19-06-2024
İsmet Berkan

Büyükada’da köylü estetiğiyle şehirli estetiği kavga ediyor; anlaşabilmelerine imkan maalesef yok!

Büyükada’da köylü estetiğiyle şehirli estetiği kavga ediyor; anlaşabilmelerine imkan maalesef yok!

Geçen hafta cuma gününden beri telefonuma Adalı dostlarımdan mesajlar, fotoğraflar, videolar yağıyor.

Sebebi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tepeden inme bir kararla Adalarda, Adalıların adlandırmasıyla ‘azmanbüs’, belediyenin adlandırmasıyla ‘çevreci minibüs’ kullanmaya başlaması.

Adanın hali vakti yerinde, okumuş yazmış sakinleri ellerinde pankart, solcu üniversite öğrencileri gibi neredeyse her gün eylemdeler; yerlere oturuyor, yolları kesiyor, el ele tutuşup insan zincirleri oluşturuyor, polis tarafından gözaltına alınıyorlar.

Türkiye’de çok nadir, neredeyse hiç yaşanmamış bir tartışmaya tanıklık ediyoruz aslında. Tartışmanın özü estetik çünkü.

Belediyenin yaptığı açıklamaları okuyorum; Ada’da yaşanan tartışmanın ne olduğunu hiçbir biçimde kavramış değiller, konuya o kadar uzaklar ki, ‘Biz oraya toplu ulaşım götürdük, bunlar neden istemiyor anlamadık’ diyorlar. ‘Yasal görevimiz toplu ulaşımı sağlamak, biz de bunu yapıyoruz’ diyorlar, itiraz edenlerin yürümek isteyenler olduğunu öne sürüyorlar.

Hayır, öyle değil. Evet, Ada’da yürümek güzeldir, ama akşam vakti yorgun argın şehirden Ada’ya dönen herkes o dik yokuşları yürümek istemez, bir araçla iskeleden evlerine gitmeyi tercih edenler de vardır.

Mesele o aracın tasarımıyla, göze güzel gelmesiyle ilgili. İstanbul’da köylülüğün ve köylü estetiğinin sembolü olan minibüslerin modern versiyonunu oraya koyduğunuzda şehir kültüründen gelen, artık nesli tükenmekte olan insanların kaşları çatılır.

On yıllarca ‘taşı toprağı altın’ denen İstanbul’a göç daha yeni durdu. Şehir 16 milyon nüfuslu bir azman halini aldı. İstanbul’a yıllar boyunca göç eden bu büyük kalabalık yaşama alışkanlıklarını, yemeklerini, estetiğini, dine karşı özel bakışını, siyasi görüşünü, kısacası her şeyini beraberinde getirdi.

Özellikle son 30-40 yılda İstanbul’a yüz binlerce yeni bina yapıldı. Bugün kenarına Finans Merkezi de inşa edilen Ataşehir daha 90’ların ortasında bomboş arazilerden oluşuyordu. Kendisi koca bir memleket haline gelen Ümraniye fabrikaların olduğu ve çamurlu yollardan ulaşılan bir yerdi.

Esenyurt dev bir gecekondu bölgesi, Büyükçekmece çok ama çok uzak (şehirlerarası otobüsle gidilip gelinen) bir yerdi. Beylikdüzü diye bir yerin adını bilen yoktu 90’ların başında.

Başakşehir’in adını 1994’te Belediye Başkanı olup burada toplu konut inşa etmeye başlayan Recep Tayyip Erdoğan ve Necmettin Erbakan koydu, ‘başak’ malum, Refah Partisi’nin sembolüydü. 90’ların başında Basın Ekspres Yolu’nda Sabah gazetesi binasındayken İkitelli’de çalıştığımızı sanıyorduk, oysa İkitelli 15 kilometre daha kuzeyde bir başka yerin adıydı, bir yere gidiyorduk, ama nereye gittiğimizi bile bilmiyorduk.

12 Eylül darbecileri İstanbul Boğazı için özel kanun çıkardı. Kanun Boğaz’da yapılaşmayı önleyecekti sözde ama bakın bina sayısı en az üç kat arttı. Daha yeni, Kandilli sırtlarında düne kadar Adnan Oktar tarikatının merkezi olan ve orman içindeki dörtte üçten fazlası kaçak o yapılarda yeniden inşaat faaliyetinin başladığını gördüm. Bu işlerin belediyeden habersiz yapılması mümkün değil. Emirgan Korusu’nun sağında solunda ve arkasındaki son derece çirkin villalaşmanın tamamı Boğaziçi Kanunu sonrasında gerçekleşti.

Bu şehirde doğmuş ve son 40 yılını burada geçirmiş olanlar inanılmaz bir inşaat yoğunluğu içinde yaşadı. Şöyle bir dönüp bakın, son 40 yılda bu şehir estetik anlamda, güzel mimari eser anlamında ne kazandı, yapılan yüz binlercesi arasında güzel kaç bina sayabiliyorsunuz?

Kendimi çok zorlasam, belki 15-20 bina sayarım, ama hepsi bu kadar. Geri kalanı muhteşem birer sıradanlık, çirkinlik abidesi.

İstanbul’u baştan sona etkileyen bu büyük nüfus ve inşaat tsunamisi yaşanırken Adalar ilçesi, orada da özel olarak Büyükada bu fırtınadan görece çok daha az etkilendi. 

Bu bölgede inşaatın özel biçimde kısıtlı olması (mevcut yapıların çoğu tarihi eser çünkü) ve daha önemlisi arsa üretmenin zorluğu ve özel mülkiyetin yoğunluğu (Adalardaki Hazine ve varsa belediye arazileri daha çok orman statüsünde yerler) Adaları kısmen korudu.

Zaten ‘Eski İstanbul’ hissi almak isteyen, İstanbul’da bunalıp da nefes almaya koşan yerli ve yabancı turistlerin Adalara akmasının başlıca sebebi de bu korunmuşluk. Yani oraya bir çeşit açık hava müzesi muamelesi yapıyorlar.

Ama bir de tabii Adanın yerlileri var; orada evi olanlar, yaz kış orada yaşayanlar, sadece yazın gidenler, Adalılar.

Adalılar gelen ziyaretçilerden çok da memnun değil elbette. Ben çocukken Büyükada’da kalabileceğiniz bir tek otel vardı, bugün onlarca var. Ben çocukken Büyükada’da iskelenin etrafı Rum meyhaneleriyle doluydu, bugün kebapçı da var, nargileci de… Dönercileri saymıyorum bile. Adada belki inşaat yoğunluğu yaşanmadı ama kültür kesinlikle değişti.

Bu kültürel değişim, esnafın yeni müşterileri, yani turistleri öncelemesi, Adadaki eski yaşam kültürünün kaybolmaya yüz tutması Adalıları mutsuz ediyor. Çoğu Adada evlerinden mümkün olduğunca çıkmadan yaşıyor, çıktığında da o yeni hayata ve kültüre mümkün olduğunca değmemeye çalışıyor.

Dikkat ediyorum, belediyenin ulaşım aracı olarak Adalara minibüsü seçmesi tartışmaları hep siyasi bir bakışla yansıtılıyor. Sanki belediye katılımcı davransa ve Adalılara minibüsü önceden gösterip onay alsa sorun olmayacaktı, ama işe bakın ki CHP’li belediye katılımcı belediyecilik uygulamamış, tepeden inme hareket etmişti.

Evet bu bir sorun ama esas mesele bu değil. Esas mesele, sahiden estetik.

Belediyenin, hele hele İETT’nin sınavda çıkacağını hiç düşünmediği bir soru bu. Çünkü İETT kendisini hiçbir zaman estetikle değerlendirmemiş, ne araç seçiminde ne başka şeyde meselenin tasarım tarafına, estetik tarafına hiç bakmamış.

Şimdi ona birileri çıkıp ‘Bu araçlar Ada’ya yakışmaz’ deyince ne dendiğini bile anlamıyor, ‘Yani siz yürümek istiyorsunuz’ diye cevap veriyorlar. Yürümek isteyen zaten yürür, bunu İETT’ye sormaları, belediyeden izin almaları gerekmiyor. 

Mesele yürürken veya evde otururken o çirkin minibüsleri görmek zorunda kalmak. Ama belediye bunu anlamıyor. Adalılara o yüzden Marslı muamelesi yapıyor. Adalıların eyleminin arkasında ‘dış güçler’ olduğunu söylemeye başlarlarsa şaşırmayacağım.

Benim önerim şu: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Adalardaki ulaşım sorununu çözme görevini İETT’den alsın, ‘İstanbul Miras’ adlı birime versin, bakın sorun nasıl birkaç haftada barış görüşle bitiyor.

Benim görebildiğim, belediyenin şehir estetiğiyle ve İstanbul’un yaşam kültürüyle ilgilenen yegane birimi bu.

Ama belki de bizler için estetik tartışması yapmak çok lüks bir şeydir.

Ben Milli Takımı da, Arda’yı da övmeyeceğim

Ben Milli Takımı da, Arda’yı da övmeyeceğim

Türkiye Euro 2024’e iyi başladı, ilk maçta Gürcistan’ı 3-1 yendik. Maçın sonucuna bakınca net bir galibiyet görüyor olabilirsiniz ama maçı izlediyseniz durum hiç öyle değil.

Milli Takım ilk 30 dakikada büyük bir üstünlük kurdu, goller kaçırdı. Ama sonra ne oldu da o üstünlüğü kaptırdı? Biz bu soruya cevap bulamaz ve bunu sorun olarak görüp çözüm aramazsak bu kupadan da hüzünle döneriz.

Bence birinci mesele takımımızın son derece yavaş bir oyun oynaması. İkinci büyük mesele defans kurgusunun ve disiplininin işlememesi, Gürcistan gibi teknik yetenekleri sınırlı bir takıma bile bu kadar çok pozisyon verilmesi.

Gürcü takımında bir Barış Alper Yılmaz, bir Arda Güler klasında oyuncu olsaydı onlar galipti. Onca pozisyondan gol üretememelerinin başlıca sebebi yetenek ve beceri eksikliğiydi çünkü.

Hele milli takımın 65. dakikada 2-1 öne geçtikten sonra geriye yaslanması, bir noktada teknik direktörün oyuna üçüncü bir stoper alıp defansı beşlemesi bunun bir çeşit kabul edilmiş çaresizlik olduğunu gösteriyor bize.

Madem geriye yaslanıyorsunuz, bari çok iyi bir alan savunması yapıp Gürcü oyuncuları ceza sahanıza sokmayın… Ama hayır, sık sık ceza sahasına girdi Gürcü oyuncular, dediğim gibi sık sık pozisyon şansı da buldu.

Maçın özellikle son 10 dakikalık bölümünde Türk milli takımı topu ayağında 30 saniyeden fazla tutamadı. Oysa topu ayaklarında birkaç dakika tutabilseler o son dakika stresini de yaşamayacaklar.

Böyle bir turnuvaya katılıyorsanız amacınız ve hedefiniz sadece gruptan çıkmayı başarmak olamaz. Hedef elbette şampiyonluktur.

Ama galiba bizim milli takımımızın hedefi çok daha küçük. Portekiz ve Çekya karşısında bu futbolla o sınırlı hedefi başarmak da zor.

Son bir söz Arda Güler’e… Çok büyük bir yetenek Arda, ama bu sabah Türk ve Avrupa basınının onu göklere çıkardığı kadar iyi oynamadı dün akşam. Attığı gol muhteşemdi, buna söz yok. Ama oyuna katkısı çok sınırlı kaldı.