15-07-2024
İsmet Berkan

Siz Esad olsanız Erdoğan’la konuşur musunuz?

Siz Esad olsanız Erdoğan’la konuşur musunuz?

Başlıktaki soruyu kışkırtıcı bulanlar olabilir ama öyle düşünmeyin. Bu soruda ifade edilen, diplomasi mesleğinde olan herkesin neredeyse her gün yaptığı bir zihni egzersiz.

Karşınızdaki gibi düşünmeye çalışmadan, onun akıl yürütme biçimini ve neyi neden söylediğini tam anlamadan hiçbir pazarlığı yapamazsınız.

Gelin Beşar Esad gibi düşünmeye çalışalım ve Türkiye ile barışma, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la masaya oturup müzakere etme ihtimallerini konuşalım.

Esad başka her şeyden önce kendisini egemen bir devletin egemen devlet başkanı olarak görüyor.

2011’de ülkesinde iç savaş başladığında çok zor zamanlardan geçti, Rusya Dışişleri Bakanı o zor zamanlarda İstanbul’da Conrad Otel’de Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile buluşup Esad’a gidecek ülke aradı. O kadar büyük zorluklardan geçti.

Ama 2015’ten itibaren Rus askerinin devreye girmesi, bu arada muhalifleri destekleyen uluslararası koalisyonun da dağılıp Türkiye’den ibaret kalmasıyla iç savaştaki dengeleri kendi lehine çevirdi. 2018’de, altı yıl önce iç savaşı Esad ve rejimin kazandığı aslında ABD tarafından bile kabul edildi.

Yani karşımızda ülkesindeki kanlı iç savaşı kazandığını düşünen biri var. Bu yetmezmiş gibi, yakın zaman önce pek de demokratik şartlara uymayan ama Suriye tarihi açısından bakarsanız geçmişten çok da farkı olmayan bir seçim düzenleyip yeniden devlet başkanı olarak da ‘seçildi.’

Seçildi ama hâlâ ülkesinin topraklarının tamamına hakim değil. Hiç kuşkusuz bir amacı ülke topraklarının tamamında yeniden egemenliğini tesis etmek. Peki bu egemenliğe kim engel oluyor? 

Esad bir numaralı engel olarak Türkiye’yi görüyor. Gerçekten de Türk askeri Suriye’nin önemli bir bölümünü kontrol ediyor. Buralar Türkiye’nin uzantısı gibi artık; Türk kaymakamlar, Türk polisler, diğer sivil Türk görevliler çalışıyor orada. Banka şubeleri var, PTT var, DSİ bile var.

Esad’ın egemenliğini tesis etmede iki numaralı engeli ise ABD. Bu ülke sahada sayısı iki binden bile az askeriyle ana gücünü PKK/YPG’nin oluşturduğu bir silahlı gücü eğitti ve donattı, şimdi onlar aracılığıyla Suriye’nin neredeyse üçte birinde hakim konumda.

Esad açısından bakıldığında bu iki ‘düşman’ı aslında birbirine kırdırmak mümkün. Çünkü Türkiye, ABD tarafından kontrol edilen bölgede PKK/YPG denetiminde bir siyasi yapı istemiyor. Tam tersi de geçerli: PKK/YPG de en büyük düşman olarak Suriye’yi değil Türkiye’yi görüyor; Türkiye tehlikesinden kurtulmak için Suriye rejimiyle ve Rusya ile işbirliğine hazır.

Ama şunu unutmayın: Esad nihayetinde PKK/YPG hakimiyetine de izin vermek istemiyor, bu toprakları da kendisi yönetmek istiyor.

Bu yüzden zamana yayılan bir oyun oynuyor. Türkiye’den bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan iki hafta içinde üç kez ‘Gel barışalım, gel masaya oturalım’ çağrıları gelince de zamana yayılan oyununda başarılı olduğunu, kazanmakta olduğunu düşünüyor, keyifleniyor. Hatta tabiri caizse Türkiye ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak istiyor.

Esad’ın bir avantajı var: Zaten yakılmış, yıkılmış, nüfusunun yarısı yerinden yurdundan edilmiş, üçte biri ülke dışına kaçmış bir ülkesi var. Daha kötü ne olabilir? O yüzden bekleyecek, aklındaki çözümü zamana yayacak sabrı var.

Türkiye’nin kabul etmeyeceğini bile bile ‘Önce Türk askeri Suriye’den çekilsin, sonra konuşuruz’ diyor. Bir ara bu şartı kaldırmış gibi yaptı, sonra yeniden koydu, biliyorsunuz.

Yalnız bu akıl yürütmede Esad bir vahim hata yapıyor olabilir. Zaman, evet Türkiye’nin aleyhine çalışıyor ve Esad’a kazanç sağlıyor ama zamanın geçmesinden kazanç elde eden bir başka unsur veya ‘düşman’ daha var: ABD ve PKK/YPG.

PKK/YPG yönetiminin güçlenmesi, köklenmesi Esad’ın yağmurdan kaçayım derken doluya tutulmasına neden olabilir. Aynı ihtimal Türkiye için de çok zorlayıcı.

Türkiye ile savaşmak Esad’ın yapmak isteyeceği bir şey değil; çünkü bu savaşta Rusya’nın hala kendisini aktif olarak koruyan bir güç olarak yer alıp almayacağını bilmiyor. Kaldı ki Rusya da zaten Suriye’deki kaynaklarının çoğunu Ukrayna savaşına sevk etmiş durumda. Bu ülkenin aynı anda hem Ukrayna’da bütün Batıya karşı, hem de Suriye’de NATO üyesi Türkiye’ye karşı savaşması zor gözüküyor. Bunu Türkiye de görüyor elbette, o yüzden Esad’ı barışa zorluyor, daha doğrusu PKK/YPG’yi ikili kıskaca almaya teşvik ediyor.

Türkiye’nin bunu yaparken elindeki siyasi kozlardan vazgeçmemiş olması, Suriye’deki nihai çözüm için bugün bile 2015 tarihli BM Güvenlik Konseyi kararına referans vermesi Esad’ı kuşkulandırıyor. Çünkü Esad gücünü hiçbir etnik grupla paylaşmak istemiyor, ‘Savaşta kazandığımı oy sandığında kaybetmem. Zaferi ben kazandım, iktidarımı mağluplarla paylaşmam’ diye düşünüyor.

Türkiye’nin nasıl bir mülteciler sorunu varsa ve Suriye’den başlayacak yeni bir göç dalgasından korkuyorsa, Esad da özellikle İdlib’de yerleşik olan ve bu şehri yöneten HTŞ adlı İslamcı örgüt başta olmak üzere radikal İslamcı muhalefetten çekinmeye devam ediyor. Buna Türkiye tarafından yönetilen ÖSO da dahil. Türkiye üstü kapalı biçimde ÖSO’yu Esad’ın komutasındaki Suriye Milli Ordusuna entegre etmekten söz ediyor, ama Esad bu güçlere de Türkiye’ye de güvenmiyor elbette.

O yüzden Rusya’dan Türkiye ile barışma baskısı görse bile başta kurduğu stratejiden vazgeçmiyor, Türkiye ile konuşacakmış gibi yapıyor ama zamana oynamaya devam ediyor.

Diplomaside ‘brinkmanship’ adı verilen gerginliğin sürmesine izin verme, hatta tırmanmasını sağlama taktiği açıkça görülüyor Esad’ın. Ama unutmamak gerek, Tayyip Erdoğan da bu ‘uçurum kenarı diplomasisi’ tekniğini geçmişte sık sık kullanmış bir siyasetçi.

Şimdilerde yumuşak tarafını görüyoruz Erdoğan’ın ve Türkiye’nin, ama yurtiçinde seçim baskısı başladığında sert yüzünü yeniden gösterebilir. Hatta seçim kazanmak için Suriye’de savaş başlatabilir.

Esad, Türkiye’nin kendisine yarattığı maliyetin esas büyük kısmını ödediğine inanıyor; şimdi Türkiye’ye maliyet ödetmeye çalışıyor. Aslında başarıyor da…

Başlıktaki soruya geri döneyim: Siz Esad olsanız Erdoğan’la görüşür müsünüz?

Trump’a seçim kazandıran kurşun

Trump’a seçim kazandıran kurşun

Donald Trump’ın ta 2020’den beri devam eden başkanlık kampanyasının en temel söylemlerinden biri şu: Ben sistem dışıyım ve Amerikan derin devleti beni yarışta saf dışı bırakmak istiyor. 2019’da kazandığım seçimi elimden aldılar, beni iki kere azletmeye çalıştılar, tutuklayıp hapse göndermek, aday olarak ismimin oy pusulasında yer almasını englemek istediler…

Bu söylemleri dile getiren Trump yakın zamana kadar şunu da söylüyordu: Beni öldürmeye de kalkışabilirler, FBI silahlı adam arıyor. Hatta idam etmeye çalışabilirler…

Cumartesi akşamüstü, Türkiye’de sabaha karşı saatlerde, Pennsylvania’da 20 yaşında bir çocuk babasının tüfeğiyle Trump’a ateş etti. Kurşun bir iki santim sola gitse veya o an Trump kafasını çevirmese öldürülmüş bir başkan adayından söz ediyor olacaktık bugün. Aynen 1968’de seçimi kazanması beklenen Demokrat aday Robert Kennedy gibi; ‘Öldürülmese seçim kazanacaktı’ denecekti Trump için.

Ama Trump ölmedi. Kulağını sıyıran kurşun onu birdenbire ‘Aziz’ mertebesine getirdi. Artık seçimi kazanacağı daha da kesin gibi.

Bu kurşun Trump’ı ıskaladı, ama o sırada çok uzaklarda olan Joe Biden’ı vurdu. Çünkü Biden’ın bütün seçim kampanyası dört yıl önce olduğu gibi Amerikan seçmenini ‘Aman ha Trump geliyor’ diye korkutmaktan ibaretti. O korkutma için mutlaka doz yükseltmek gerekiyordu ve Biden’ın o doz yükseltme konuşmaları bugün kolayca ‘şiddet çağrısı’ diye niteleniyor.

Üstüne Gizli Servis’in Trump’ı korumakta yaptığı müthiş ölümcül hata da eklenince Biden yönetimi ve seçim kampanyası ciddi çıkmaza girdi.

Bütün dünya bence dün sabah itibariyle kemerlerini sıktı, ilk döneminden çok farklı olması beklenen yeni bir Trump dönemine hazırlanmaya başladı. Trump’ın yeni döneminde dünyanın dört bir yanında çok sayıda taş yerinden oynayacak.