23-07-2024
İsmet Berkan

Kılıçdaroğlu’nun yapmadığını Biden yaptı, hem kendisi tarihe geçiyor hem Amerika’da hava değişti

Kılıçdaroğlu’nun yapmadığını Biden yaptı, hem kendisi tarihe geçiyor hem Amerika’da hava değişti

Amerika’nın siyasi partileri bizim Türkiye’den bildiğimiz partilere hiç benzemiyor.

Bu benzemezliğin temelinde iki unsur çok önemli: 1. Bu partilerde kalıcı ve tartışmasız liderlik yapısı yok; 2. Bu partilerde bizim alışık olduğumuz türde parti disiplini yok.

Ama Amerika’da siyasi liderler var. 

Bakın Donald Trump’a. Partisinde ön seçim süreci başladı, ama çok kısa sürdü. Karşısında kimse duramadı, kısa zamanda ön seçim formaliteye dönüştü. Bu sonuç onun liderliğiyle ilgili.

Bakın Joe Biden’a. Görevdeki başkan olarak partisinin tartışmasız lideri. Öyle olduğu için herkesin ağzında ekşimsi bir tat bırakarak kendi adaylığını dayattı. Dört yıl önce seçilirken ileri yaşından ötürü tek dönemliğine geldiğini söylemişti, ama sonra ‘Benden başkası Trump’ı yenemez’ demeye başladı ve adaylığını dayattı.

Partide mırın kırın edenler oldu. Yani Trump’ın adaylığı gibi bütün parti tarafından benimsenmedi Biden’ın adaylığı, ama karşısına rakip de çıkmadı, çıkamadı.

Biden’ın kendini aday olarak dayatmasının neredeyse bire bir aynısını biz Türkiye’de yaşadık.

Kemal Kılıçdaroğlu hiçbir zaman hiçbir ankette seçilebilir aday olarak görülmemiş olmasına rağmen önce partisine, ardından da işbirliği yaptığı diğer beş partiye kendini aday olarak dayatmayı başardı.

Başardı diyorum, ama aslında hiç zorlanmadı. Bizdeki parti disiplini ona yardım etti, CHP’nin genel başkanı olarak tek belirleyici zaten kendisiydi. Diyelim bir başkası, mesela Ekrem İmamoğlu aday yapılacak olsa onu aday yapacak olan da Kılıçdaroğlu idi.

Nitekim bir önceki seçimde ‘Muharrem gel’ demiş ve Muharrem İnce’yi cumhurbaşkanı adayı yapmıştı. Kimseye sormadan, danışmadan, herhangi bir parti kurulunun onayını aramadan.

Ön seçimin ö’sü bile akla gelmemişti.

Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce’nin kazanmasına ihtimal vermemişti. Ama kaybetmiş hali bile başına bela oldu, Muharrem İnce partiyi seçimli kurultaya sürükledi, orada kaybedince partiden ayrılıp başka parti kurdu vs vs

Mesele cumhurbaşkanı olmaktan çok parti genel başkanı kalmakla ilgiliydi.

Rahmetli Korkut Özal Türkiye’de siyasetçilerin ‘Ülkem-Partim-Ben’ sırasıyla değil, ‘Ben-Partim-Ülkem’ önceliklendirmesiyle düşündüğünü söylerdi. Kılıçdaroğlu tam olarak bunu yaptı.

Aslına bakacak olursanız Joe Biden da geçen haftaya kadar böyle yapıyor, ‘Ben-Partim-Ülkem’ sıralamasıyla düşünüyordu, ama hafta sonu fikir değiştirdi, ‘Ben’i en arkaya aldı, ‘Ülkem-Partim-Ben’ dedi.

Yani Kılıçdaroğlu’nun yapmadığını yaptı, adaylıktan çekildi.

Tabii ki zamansızlık nedeniyle Demokrat Parti adayını ön seçimle belirlemeyecek. Şimdilik Biden’ın da önerdiği gibi Kamala Harris aday olmaya çok yakın görünüyor, hatta The New York Times’ın yazdığına göre kendisini aday ilan edecek delegeler içinde çoğunluğu 48 saat dolmadan elde etti bile.

Biden’ın kararı ise onu tarihe geçirdi. 1972 yılında, 52 yıl önce genç bir senatör olarak başladığı siyasi hayatının mirası artık parıldıyor. Yoksa tarihe ‘göz göre göre seçim kaybettiren egoist bunak lider’ olarak geçebilirdi. Şimdi herkesten müthiş saygı görüyor.

Öte yandan, sadece onun adaylıktan çekilmesi bile hem Donald Trump’ın adeta silindir gibi gelmekte olan kampanyasını sersemletti, o makineyi bozdu, hem de Demokrat Parti’ye müthiş bir iç enerji kazandırdı. Düne kadar yüzü yere bakan Demokratlar artık ‘Kazanabiliriz’ diye konuşuyor. Baksanıza Kamala Harris sadece bir günde 80 milyon dolara yakın yeni bağış topladı. İnanılmaz bir canlılık var Demokrat cephede.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Ben’ demekten vazgeçmemiş olması Türkiye’de Tayyip Erdoğan’a kendisinin bile beklemediği bir başarı getirdi, onun siyasi ömrünü beş yıl daha uzattı.

Seçimi kaybettikten sonra bile tarihe olumlu biçimde geçebilirdi, ama o ‘ben’ demekten vazgeçmedi, istifa etmediği gibi koca CHP’yi elinden tutup caddede karşıdan karşıya geçirilmesi gereken çocuk yerine koydu. Tabii partinin elinden tutacak ‘büyük’ de kendisiydi.

Ama bakın CHP’de yönetime Kılıçdaroğlu’nun çocuk sandığı gençler geldi. Parti dağılmadı, dünya yıkılmadı, hatta tam tersine parti başarı elde etti. ‘Mezarlıklar ben vazgeçilmezim diyen insanlarla dolu’ sözü bir kez daha doğrulandı.

Düne kadar CHP’nin sorunu olan mesele bugün Ak Parti’nin sorunu. Onun da başında sadece ‘Ben’ diyen bir lider var. O lider bu dönemin son dönemi olduğunu bildiği halde yerine birinin geleceğine ilişkin en ufak işaret bile vermiyor ve partisini kaçınılmaz sona doğru sürüklüyor, kimse de bir şey yapamıyor.

Oysa dün Türkiye’de, bugün de Amerika’da gördük; değişim her zaman iyidir, kimse vazgeçilmez değildir, insanların her zaman alternatifi bulunur, gidenin yeri dolar.

Siyasetçi açısından önemli olan ‘Ülkem-Partim-Ben’ sıralamasıyla düşünmek ve gitmeyi bilmektir.

Onurlu bir emeklilik herkese lazım.

Bir kalem darbesiyle silinen milyarlar

Bir kalem darbesiyle silinen milyarlar

Biliyorsunuz, Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin en önemli iddialarından biri ‘yerli ve milli’ olmak.

Bunu da savunma sanayiindeki hamlelerle ve Türkiye’nin ilk yerli elektrikli otomobili TOGG ile gösterdiklerini düşünüyorlar.

TOGG üstünden yaratılan milliyetçilik fırtınasını hepimiz hatırlıyoruz; bu özel girişimin nasıl Ak Parti ve Erdoğan propagandasına dönüştüğünü de.

Ama şimdi o Ak Parti ile o Tayyip Erdoğan’ın TOGG’u batırmak için büyük bir hamle yaptığını söylesem ne dersiniz, ne düşünürsünüz?

Çinli elektrikli otomotiv devi BYD’nin Türkiye’de fabrika kurması, bunun için bir milyar dolar yatırım yapması hiç kuşkusuz önemli bir şey. Ama ben hükümetten bu yatırımı Türkiye’de elektrikli otomotiv eko sistemine maksimum faydayı sağlayacak şekilde tasarlamasını beklerdim. Hayır, tam tersi yapıldı.

BYD’ye sadece Türkiye’de üretmeyeceği modelleri değil, daha Türkiye’de üretime bile başlamamışken bütün modellerini son derece düşük gümrük vergileriyle getirme hakkı tanındı.

Bu ucuz araçların iç pazara çıkması halen üretim hattını daha da hızlandırmaya çalışan TOGG’un sonunu getirecektir.

Ama tek meselemiz TOGG’un batması değil. Türkiye milli gelirinin yüzde 6,4’üne ulaşan bütçe açığını azaltmaya uğraşırken ve yurtdışına çıkış harcına bile zam yaparken BYD’den almaktan vazgeçilen vergi tutarı 132 milyar liraya ulaşabilecek.

Bu, korkunç kötü bir pazarlık. Çin şirketi bir koyacak, karşılığında onlarca alacak.

Tam bu konuyu konuşurken karşımıza yenisi çıktı. Bu kez de ayrıcalık sağlanan şirket Çinli Alibaba’nın kontrolünde olan e-ticaret devi Trendyol.

Türkiye’de e-ticaretin tekeli olma isteğini hiç gizlemeyen şirketin pazar payının hiç değilse yüzde 60’ı aşmaması için daha iki yıl önce Ak Parti tarafından bir yasa çıkarılmıştı. Şimdi bizzat Ak Parti bu yasayı tersine çevirecek, yasanın ruhunu ortadan kaldıracak bir düzenleme yapıyor. Bugün Meclis’te komisyonda görüşülecek.

Devlet bir kez daha milyarlarca liralık gelirinden vazgeçiyor. Hadi onu bırakın, esas önemlisi bu şirketin Türkiye’de e-ticaretin yegane hakimi olup sonra fiyatları canının istediği gibi belirlemesinin önü açılıyor.

Bunların hepsi tek kalem darbesiyle yapılıyor.