10-06-2024
İsmet Berkan

Tam Özgür Özel’i ciddiye almaya başlayacaktım, yine olmadı!

Tam Özgür Özel’i ciddiye almaya başlayacaktım, yine olmadı!

Belki hatırlayan olacaktır, 31 Mart yerel seçimine giden süreçte CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ağır eleştiren iki yazı yazdım.

Bu yazılar Özel’in siyasetiyle değil yönetici veya lider kişiliğiyle ilgiliydi; özellikle Hatay’da ve Eskişehir’de partisinin adaylık sürecini yönetme biçimini ve konuşmalarını eleştiriyordum.

Sonra malum seçim oldu, CHP ben dahil herkesi şaşırtan bir başarı elde etti, seçimden birinci parti çıktı. Bugün anketlere bakınca o birincilik pozisyonunu hala koruduğunu da görüyoruz.

Bu da toplumda, sosyolojide önemli bir kayma olduğunu bize gösteriyor. Bu kaymayı seçim öncesinde okuyamadığımız, göremediğimiz için kendimi de katarak siyasi yorumcuları eleştirdim burada.

Seçim sonrası galibin övülmesi son derece normal. Galibin elde ettiği başarıya sebep arayanlar Özgür Özel’in liderliğini öne çıkardı. Ben, belki daha önce onun liderlik etme biçimini eleştirdiğim için önyargılıydım, bu öne çıkarma işine mesafeli durdum.

Ama ilginçtir, Özgür Özel özellikle seçim sonrasında iyi bir sınav verdi. Kendisini ölçüsüzce övenlerin gazına gelmedi, ‘Hayır başarı tek başına benim değil’ dedi, hep takımını ve partisini öne çıkardı, bu başarının bir çeşit sürpriz olduğunu da ima etti, ‘Seçmen bize bir kredi açtı, onu hayal kırıklığına uğratmamalı, daha fazla çalışmalıyız’ dedi, zafer kibirinden hep ve bilinçli biçimde kaçındı.

Örneğin Tayyip Erdoğan’la partisinin içinden gelen bütün refleks halindeki itirazlara rağmen görüşmekte ısrar etmesi, Cumhurbaşkanı’na saygıda kusur göstermeksizin dik durması, bu görüşme sonucunda 28 Şubat davası mağduru emekli generallerin serbest kalmasını sağlaması vs hep olumlu şeylerdi.

Özel siyaset yapma, muhalefet yapma biçimiyle yeni bir şeyi temsil ediyordu. Bir yandan söyleyeceği şeyleri çok sert söylemeye devam ediyor, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı da çok sert eleştiriyordu ama hiçbir zaman Erdoğan’a hakaret veya aşağılama anlamına gelebilecek bir kelime ya da sıfat kullanmıyordu. Bu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da Özgür Özel’e karşı üslubunda daha dikkatli olmaya mecbur bırakıyordu. Tek başına bu bile bir kazanımdı Türk siyaseti açısından.

Bunlar hep alışık olmadık derecede güzel şeylerdi bana göre ve Özgür Özel yoluna hata yapmadan devam ettikçe gelecekte daha da başarılı olacağını bana düşündürtüyordu.

Ama dün öyle bir şey söyledi ki hakkındaki bütün bu güzel düşüncelerimi bir süre daha kendime saklamaya karar verdim.

10Haber’de okumuşsunuzdur zaten ama bir bir daha hatırlatayım: Özgür Özel dün İzmir Bornova’da tarımın sorunlarından söz ederken Ziraat Bankasının çiftçiye yeterince kredi vermediğini, çaresiz kalan çiftçilerin İsrail ve Yunanistan sermayeli bankalara yöneldiğini, bu bankaların daha ucuz kredi vererek Türk çiftçisini tuzağa düşürdüğünü anlatmış, ‘Bu toprakları ordularıyla işgal edemeyenler topla tüfekle zapt edemeyenler şimdi ipotekle toprak kazanmaya, topraklarımızı İsrail’e, Yunanistan’a katmaya gayret gösteriyor’ demiş.

Bizler Türkiye’de siyasi propagandanın bir bölümünün hamasetten ve yabancı düşmanlığından oluşmasına, yabancı düşmanlığının da gerçek olmayan şeylerle, komplo teorileriyle yürütülmesine çok alışkınız.

Daha yeni Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İsrail’in Gazze’deki katliamlarını eleştirirken Hamas için de ‘Anadolu’yu savunuyor’ dedi. Yani bıraksanız İsrail Anadolu’yu işgal edecek ama neyse ki Hamas var, bizim için kendini fena ediyor ve İsrail’i durduruyor.

Tayyip Erdoğan’ınki daha doğrudan bir işgal iması. Oysa Özgür Özel çok daha sofistike, ince bir plandan söz ediyor. İsrail sermayeli bankalar ve Yunanistan sermayeli bankalar derken bu türden bütün bankaların bu iki ülkede devletin stratejisinin uygulayıcısı olduklarını peşinen kabul ediyor (Acaba diğer bankalar, mesela Katar sermayeli QNB Finansbank veya İspanyol sermayeli Garanti BBVA ve diğer yabancı sermayeli bankalar da kendi devletlerinin stratejisine hizmet eden gizli ajandalara mı sahip).

Bu iki devlet stratejik olarak Anadolu’da toprak sahibi olmak istemiş, o yüzden kendi bankalarına talimat vermiş, ‘Türk çiftçisine düşük faizli kredi verin ve onları tuzağa düşürün, onlar borçlarını ödeyemeyince de ipotek ettiğiniz tarlalarını ellerinden alın, bizim vatan toprağımıza katın’ demiş.

CHP lideri bütün bunları kendisi inanıyor gibi anlatıyor ama ortada bir sorun var: Hangi bankalar bu İsrail ve Yunanistan sermayeli bankalar? Benim bildiği Türkiye’de İsrail sermayeli bir banka yok; Yunanistan sermayeli banka vardı ama bu sermaye grubu sonra bankasını sattı ve Türkiye’den çıktı.

Türkiye’de tarım kredileri alanında Ziraat Bankası ile rekabet etmek zor; o yüzden çok ender dönemlerde özel bankalar tarım kredisi verme işine girdi, şu anda veren olduğunu sanmıyorum. Daha doğrusu tarımla uğraşanların alabileceği şartlarda kredi veren olduğunu sanmıyorum.

Kaldı ki, diyelim bazı yabancı şirketler veya özel kişiler gelip Türkiye’de geniş tarım alanları satın aldı. Bu, o satın alınan alanların Türkiye toprağı olmaktan çıkıp o yabancıların geldiği ülke hangisiyle o ülkenin toprağı sayılmasına mı yol açar?

Bir zamanlar İsrailliler’in gelip Şanlıurfa’da geniş tarım alanları satın aldığı iddiası vardı, yalan çıktı. Sonra Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenip İsrail’e verileceği söylendi, bu da yalan çıktı.

Kısacası şu: Tam Özgür Özel’i ciddiye almaya başlayacaktım, yine olmadı!

Almanya ve Fransa’da aşırı sağın yükselişi

Almanya ve Fransa’da aşırı sağın yükselişi

Avrupa Parlamentosu seçimleri aynen bizdeki yerel seçimler gibi, seçmen açısından pek maliyet yaratmayan bir seçim. Bu sayede seçmen bu seçimler sayesinde ülkesi hakkında daha net mesajlar verebiliyor.

Türkiye’de bu mesaj oldukça sert biçimde verildi, 22 yıldır ülkeyi yöneten Ak Parti ilk kez birinci parti konumunu kaybetti. Avrupa’da da benzer bir deprem dün akşam itibariyle yaşandı; çünkü özellikle Almanya ve Fransa’da aşırı sağcı siyasi partilerin çok hızlı yükselişine tanık olundu.

Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron AP seçiminin sonucunu alır almaz Meclis’i fesh ettiğini, erken seçime gidileceğini açıkladı. Büyük ihtimalle o da AP seçimini seçmene maliyet yaratmayan ama mesaj vermesine imkan tanıyan bir seçim olarak gördü, ‘Alın size maliyet de yaratacak bir seçim, esas şimdi tercihinizi söyleyin’ demek istiyor seçmene.

Ama tabii bu onun açısından bir kumar. Partisi seçimi kazanamayabilir ve o da Cumhurbaşkanlığı’nın geri kalan dönemini muhalefet hükümetiyle geçirmek zorunda kalabilir.

Almanya’da ise durum daha vahim. İktidardaki Sosyal Demokrat Parti seçimden ancak üçüncü parti olarak çıkabildi, aşırı sağcı AfD artık ülkenin iki numaralı partisi. En büyük parti ise Hıristiyan Demokratlar.

İki büyük ülkeyi söyledim ama AP seçim sonucu aşağı yukarı bütün Avrupa ülkelerinde benzer sonuçlar üretti. Avrupa üzerinde izolasyonist aşırı sağcı bir gölge var artık.

Buna karşılık İngiltere’de tam tersi bir sonuç alınacak gibi duruyor. Bu ülkede İşçi Partisi uzun bir aradan sonra yeniden iktidara yürüyor. Bu iktidar ülkedeki aşırı sağcı ve izolasyonistlerin yol açtığı Brexit’e bir tepki gibi de okunabilir.