemez.

Tayyip Erdoğan’ın ‘radikal normalleşme’ diyebileceğim tarzda hareket etmeyeceği elbette belli ama zaman da uçup gidiyor, Erdoğan’ın attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeli.

Şimdilik Erdoğan ekonomi dışı alanlarda normalleşmenin kendisine fazla maliyet üretmesinden çekiniyor gibi duruyor, bu maliyeti hesaplamaya çalışıyor. Ve benim anladığım, öngördüğü maliyetin kazanmayı umduğundan daha fazla olmasından çekiniyor. Hakkari’ye kayyım kararı bu çekincenin bir sonucu.

Peki Erdoğan normalleşmeden tamamen vazgeçebilir mi?

Maalesef bu soruya da net bir ‘Hayır’ cevabı veremiyoruz.

Fenerbahçe’nin zor seçimi

Fenerbahçe’nin zor seçimi

Malum, bu hafta sonu Fenerbahçe’nin seçimli kongresi var.

Ben Fenerbahçeli değilim ama kongre benim bile ilgimi çekiyor; çünkü iki aday arasında çok şiddetli bir savaş yaşanıyor. Bu daha önce hiçbir kulüp kongresinde görmediğimiz türden bir savaş.

Mevcut başkan Ali Koç son bir yıl içinde defalarca bir daha başkanlığa aday olmayacağını açıklamış bir kişi. Ama ona Fenerbahçe camiasında inanan, ‘Koç kesin aday olmayacak’ diyen tek kişi bile yoktu sanırım.

Ali Koç’un ‘Aday olmayacağım’ sözlerine inanmaya en çok yaklaşan isim belki Sadettin Saran oldu, o bile ‘Eğer Ali Koç aday olmayacaksa ben adayım’ dedi, yani peşinen çekincesini koydu. Oysa Koç defalarca ‘Aday olmayacağım’ demişti.

Ali Koç’un rakibi ise Fenerbahçe üyelerinin yakından tanıdığı bir isim: Aziz Yıldırım. O üyeler 2018’deki kongreye aday olarak giren Aziz Yıldırım’ın yerine ezici bir çoğunlukla Ali Koç’u tercih etmişti.

Şimdi ne değişti de Ali Koç’un yerine yeniden Aziz Yıldırım’ı seçecekler, bilmek zor.

50 bine yakın kongre üyesi olan Fenerbahçe’nin yeni bir ufuk ve vizyon çizecek bir yönetim yerine değiştiklerini ve kendilerini yenilediklerini öne süren iki eski adayla seçime gitmesi aslında durumu da özetliyor.

‘Fenerbahçe Cumhuriyeti’ bundan neredeyse 40 yıl önce Yalçın Doğan’ın Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazı dizisinin (ve sonra kitabının) adıydı. Fenerbahçe ile ülke siyaseti arasındaki paralellikler çok çarpıcı örneklerle anlatılıyordu orada.

Bugün Türk siyasetinin karşı karşıya olduğu çıkmazla Fenerbahçe’nin açmazı hala birbirine çok benziyor.