25-06-2024
İsmet Berkan

Hep bardağın boş olan yarısına bakmak insanı yormaz mı?

Hep bardağın boş olan yarısına bakmak insanı yormaz mı?

Bugün 60 yaşındayım ve en büyük pişmanlığım bu ömrün önemli bir bölümünde bardağın boş tarafına bakmış olmak.

Uzunca bir süreden beri neredeyse genetik bir özellik gibi olan bu kötümserliğimle mücadele etmeye çalışıyorum ama hala kendime ‘Artık bardağın dolu tarafına bakan iyimser bir insan oldum’ diyemiyorum.

Geçenlerde ünlü Amerikalı komedyen Jerry Seinfeld son yaptığı tuhaf film Unfrosted için kendisinin bile dalga geçtiği kadar çok tanıtım kampanyası yaparken bir gece de Jimmy Fallon’un meşhur TV programına çıktı. Programda kendisiyle ilgili (mealen) şöyle bir şey söyledi:

‘Ben hep ve her şeyden şikayet ederim, hiçbir şeyi beğenmem… Aslına bakacak olursanız bütün sahne-TV hayatım da bu şikayetlerin ifade edilmesinden oluşur.’

Komedyenin işlerinden biri dünyayı ve hayatı gözlemek, aslında hepimizin gözünün önünde olanlara tamamen farklı bir açıdan bakmaktır. Seinfeld de etrafını ve dünyayı bu eleştirel gözlerle, kendi bencilliğini sergilemekten kaçınmadığı şikayetçi bir bakışla gözlüyor, şikayetlerini bizimle paylaşıyor. Biz de bazen şikayetlerinin ne kadar anlamlı olduğuna, bazen de Seinfeld’in nörotikliğine gülüyoruz.

Seinfeld söylediğine göre bu kötümserliğinden çok mutlu ama bu dünyada ondan başka örnek bulmak zor. Kötümserlik ister istemez beraberinde mutsuzluk da getiren bir şey çünkü.

Biliyorsunuz, Türk milli futbol takımı Avrupa Şampiyonasında mücadele ediyor. Yarın akşam da çok önemli bir maça çıkacak.

Cumartesi günü milli takım Portekiz karşısında feci bir yenilgi aldı, Portekiz Türkiye’yi neredeyse eze eze 3-0 yendi.

Bu yenilgiden sonra etrafı beni bile şaşırtan büyüklükte bir kötümserlik dalgası sardı, hatta neredeyse Bağış Erten gibi düşünüyorum, etrafı saran sadece kötümserlik değil kötü kalplilik dalgasıydı.

Oysa 3-1 kazandığımız Gürcistan maçında bardağın dolu değil boş tarafına bakmış, eleştirel bir yazı yazmıştım. Ama gözlediğim kötümserlik ve kötü kalplilik benim için bile fazlaydı.

Şöyle düşündüm: Bu turnuvada Türkiye garanti üç maç oynayacak. Potansiyel olarak (final dahil) toplam yedi maç oynayabilir. Portekiz maçı bu potansiyel yedi oyunun sadece ikincisiydi ve Türkiye’nin aslında en azından dört maç oynamak için çok büyük bir avantajı vardı.

Bardağa boş değil dolu tarafından bakacak olsanız yarın akşamki Çekya maçında alınacak bir galibiyet veya beraberlik dördüncü maçı oynama imkanını otomatik getirecekti.

İlk üç maç lig usulü olduğu için stratejileri farklı; ama sonrası eleme usulü olduğu için mutlak galibiyet gerektiren oyunlar. Şimdi Çekya’yı yener veya berabere kalırsak büyük olasılıkla Fransa ile eleme maçı oynayacağız. Evet rakip çok güçlü olacak ama bardağın dolu tarafından bakarsak Türkiye’nin kazanma şansı sıfır değil.

Peki yarın Çekya’ya yenilirsek ne olacak? Aslında Türkiye’nin hala ‘en iyi üçüncü’lerden biri olarak 16 takım arasına kalma şansı var. Bu gerçekleşirse rakip İspanya olacak. Fransa’dan daha da zor bir rakip ama yine söylüyorum, kazanma ihtimali sıfır değil.

Futbolla biraz olsun ilgilenen herkes bu hesapları daha Portekiz maçı devam ederken biliyordu. Web siteleri, TV’ler sürekli bu ihtimalleri anlatıyor zaten.

Yani o utanç verici yenilgiye rağmen bardağın dolu tarafını görmek ve gelecekten ümitli olmak için çok sebep vardı aslında.

Ama hayır, biz ümidi beslemek yerine kendimizi karamsarlığın, kötümserliğin tanıdık kollarına bıraktık. O geceden beri milli takıma, teknik direktörüne, federasyona demediğimizi bırakmadık. Son olarak kim olduğunu bile bilmediğimiz bir İspanyol gazetecinin dayanaksız dedikodusunu bile öğrenip üstünde uzun uzun konuştuk.

Bilmiyorum, belki de sevinmek yerine kızıp şikayet etmeyi tercih eden bir toplumuz biz.

Eğer öyleysek hiç değilse bunu Seinfeld gibi yapmayı başarsak, şikayetlerimizi gülümsemeye çevirebilsek bari.

Bardağın hep boş tarafına bakmak beni çok yordu. Sizi yormuyor mu?

CHP elindeki popülizm bayrağını daha da yükseklere çekmekte kararlı

CHP elindeki popülizm bayrağını daha da yükseklere çekmekte kararlı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve partisi en azından 31 Mart seçiminden beri ellerindeki popülist ekonomi bayrağını bırakmış gözüküyor. Bunu ne kadar sürdürecekleri, ne zamana kadar popülist ekonomi politikaları uygulamadan durabilecekleri hepimiz için dev bir papatya falının konusu. Hepimiz biliyoruz ki bir noktada aynı bayrak yeniden yükselecek.

Buna karşılık Cumhuriyet Halk Partisi çok uzun süreden beri o bayrağı elinde tutuyor, bayrağı sallayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisini popülist ekonomi uygulamaya zorluyor. Nitekim zaman zaman başarılı da oldu, CHP’nin örneğin emekli ikramiyesine zam konusunda, EYT konusunda bayrağı sallaması Erdoğan ve Ak Parti’yi o yola soktu.

Bugün CHP aynı bayrağı daha yüksek yerlere taşımakta kararlı görünüyor. Dün CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Yalçın Karatepe’nin Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le yaptığı dört saatlik görüşme o bayrağın hiç inmeyeceğinin kanıtı gibi.

Karatepe’nin görüşmede dile getirdiğini söylediği dört talebin önemli bir kısmı bu anlama geliyor çünkü. CHP mevcut hükümetten farklı bir ekonomik bölüşüm modeli gündeme getirmeden sadece devlet tarafından emekliye ve çiftçiye daha fazla para verilmesini, yine devlet eliyle asgari ücrete zam yapılmasını istiyor.

Oysa Türkiye’nin ihtiyacı olan bu Peronvari popülizm değil, CHP’nin mevcut iktidardan farklı bir bölüşüm modeli önerip toplumun en altındaki kesimleri kollaması ama bu arada piyasa ekonomisine de zarar vermemesi.

Yoksa CHP’nin tek vaadi ancak daha fazla enflasyon, daha fazla bütçe açığı olabilir.