26-06-2024
İsmet Berkan

Bu manzaralara alıştık ve yadırgamıyoruz ama unutmayın, normal değil yaşadıklarımız

Bu manzaralara alıştık ve yadırgamıyoruz ama unutmayın, normal değil yaşadıklarımız

HaberTürk gazetesi ve televizyonundaki görevlerinden ayrıldıktan sonra Fatih Altaylı önemli bir ‘bireysel medya’ya dönüştü. Hem kendi web sitesinde yazdığı yazılar hem de YouTube’dan paylaştığı video yorumlar çok izleniyor, pek çok yayın organında da haber olarak Altaylı’nın görüşlerine ve iddialarına yer veriliyor.

Fatih Altaylı dün ilginç bir yazı yazdı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan randevu isteyip ona giden İyi Parti’nin eski lideri Meral Akşener’in Beştepe’de yargıyla ilgili bir rica dile getirdiğini öne sürdü. Altaylı’nın iddiasına göre Akşener, Erdoğan’dan halen Yargıtay aşamasında olan Azerbaycan asıllı Mübariz Mansimov’a ilişkin dava hakkında ricada bulunmuştu.

Bu iddia doğru mudur değil midir bilmiyorum. Sonuçta iki kişi arasındaki bir görüşme ve bu görüşmeye ilişkin çok sayıda iddia dile getirildi, taraflar ne yalanladı ne doğruladı iddiaları. Mansimov iddiası da muhtemelen böyle kalacak, ne yalanlanacak ne doğrulanacak.

Ben de iddianın doğru veya yalan olmasıyla ilgili değilim açıkçası. Benim daha çok ilgimi çeken, halen Yargıtay’a görülmekte olan bir davaya Cumhurbaşkanı’nın müdahil olmasının istenmesine ilişkin bir iddianın gayet sıradan bir şeymiş gibi konuşulması; ne Yargıtay’ın ne Cumhurbaşkanlığı’nın ne de Meral Akşener’in aklına ‘Bağımsız yargıya müdahale kimin haddine’ diye bir açıklama yapmak gelmesi.

Sanki için için şu durumu kabullenmiş durumdayız: Cumhurbaşkanı talimat verirse yargı o talimatı uygular…

Milliyetçi Hareket Partisi’nin gençlik kolları örgütü olan Ülkü Ocakları’nın eski genel başkanı Sinan Ateş bundan 1,5 yıl önce Ankara’da profesyonel bir suikaste kurban gitti.

Polisin hakkını vermek lazım, cinayet bütün azmettiricileri ve arkasındaki şebekeyle iki üç gün gibi kısa bir sürede aydınlatıldı. Ama savcının iddianame yazıp dava açması 17 ay sürdü.

Polisin ortaya çıkarttığı şuydu: Cinayette rolü olan neredeyse herkes şu veya bu biçimde MHP ile Ülkü Ocakları çevresindendi, bazıları üst düzey yöneticiydi, suçlananlar arasında o sırada MHP milletvekili olan bir isim bile vardı.

Sadece bu da değil: Cinayeti işleyen tetikçinin Ankara dışına çıkarılmasında bu partinin kurumsal imkan ve kabiliyetlerinden yararlanılmıştı.

Peki cinayet siyasi sebeplerle mi işlenmişti? Savcı bu soruya cevap aramamak için 17 ay oyalandı, sonunda suçu örgütlü bir suç olarak bile görmeyen ama 22 kişiyi de suçlayan bir iddianame yazdı. Söylediğine göre 17 kişinin dosyasını da ayırmıştı, onları soruşturmaya devam ediyordu.

Gezi yargılamalarında birbirleriyle doğru dürüst tanışmayan insanlardan örgüt bulan savcılarımız Sinan Ateş cinayetinde örgüt görememişti, cinayetin işlenme sebebini de aydınlatma gereği duymamıştı. En azından şimdilik. Bu soruşturmanın savcısının kaç kere değiştiğini, bazı savcıların sürgüne gönderildiğini de hepimiz biliyoruz.

Kocasının öldürülmesi üzerine adalet arayan Ayşe Ateş çareyi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a başvurmakta buldu. Erdoğan uzun süre beklettikten sonra Ayşe Ateş’le görüştü. Erdoğan’dan ‘Kocasının katillerini yargı önüne çıkartmasını’ istedi Ateş.

Cennet vatanımızda bu da ‘normal’ kabul edildi. Adalet arayanların onu ancak Cumhurbaşkanı’nın vicdanına ve aklına başvurarak elde edebileceği fikrini hepimiz kabullenmiş durumdayız.

Bunu sadece biz kabul etmiyoruz.

Erdoğan-Ayşe Ateş görüşmesinin ertesi günü cinayette adı çok geçen MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli zehir zemberek bir açıklama yaparak Ak Parti ile olan Cumhur İttifakı’nı bozmaktan söz etti. Ben dahil pek çok kişi Bahçeli’nin Erdoğan’a ‘Sinan Ateş cinayetini bizimle ilişkilendirirsen koalisyonumuz biter’ diye muhtıra verdiğini düşündü.

Peki ama Cumhurbaşkanı savcı mı, yargıç mı? Yargı bağımsız değil mi? Ne yani, Cumhurbaşkanı talimat verince bir davanın seyri mi değişecek?

Maalesef ülkemizde kimse bu sorulara ‘Ne münasebet canım, saçmalamayın, yargımız bağımsızdır’ diye cevap veremez, vermez. Ak Partililer, hatta Adalet Bakanı’nın bizzat kendisi de dahil.

Dün ilginç bir şey oldu. 76 yaşındaki MHP lideri Devlet Bahçeli kürsüde rahatsızlandı, başı döndü, ama o konuşmasını kesip sağlığıyla ilgilenmek yerine getirilen bir sandalyeye oturdu ve konuşmayı tamamladı.

Bahçeli’nin belki de sağlığını tehlikeye atarak yaptığı konuşmanın merkezinde Sinan Ateş cinayetinin MHP ile irtibatlandırılmak istenmesi vardı. MHP lideri bu bağlantıyı kurmak isteyenleri (en çok da Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’i) çapulcu olarak niteledi, kendince önemli mesajlar verdi.

Mesajlar yargıya gibi görünüyordu ama aslında adres Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı. Bahçeli ‘Milliyetçi Hareket Partisi ile Ülkü Ocakları’nı en küçük bağ ve bağlantısı olmayan bir cinayetle irtibatlandırıp suçlayanlara bu can bu bedende olduğu müddetçe hakkımı helal etmeyeceğim, ya bu dünyada ya da mahşerde hepsiyle tek tek hesaplaşacağım’ dedi.

Anlaşılan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da mesajı aldı, Devlet Bahçeli’yi görüşmek üzere bugün Beştepe’ye davet etti. Bahçeli yine sağlığı pahasına bu görüşmeye de gidecek. Herhalde içeride birkaç gün sonra başlayacak olan Sinan Ateş davası görüşülecek.

Peki bu normal mi? Sanki gayet normal, hatta sıradan bir şeymiş gibi konuşuyoruz ama Sincan’daki bir ağır ceza mahkemesinde başlayacak yargılamanın iki liderin zirvesine konu olması hiç normal değil.

Uzun zamandır söylüyorum: Türkiye’de artık normali, olağanı ve aklı selimi hatırlatmak bile devrimci bir eylem.

Belki bu manzaralara ve konuşmalara alıştık ama şunu bilelim: Yaşanan şeyler normal değil ve bu şekilde devam da edemez.

İSO 500: Yüzümüze tutulan ayna

İSO 500: Yüzümüze tutulan ayna

İstanbul Sanayi Odası’nın her yıl hazırladığı En Büyük Sanayi Şirketleri sıralaması dün duyuruldu. Bu liste pek çok bakımdan yüzümüze tutulmuş bir ayna niteliğinde. 

Türkiye’nin en büyük ilk 500 şirketinin toplam cirosu 6,375 trilyon lira. Onları izleyen ikinci 500 şirketin toplam cirosu ise 694,8 milyar lira. Arada uçurum var.

En büyük 1000 şirketin toplam cirosu 7 trilyon 69 milyar lira ediyor. Bunu 2023 ortalama dolar kuru olan 23,74’e böldüğümüzde toplamda 297,8 milyar dolar gibi bir rakam buluyoruz. Bu rakam tek başına Apple’ın cirosundan bile düşük. Yani Türkiye’nin bir milyondan fazla insana istihdam sağlayan dev kuruluşlarının toplamı Apple kadar satış yapamıyor. Amerika’nın en büyük 500 şirketini listeleyen Fortune 500 listesine baktığınızda ise toplam ciro Türkiye’nin milli gelirinin 18 katı çıkıyor, yani 18,1 trilyon dolar.

ABD ile kıyaslamalar bir yana, listede bana en utanç verici gelen, TÜPRAŞ’ın yıllardır hiç değişmeden, hep birinci çıkması.

Rafineri ve akaryakıt satışı gibi hayati bir alanda rol alan TÜPRAŞ’ın bu listenin değişmez birincisi olması, yani üretilmesi ve satılması zaruri bir malı satan, bu yüzden yarattığı katma değer de son derece sınırlı bir şirketi başka hiçbir şirketin geçemiyor olması bize ülkemizin 21. yüzyıla ne ölçüde hazır olduğu konusunda bir fikir veriyor.

Nitekim listenin ilk 100 sırasına baktığınızda da görüyorsunuz: Bu en büyük sanayi şirketlerinin neredeyse tamamı 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başı endüstrilerinin şirketleri.