05-07-2024
İsmet Berkan

İngiltere’ye bak, Türkiye’de 2028’i gör!

İngiltere’ye bak, Türkiye’de 2028’i gör!

Evet, bu kadar iddialıyım. İngiltere’de dün yaşanan muazzam değişim Türkiye’de de en geç 2028’de hemen aynen tekrar edecek; hem CHP ülke çapında ezici bir zafer kazanıp Meclis’te tek başına çoğunluk elde edecek, hem de CHP’nin üç muhtemel adayından biri daha ilk turda yüzde 50’yi aşarak cumhurbaşkanı seçilecek.

Baştan söyleyeyim, CHP’li değilim. Bu partiye yönelik en ağır eleştirileri yazanlardan biriyim, yarın iktidar olduklarında da yazmaya devam edeceğim. Ama CHP’yi eleştiriyor olmam Türkiye’de de, dünyada da yükselen yeni seçmen dalgasını ve ruh halini görmeme engel değil. Bunu açıkçası bugünden görüyorum ve yarına durumun değişeceğini de sanmıyorum.

Ne demek istediğimi Birleşik Krallık seçimlerine etki eden temel mekanizmayı anlatmaya çalışarak göstereyim, çünkü İngiliz seçim sonucu gerçekten iyi bir örnek.

Muhafazakâr Parti 2010 yılında o sırada İngiliz İşçi Partisi’nin lideri ve başbakan olan Gordon Brown’ın (ki 1997’den 2010’a kadar süren İşçi Partisi iktidarı döneminde yaşanan ekonomik mucizenin de başlıca uygulayıcısıydı ve çok önemli başarılarda imzası vardı) aldığı erken seçim kararının ardından büyük bir zaferle iktidara geldi. Liderleri David Cameron’du, gençti ve ülkesine büyük yenilikler, zaten elde edilmiş olan ciddi zenginleşmeye büyük katkılar vaat ediyordu.

Cameron başbakanlığının ikinci döneminde büyük bir siyasi hata yaptı; kendisine yönelik sağdan gelen sıkıştırmayı soldan gelenden daha ciddi sandı, Brexit oylamasına gitti. Ve İngiltere’nin gerçekte hiçbir mantıklı sebep yokken Avrupa Birliği’nden ayrılması hem Cameron’u başbakanlıktan ve parti liderliğinden etti, hem de İngiltere’yi bugün de devam eden ciddi ekonomik ve yönetsel kaosun içine soktu.

İlginçtir, Muhafazakâr Parti bütün göstergeler 2010’da sona eren İşçi Partisi iktidarı dönemine göre kötüye gittiği halde üst üste seçimler kazandı, iktidarını 14 yıl boyunca sürdürdü. Bu dönemde Boris Johnson seçim kazandığı halde liderlikten indirildi, yerine önce Liz Truss geldi, çok kısa sürede o da gitti, son olarak Rishi Sunak geldi.

Bütün bu kaosa ve kötü yönetime rağmen Muhafazakârların iktidarda durmasının sebebi İşçi Partisi’nin alternatif olamamasıydı.

İşçi Partisi’nde Gordon Brown’ın liderlikten uzaklaşmasının ardından yerine partinin sol kanadından Jeremy Corbyn geldi. Sol kanadın önemli ve kuvvetli bir entelektüeli olan Corbyn sekter bir solcu olmadığına, ülkeyi gayet sorumlu biçimde yönetebileceğine seçmeni bir türlü ikna edemedi. İşçi Partisi bütün o Muhafazakâr kötü yönetime, ekonomik krizlere, salgının bir türlü yönetilememesine, skandallara vs rağmen bırakın iktidar olmayı, seçmen nezdinde güçlenemedi bile.

Derken nihayet Corbyn gitti, yerine aslında hiç de karizmatik bir tarafı olmayan eski bir insan hakları avukatı olan Keir Starmer geldi. Ve İşçi Partisi’nin ayakları birden yere değdi, halkla teması arttığı gibi çok daha sahici bir çizgide tutarlı bir muhalefet yapmaya başladı.

Çoğu analiste göre aslında İşçi Partisi seçmenin çoğunluğunu ‘Ülkeyi biz daha iyi yönetiriz’e hâlâ ikna etmiş değil, ama seçmen ‘Muhafazakârlardan daha kötü yönetemezler nasıl olsa’ diye düşündü dün ve bu partiye tarihi bir zaferi armağan etti.

Türkiye ile benzerlik şu: Aslında İşçi Partisi beş yıl önceki seçimi de kazanabilirdi, çünkü Muhafazakâr Parti olabilecek en zayıf konumundaydı, başında Boris Johnson gibi komik bir lider vardı. Ama İşçi Partisi’nin kendi lideri, yani Jeremy Corbyn seçmene gereken güveni vermiyordu. Boris Johnson’a seçim kaybetmek Corbyn için olabilecek en utanç verici durumdu.

Türkiye’de de seçmen 2023 yılında Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’den vazgeçmeye hazırdı ama CHP’nin başında ve seçimde Tayyip Erdoğan’ın karşısında Kemal Kılıçdaroğlu vardı. Seçmen ‘Kılıçdaroğlu geleceğine Erdoğan’la beş yıl daha geçiririm’ dedi, iki kötü arasından kendisine göre daha az kötü olduğunu düşündüğü adayı tercih etti.

O seçimde CHP’nin Tayyip Erdoğan karşısında rahatça kazanabilecek iki adayı vardı, Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş. Bugün bu sayı üçe çıktı, artık Özgür Özel de Erdoğan’ı yenebilecek gibi duruyor.

Tayyip Erdoğan ise kaybetmeye mahkum durumda. Sadece kötü yönetimi, hatalarıyla ülkeyi ekonomik krize sürüklemesi, otoriterliği, Türkiye’yi tanınmaz hale getirmesi yüzünden değil; 25 yıla yakın zamandır ülkeyi yönetiyor olması da çok büyük dezavantaj artık Erdoğan için.

Aradan geçen zamanda CHP iktidara gelirse ülkeyi yönetebileceğini, hem de iyi yönetebileceğini seçmene gösterdi. Bunu belediye yönetimleri aracılığıyla yaptı CHP. Baktığınızda ‘Başarısız ve kötü yönetiyor’ diyeceğiniz CHP’li belediye başkanı bulmakta zorluk çekersiniz. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş 25 yıldır Ak Parti yönetiminde olan iki dev belediyeyi devraldı ve halka bir geçiş süreci yaşandığını bile hissettirmeden arızasız yönetti. Bunlar az buz beceriler değil.

Tayyip Erdoğan bugün siyasi hayatının aynı anda hem en kuvvetli hem de en zayıf dönemini yaşıyor. Kuvvetli, çünkü 2023’teki seçim başarısı en yeminli düşmanlarını bile susturdu. Artık meşruiyeti konusunda en ufak tereddüt yok. Ama en zayıf, çünkü hepimiz 2028’de Erdoğan’ın yeniden aday olamayacağını biliyoruz.

Bu bilgiye rağmen Erdoğan’ın da, partisinin de 2028 için farklı bir aday arayışı içinde olmaması çok düşündürücü. Çünkü akla Erdoğan’ın yeniden aday olmayı zorlaması ihtimalini getiriyor. Hemen söyleyeyim, yeniden adaylık Erdoğan’ın yaşayacağı seçim yenilgisini sadece daha çok büyütür. Aksine, seçimde aday olmayıp başka bir ismi öne sürmesi Tayyip Erdoğan’a gelecek için ümitlenme sebebi verebilir.

İngiltere’de ağır yenilgi alan Muhafazakâr Parti’nin yeniden kendine gelmesi ve kendine bir yol çizmesi uzun zaman alacak, kimi uzmanlar ‘en az beş yıl’dan söz ediyor. Parti içinde çözümü daha sağa yönelmekte arayanlar da olacak, Lizz Truss gibi Trumpvari popülizmi savunanlar da.

Benzer bir durum aslında daha bugünden Ak Parti için de geçerli; çünkü alınan yerel seçim yenilgisinden gereken dersleri çıkarmadılar, o derslerin uygulamasını da sürekli geleceğe erteliyorlar. Bu erteleme 2028’e (veya seçim yapılana) kadar devam edecek bence ve Ak Parti’deki esas hesaplaşma o seçim yenilgisinin ardından yaşanacak.

CHP’de ise sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun değişmesinin bile seçmen gözünde aslında ne büyük bir değişim algısı yarattığını yeni yeni kavrıyoruz. Kılıçdaroğlu’nun tek kusuru CHP’nin kendisiyle kaim olacağını düşünüyor olmasıydı; hiçbir seçim yenilgisinden sonra hesap vermedi, son büyük yenilginin de hesabını vermeyecekti az kalsın.

İngiltere’de tanık olduğumuz, anti popülist bir siyasi değişim dalgası. Türkiye’de tanık olacağımız da bu olacak. CHP’nin 2028’e giderken dikkate alması gereken şey bu bence.

Deniz Akkaya vakasını ciddiye almak gerek

Deniz Akkaya vakasını ciddiye almak gerek

Bir annenin anneliğini yargılamak kimseye düşmez, başta onu söyleyeyim. Bu yazı da Deniz Akkaya’nın anneliğini yargılamak için yazılmıyor zaten.

Yaşananları bilmeyen kalmadı: Akkaya bir gece 16 yaşındaki kızıyla kavga etti. Bu kavga bir süre sonra fiziki kavgaya da dönüştü.

Bütün bunları bilmemiz gerekmiyordu aslında ama Deniz Akkaya kızıyla arasında yaşananları sosyal medyada ilan edince öğrendik. Tabii savcılık, polis ve Aile Bakanlığı da öğrendi.

Akkaya ve kızı karakolda ifade verdi, birbirlerinden şikayetçi oldular. Aile Bakanlığı 16 yaşındaki kızı korumaya aldı. Şimdi savcılık Deniz Akkaya’ya kendi çocuğunu silahla yaralamaktan dava açtı (Silahtan kasıt Akkaya’nın kızına vurmak için kullandığı su termosu).

Çoğunlukla dört duvar arasında ve aile içinde yaşanan bu çeşit olayların polis ve adliyeye intikali halinde neler olduğunu görüyoruz bu vakada.

O yüzden 10Haber’in bu habere verdiği başlığı (Anne-babalar, bir daha çocuğunuza el kaldırırken Deniz Akkaya’yı hatırlayın) sahiden akılda tutmak lazım.