08-07-2024
İsmet Berkan

Türkiye, İngiltere, Fransa: Rüzgar neden soldan esiyor?

Türkiye, İngiltere, Fransa: Rüzgar neden soldan esiyor?

Ülke isimlerinin çok önemi yok, dünyanın her yerinde popülist siyasetin mesajı da, siyasi söyleminin temeli de aynı:

-On yıllardır sizi yöneten siyasetçiler beceriksiz ve yönetemiyor, sizi de düşünmüyor, kendi ceplerini ve minik bir elit azınlığı düşünüyor.

-O siyasetçilerin aşırı özgürlükçü ve tuhaf ahlaki değerleri yüzünden sizin refahınız düşüyor, ekmeğinizi ülkeye daha dün gelen bir takım yabancı göçmenlerle paylaşıyorsunuz.

-Bu siyasetçileri def ederseniz biz de gelip o yabancıları def edeceğiz ve hem ülkemize yeniden sahip çıkacağız, hem de ülkemizi yeniden büyük yapacağız.

Bu söylem Amerika’da da, Fransa’da da, Almanya’da da, Avusturya’da da, Hollanda’da da, Polonya’da da üç aşağı beş yukarı bu cümlelerle aynen tekrar ediyor.

İşin ilginci şu: Bu popülist ve çoğu zaman da ‘aşırı sağ’ olarak adlandırılan akımların her biri tanımı gereği milliyetçi ve içe kapanmacı ama kendisine benzer diğer ülkelerdeki partilerle/siyasi akımlarla bir çeşit ‘enternasyonal’ oluşturmaktan da çekinmiyor.

Biz Türkiye’de aynı popülist siyasi akımı çok daha önceden, 1990’lardan itibaren gördük. Refah Partisi tam olarak yukarıda anlatmaya çalıştığım söylemlerle ‘sistem dışı’ olduğunu öne süren bir partiydi; 1994’te yerel iktidarda payını çok büyüttü, 1996’da da ülkede iktidar oldu.

‘Sistem dışı’lığın, hatta ‘anti-sistem’ olmanın Türkiye’de de, Amerika’da da, Fransa’da, İngiltere’de, Almanya’da ve başka ülkelerde bu denli ilgi çekmesinin nedenlerini anlamak da çok zor değil aslında.

Yerleşik siyasetin yönetim ve çözüm üretme beceriksizlikleri göstermesi; köklü reformlarla kalıcı çözümler aramak yerine kendilerini siyaseten ayakta tutan dengeyi sürdürmeye yönelik minik işler yapması, kendi aralarında geniş halk kesimlerinden çok bir grup dar siyasi eliti ilgilendiren şiddetli kavgalar yaşamaları ve en önemlisi artık geniş halk kesimlerinin değil çok dar elit grupların temsilcisi haline gelmeleri…

Türkiye’de bunu yaşadık ve ‘sistem dışı’ olan (yani daha önce iktidarda denenmemiş olan) ve aynı zamanda popülist bir söylemi dile getiren Ak Parti iktidar oldu.

Aslına bakacak olursanız Ak Parti ve Tayyip Erdoğan 21. yüzyılın yönetime seçimle gelen ilk popülist lideriydi. Hala iktidarda ama artık onun popülizmi geniş halk kitleleri için değil son derece dar bir Ak Partili ve MHP’li elit için çalışıyor. Yani bir zamanlar en şiddetle eleştirdiği sistem partilerinden biri oldu bu parti. Ülke için siyaset yapmıyor, devasa bir çıkar dağıtma makinesi olarak çalışıyor.

‘Sistem dışı’nın iktidara geldikten sonra ve iktidarda kalmak için yaptıklarını incelemek için aslında Ak Parti ile Tayyip Erdoğan en eski örnek ama hakkında en çok inceleme yapılan eski ABD Başkanı Donald Trump oldu. Trump ilk seçildiği 2016’da o kadar sistem dışıydı ki yönetim kademelerine yerleştirecek yeterli eliti bile yoktu; kaçınılmaz olarak eski elitlerle işbirliği yapmak zorunda kaldı. Bugün yeniden seçilmenin eşiğinde ve sekiz yıl öncesine göre çok daha hazır: Yeterince, hatta fazlasıyla kendi eliti var, bir günde yönetimin her kademesine tam olarak el koyabilir. Buna Pentagon dahil.

Amerika’da Trump rüzgarı yükseledursun, bence artık dünya çapında trend belirleyici bir ülke haline gelen Türkiye’de, hemen ardından İngiltere’de ve dün de Fransa’da farklı bir rüzgar esmeye başladı: Sol rüzgar.

Dünyanın her yerinde popülist aşırı sağcı siyaset, merkez siyasetin ya tamamen yok olması veya çok zayıflamasıyla güçleniyor. ‘Merkez siyaset’ yani klasik merkez sağ partiler…

Türkiye’de Ak Parti, ANAP ve DYP gibi iki merkez partinin sıfırlanmasıyla iktidar oldu. Fransa’da, ülkede 5. Cumhuriyet’i kuran parti olan De Gaulle’ün partisi yok oldu. Almanya’da Hıristiyan Demokratlar’ın oyu sürekli aşırı sağ karşısında aşınıyor. İngiltere’de Muhafazakarlar erirken aşırı sağcı popülist Reform Partisi tarihi oy seviyesine ulaştı.

Ama şimdi görüyorsunuz, Türkiye’de CHP üzerinden, bu partinin kendisini de şaşırtan bir büyük koalisyon kurdu seçmen. O seçmen CHP’nin biz beğenmesek bile ‘sol’ bir parti olduğunu biliyor; sorunlarının çözümünü gündelik taktiklere dayalı reaksiyoner hareketlerden değil, durmuş oturmuş bir programı olan CHP’den bekliyor. Bu seçmen koalisyonu ilk genel seçimde CHP’yi iktidar yapacak, daha önce yazdım, bundan adım gibi eminim.

Aynı şeyi İngiliz seçmen de yaptı; yıllar sonra İşçi Partisi’ni yeniden ülkeyi yönetecek kadar sorumlu siyaset yapacak bir parti olarak gördü; gündelik tepkilere değil, durmuş oturmuş siyasi/ekonomik programa oy verdi.

Şimdi aynı şeyin Fransa’da da yaşandığını görüyoruz, seçmen eski solcu ama yeni merkezci Macron’a ve sol ittifaka, ‘Bir araya gelin sorunlarımızı çözün, ülkemizi yeniden ayağa kaldırın’ diyor. Sol ittifaka ve Macron’a seçimin ikinci turunu kazandıran en önemli şey bu iki siyasi grubun ikinci turda işbirliği yapmayı başarmış olması, bunu unutmayın.

Dünyanın her yerinde insanlar iyi yönetilmek ve yeniden refaha kavuşmak istiyor. Popülist dalgayı durdurmanın, reaksiyoner siyasetler yerine etraflıca düşünülüp hayata geçirilmek için hazırlanmış programlar koymanın daha kıymetli olduğu yavaş yavaş seçmene de yansıyor.

10Haber’de 30 Mayıs’ta tam metnini yayınladığımız bir grup önemli iktisatçının bildirisi tam da bu konudaydı. Bütün bunların birbirine benzer zamanlarda ortaya çıkması hiç tesadüf değil.

Erdoğan maça neden o kadar kalabalık gitti?

Erdoğan maça neden o kadar kalabalık gitti?

Bir arkadaşım dün eski adı Twitter olan X’ten bir link göndermişti. Linki tıkladım, Berlin’de Tayyip Erdoğan’ın konvoyu olduğu iddia edilen uzun mu uzun, bitmek tükenmek bilmez bir konvoyun geçişi videosunu izledim. 

Bilmiyorum bu sahiden Erdoğan’ın konvoyu muydu, çünkü makam arabasında bayrak göremedim. Ama Berlin’i biraz biliyorum, zamanında Başbakan Angela Merkel’i makam arabasından inip marketten alışveriş yaparken görmüşlüğüm de var, böyle bir konvoy orada hiç alışıldık bir şey değil.

Almanya’da Başbakanlık binasının neredeyse kapısına kadar polis sizi durdurmadan gidebilirsiniz. Zaten başbakanlık ile parlamento binasının arasında kalan mütevazı büyüklükteki yeşil alan ve yol Berlin’de sabah yürüyüşü veya koşusu yapanların, bisikletlilerin vs çok kullandığı bir alandır, ben de oradan defalarca yürüdüm, bir kez olsun polis kalabalığı görmedim.

Oysa Türkiye’de Beştepe Almanya’nın Başbakanlık binasıyla kıyaslanamayacak kadar inanılmaz büyüklükte bir arazinin içinde yer alan dev bir bina biliyorsunuz. Bırakın bu binanın yakınından yürüyerek geçmeyi, Beştepe binasının etrafındaki dev bahçeyi çevreleyen duvarların dışındaki kaldırımda yürüseniz polis hemen sizi durdurur. Tuhaf bir güvenlik anlayışımız var, vatandaşa yasak koymayı marifet kabul eden.

Dediğim gibi o videodaki konvoy Erdoğan’ın konvoyu mu bilmiyorum ama bir şey biliyorum: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Hollanda ile oynayacağımız maçı izlemeye bir hayli kalabalık bir heyetle ve dev gibi bir Boeing 747 ile gitti. O kadar büyüktü ki heyet, yanında mutat gazeteci grubu bile vardı.

Bu maç izleme seferinin kaç paraya malolmuş olabileceğini hesaplamanın çok anlamı yok, 100-150 bin Euro’dan az olmayan bir maliyetten söz ediyoruz. Oysa Erdoğan maça küçük uçakla ve çok daha dar (8-10 kişilik) bir grupla da gidebilirdi. Koruma hizmetini zaten Alman hükümeti sağlıyor ister istemez. O zaman seyahatin toplam maliyeti belki 50 bin Euro’ya kadar düşerdi ama daha önemlisi Türkiye’de herkesin tasarruf yapmaya zorlandığı bu dönemde etkili bir tevazu gösterisi de yapılmış olurdu; oysa şimdi tam tersi oldu.

Bazı eski alışkanlıkları değiştirmek sahiden zor.