Bu yazı Türk polisine övgü yazısıdır
Polisi öven değil aksine eleştiren bir refleksim var. Uzun yıllar boyunca, özellikle siyasete değen polis soruşturmalarında bu kurumun ‘koruyan ve hizmet eden’ değil aksine kavga eden taraflardan biri olduğunu düşündüm. Aslında bu düşüncemi değiştirecek yeterli sebep yok ortada, ama bugün ezberimi bozup polisi öveceğim.
İki örneğim var, ikisi de güncel.
Birinci örnek Sinan Ateş cinayeti. Biliyorsunuz, Ankara’nın artık göbeği kabul edilen Çukurambar Semtinde sokak ortasında çok profesyonelce bir suikastti bu.
Tetikçi oradan bekleyen bir motosikletle kaçırıldı. Motosiklet yol ortasında bekleyen bir otomobile aktardı tetikçiyi, o otomobil aldı adamı bir çiftliğe sakladı, ortalık yatışınca da oradan İstanbul’a kaçırıldı.
Sinan Ateş cinayeti organizasyonu aslında çok büyük. İstanbul’dan Ankara’ya içinde çok sayıda insan rol alıyor.
Ama polis açısından soruşturma cinayetin üstünden üç veya dört gün geçtikten sonra tamamlanmıştı. Polis olayı her yönüyle çözmüştü. O kadar ki, tetikçiyi İstanbul’dan Ankara’ya getiren organizasyondan tetikçiyi kaçıran organizasyona kadar her şey ortaya çıkmış, gerekli ve önemli bütün isimler gözaltına alınmıştı bile.
Biz gazeteciler, polisten ve savcılıktan sızan bilgiler sayesinde daha o günden itibaren cinayetin adım adım nasıl işlendiğini tam bir zaman çizelgesi çıkarabilecek kadar biliyoruz ve yazıyoruz da.
Bu cinayeti üç günde bütün detayıyla çözen Ankara polisini bildiğim kadarıyla bu başarısından ötürü kimse kutlamadı.
Sinan Ateş cinayetinde mesele polisten değil savcılıktan kaynaklanıyor. Üç günde çözülen cinayetin davasını açmak 17 ay aldı. Defalarca soruşturma savcıları değişti, tuhaf biçimde izne çıkarıldı. Polisin soruşturmasında ise (bir gözaltı tutanağı arızası dışında) hiçbir aksaklık ve yasadışılık olmadı.
İkinci örneğim, dün Sabah gazetesinde okuduğum, bugün 10Haber’de epey ayrıntılandırarak yazdığımız bir haber.
Okumuşsunuzdur veya mutlaka okuyun zaten, ama kısaca anlatayım: İstanbul Kağıthane’de bir emlakçı, satması için kendisine verilen bir emlaka 3,2 milyon Euro istemektedir. İngiltere’den bir kadın emlakçı arar, müşterisi için bu emlakı alacağını söyler, ama satış fiyatını 4 milyon Euro gösterip aradaki 800 bini paylaşmayı önerir. Bizim emlakçı üstüne atlar. Ama sonunda 400 bin Euro’sunu İngiltere’den gelen kadına kaptırınca çaresiz polisi arar.
İstanbul polisinin bu çarpıcı dolandırıcılığı çözmesi sadece birkaç saat sürer.
Aslında kendisi dolandırıcılık peşindeki Kağıthaneli emlakçının sorununu çözmek için polisin meselenin bu yönüne hiç takılmadan (yani ‘Bu adam aslında mağdur değil, dolandırılmayı hak etmiş’ diye düşünmeden) son derece profesyonel biçimde çalışması çok çarpıcı.
Bakacak olursanız, İstanbul polisi dolandırıcılık yapayım derken dolandırılan bu adam için inanılmaz kaynak harcamış. Onlarca polis memurunun yüzlerce saatlik mesaisinden söz ediyoruz.
İngiltere’den gelen kadın ve yanındaki erkeğin adım adım İstanbul’da nerelerde dolaştıkları saptanmış, belki binlerce saatlik video taranmış, Aksaray’da yemek yedikleri lokantaya kadar her şey bulunmuş.
Bu polislik başarısını alkışlamamak olmaz. Gerçekten de Türkiye’de suç işlemenin ve sonra cezasız kalmanın ne kadar zor olduğunu görüyor insan böyle haberleri gördükçe. Polisin yaptığı bu caydırıcılığı oluşturmak, ‘Eğer sen suç işlersen ben de seni anında yakalarım’ hissini herkese vermek.
Polis Türkiye’de siyasi bölünmenin tarafı gibi hareket etmeye, işkenceye ve yargısız infaza kalkışacak olursa elbette sonuna kadar eleştirilir ama bu başarıları görmezden gelmek de olmazdı.