11-07-2024
İsmet Berkan

Tam da polisi övdükten bir gün sonra gelen iddianame

Tam da polisi övdükten bir gün sonra gelen iddianame

Daha dün burada Türk polisine övgü yazısı yazdım. Ama bugün tam tersini yapacağım: Polisin, daha doğrusu savcılıklarımızın soruşturma kalitesi her zaman kuşkular doğuruyor çünkü.

Taze örneklerden birini dün BirGün’de Timur Soykan yazdı. Hollandalı bir uyuşturucu şebekesiyle onun Türkiye’deki kara para aklama operasyonlarını yürüten sisteme daha önce ciddi operasyonlar yapılmıştı.

Hollandalılar’ın uyuşturucu gelirleri İstanbul’da Akmerkez’in hemen karşısında son derece lüks ve özel otomobiller satan bir galeri aracılığıyla aklanıyordu. Bu galerideki son derece pahalı araçlar üst üste alınıp satılıyor, böylece elde edilen gelir aklanmış oluyordu. Polisin saptamasına göre bazı otomobiller aynı gün içinde üç kez el değiştirebiliyordu.

Biliyorsunuz, bu galerinin defalarca alım satıma konu Ferrari’leri, Bentley’leri, Range Rover’ları, Mercedes’leri vs şu an İstanbul polisi tarafından kullanılıyor. Kimi trafik polisi, kimi asayiş polisi.

Bu araçlara henüz mahkeme elkoymadı aslında, ama polis biraz da suç çetelerine mesaj vermek için hukuku zorladı, araçları aldı, kullanıyor.

Fakat Timur’un dünkü yazısından öğreniyoruz, bu araçları alıp satıp parasını aklayan uyuşturucu şebekesinin yargılandığı davada artık tutuklu sanık kalmamış.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, diyeceksiniz ama vaziyet bu. Sanıklar cumartesi sabahı 02.30’a kadar devam eden yargılama sonunda tahliye edilmiş.

Evet, elbette ortaya şüpheler çıkıyor bu tahliyelerle ilgili, ama savcılığın iddianamesine ve soruşturma kalitesine de bakmak gerekmez mi? Ortada mıh gibi deliller mi var, yoksa bir takım gizli tanık/ihbarcı ifadeleri mi?

Bir başka örnek, Dilan ve Engin Polat çiftiyle ilgili iddianame. Bu karı koca kasım ayından beri tutuklu. Savcılık herhalde onlarla ilgili daha önceden beri soruşturma yürütüyor.

İddianamede atılı suç, yasa dışı bahis gelirlerinin aklanması.

Aklamadan söz edildiğine göre bunu kanıtlamak da zor olmamalı. Öyle ya, para aklamak dediğiniz şey şu: Yasadışı yolla elde edilen gelir banka hesapları üstünden şirketin içine girecek ve dışarı çıktığında da vergisi ödenmiş, yasal ve meşru kazançmış gibi gözükecek.

Dolayısıyla Dilan ve Engin Polat’ın eğer kara para aklama suçu işlediği iddia ediliyorsa bu suçu kanıtlayan bütün delillerin onların (ve akrabalarının) şirketlerinin para hareketlerinin içinde gizli olması lazım.

Şirketlere kaynağı belirsiz bir para giriyor olmalı. Peki öyle mi? Savcı iddianamesinde yasadışı bahis çetesi kurmaktan işletmeye kadar pek çok suçlamada bulunuyor ama, belki ben göremedim, şirketlere giren kaynağı belirsiz bir paradan söz etmiyor.

Dilan ve Engin Polat’la ilgili bir de MASAK raporu var. Bu rapor daha çok şirketlerden çıkan paralarla ilgilenmiş. Öte yandan Engin Polat’ın bir de ifadesi var, ‘Bizim ciromuz 500 milyon liraydı’ diyor ve bu cironun tümüyle belgeli olduğunu söylüyor.

Savcı bu giren paraya, bu paranın kaynağının meşru olup olmadığına ne kadar bakmış, iddianameden bu anlaşılmıyor.

Öte yandan bu şirketlerden çıkan parayla ilgili ciddi sıkıntı var, bu görünüyor. Toplam 489 milyon liralık bir naylon faturadan söz ediyor savcı. Bu faturalar hep Dilan Polat Güzellik Merkezleri’nin sattığı söylenen ürünlerle ilgili olduğu iddia edilen, ama hepsi de Polat ailesine ait şirketlerin kestiği faturalar. Burada vergi kaçırma suçu neredeyse açık açık görünüyor.

Ama tabii vergi kaçırmakla kara para aklamak aynı şey değil; hatta bir anlamda birbirinin tersi şeyler. Hollandalı çetenin kara para aklama düzenini hatırlayın, o otomobillerin her el değiştirmesinde vergi ödeniyordu. Oysa muazzam cirolarına rağmen, Polat’lar bırakın devlete kurumlar vergisi ödemeyi, KDV ödemekten bile kaçınmak için her türlü düzeni çevirmiş görünüyor.

Polis tarafından operasyon yapıldığında kamuoyunda büyük ses getiren bu çeşit adli vakalarda soruşturma kalitesi yeterince iyi olmayınca, yargılanmasından diğer sonuçlarına kadar o olayda her şeyin tartışılır hale gelmesi kaçınılmaz.

Dün burada polisi överken onun suçluyu anında yakalama kapasitesinin yarattığı ciddi caydırıcı etkiden söz ettim. Bugün ise tam tersi bir etkiden söz edeceğim: Polisin ve savcılıkların soruşturma kalitesinin düşüklüğü yargılamanın adaletsizliği sonucu, hatta suçluların elini kolunu sallaya sallaya dolaştığı izlenimi yaratıyor ve toplum vicdanında ciddi yaralar açıyor.

Soruşturma kalitesi düzelmeden yargı da düzelmez bu ülkede. Suçlular kanaatlere göre değil delillere göre yargılanıp mahkum edilmeli.

Temenni mahiyetinde atılan temeller…

Temenni mahiyetinde atılan temeller…

Rahmetli Bülent Ecevit 70’li yıllarda ortak hükümet de kurduğu zamanın Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan’la ilgili şu anısını birkaç kez anlatmıştı.

Erbakan o sıralar sürekli yeni fabrika ve tesislerin temelini atmaktadır, ama temeli atılan tesisler için hükümet içinde hiçbir görüşme yapılmadığı gibi bu tesisler aslında yatırım planlarına da dahil değildir.

Ecevit bir gün bu gerçeği hatırlatarak Erbakan’a atılan temelleri sorduğunda ‘Efendim’ cevabını alır, ‘O temeller temenni mahiyetinde atılıyor.’

Erbakan’ın temenni mahiyetinde temelini attığı yerlerin pek azı hayata geçebildi.

Bugün bu öyküyü aklıma 10Haber’de okuduğum bir haber getirdi. Bursa’da Uludağ Üniversitesi kampüsüne kadar giden metronun birkaç kilometre ilerideki Görükle’ye uzatılması söz konusu olmuş, hatta bu metro inşaatı için temeli bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan atmış.

Ama temel atma töreninden 1,5 yıl sonra yeni öğreniyoruz ki bu metro inşaatı için daha ihale bile yapılmamış; yakın zamanda yapılıp yapılmayacağı da belli değil; çünkü Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bunu yapacak parası yok. Eskiden belediye Ak Parti’deyken bir ihtimal bu yatırımı Ulaştırma Bakanlığı üstlenebilirdi, ama artık belediye CHP’de olduğu için böyle bir ihtimal de yok.

Bursa’da atılan o temel de anlaşılan temenni mahiyetinde atılmış.