27-07-2024
İsmet Berkan

Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça…

Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça…

Ahmet Kaya’nın şarkısından bildiğimiz bu şiiri Yusuf Hayaloğlu yazmış. Bir başka dizesinde ‘Başım belada/ Tabancayı unutmuşum helada’ diyor şair.

Sabah sabah aklıma bu şarkının ve şiirin gelmesinin sebebi ise 10Haber’de okuduğum bir haber.

O civarda oturduğum için neredeyse her gün önünden geçtiğim bir inşaatla, Akmerkez’in Ahmet Adnan Saygun Caddesi’ne bakan cephesinin tam karşısındaki eski belediye sitesinin yerinde yükselen lüks binalarla ilgili haber.

Buradaki belediye sitesi 60 yıllıktı. Depremde ayakta kalamayacağı belliydi, yıkılması kötü olmadı. Ama yerine kentsel dönüşüm değil lüks inşaat yapıldı. Peki ona da kabul. Ekonominin kendi kuralları var.

Ancak sorun şu: Bu inşaat için İstanbul Büyükşehir Belediyesi imar planında değişiklik yapmamış, o yapmayınca da müteahhidin oraya bugün var olan binayı dikmesi imkansızlaşmış. Bunun üzerine devreye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı girmiş, elinde olan ve mantık gereği ancak kamu yararı için kullanılması gereken istisnai plan değiştirme yetkisini kullanmış, İstanbul’un en gözde bölgelerinden birindeki 10 bin metrekarelik arazi için mevcuttan daha yüksek imar izni vermiş.

Bu ekstra imar iznini kapan ve sahiden büyük bir hızla oraya o ultra lüks inşaatı yapan müteahhit Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın okul arkadaşı olarak da bilinen Mesut Toprak. İzni doğrudan bakanlıktan alması bizde neredeyse ‘vakayı adiye’ artık.

Belediye bakanlığın yaptığı bu plan değişikline itiraz etmiş, ama itirazı hemen reddedilmiş. Bunun üzerine gitmiş idare mahkemesinde dava açmış. Şimdi davayı kazandı, binaların imar planı iptal edildi. Tabii davanın daha Danıştay aşaması var, orada ne olacağını göreceğiz.

Peki ama belediye bu plana neden itiraz etmiş veya devreye Ankara’nın girmesine gerek bırakmayıp plan değişikliği talebini daha baştan kendisi kabul etmemiş?

‘Ne yani, bir müteahhide durduk yerde rant mı yaratacaktı’ dediğinizi duyuyorum ama işte tam burada ‘Nereden baksan tutarsızlık, nereden baksan ahmakça’ dizelerini hatırlamama sebep olan yere geliyoruz.

Aynı belediye, yani Ekrem İmamoğlu yönetimindeki Büyükşehir Belediyesi bu anlattığım Mesut Toprak’ın binalarına kuş uçuşu birkaç yüz metre mesafede gerçekten altın değerinde bir arsaya sahipti. Buradaki eski polis okulu belediyeye devredilmişti.

Eskiden polis okulunun bulunduğu Akatlar mahallesi minicik bir yeşil alanın bile bulunmadığı, inanılmaz otopark sorunları yaşayan bir mahalle (En yakın yeşil alan ta Alkent’in oradaki Sanatçılar Parkı).

Etiler’deki eski polis okulu arazisi şimdi dev bir inşaat çukuru, bitince orada kocaman üç kule olacak. İmar iznini belediye verdi, elini de bol tuttu.

Belediye eline geçen bu araziye dev bir park yapabilir, Akatlar semtini daha güzel, daha yaşanabilir bir yer haline getirebilirdi, ama yapmadı, onun yerine bu dev araziyi oldukça yüksek imar izni de vererek sattı.

Alıcı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hiç de yabancı olmadığı isimlerdi. Şimdi orada dev bir AVM ve aynen Akmerkez’inki gibi üç dev kule yükselecek. Yani Akatlar trafiği de, buradaki hayat da bugünkünden kat be kat daha zor ve çekilmez hale gelecek.

Birkaç yüz metre öteye bu dev imar iznini veren belediye yazının başında anlattığım yere neden imar izni vermez?

Bu kadar çok paranın döndüğü bu işlerde boşuna tutarlılık aramayın.

İstanbul için hangisi daha iyi, hangisinde daha çok kamu yararı var sorusunu ise hiç sormayın.

Türkiye sahiden yüksek teknoloji dönüşümü mü istiyor?

Türkiye sahiden yüksek teknoloji dönüşümü mü istiyor?

İşaretini ve bazı ayrıntılarını Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in aslında aylardır duyurduğu yüksek teknoloji dönüşümü teşvik sistemi dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da resmen ilan edildi.

Çok kabaca bakacak olursak devlet toplamda 30 milyar dolara varan bir teşvik uygulayacak, bu sayede Türkiye’ye başta elektrikli otomobil ve bunların pil sistemleri olmak üzere yüksek teknoloji yatırımları gelecek. Elbette yerli aktörlerin de bu girişimleri başlatmaması için bir sebep yok.

Genel beklenti bu teşvikler neticesinde 20 milyar dolarlık yatırım yapılacağı yönünde. Bu yatırımların ağırlık merkezlerinden biri de yenilenebilir enerji konusunda olacak.

Aslında enerji dönüşümünü sanayi yatırımlarından ayrı düşünmek gerekir. Bu dönüşüm için Dünya Bankası’ndan da ciddi kaynak temin edilmiş durumda; Türkiye’nin güneş ve rüzgardan enerji üretme konusunda gaza daha sert basması gerekecek. Çünkü genel olarak ‘yeşil dönüşüm’ adı verilen enerji dönüşümünü hızlandırmazsak Avrupa Birliği’ne ihracatımız ciddi bir darbe yiyebilir.

Teşvik programının açıklaması dün yapıldı ama sanırım birkaç hafta önce Çinli elektrikli araç devi BYD’ye verilen muazzam teşvik de aslında bu programın bir parçası.

Devletin teşviklerinin önemli bölümü her zaman olduğu gibi devletin bazı gelirlerinden (özellikle de vergi ve sigorta primi) vazgeçmesi şeklinde uygulanacak. BYD’ye verilen 100 bin araçlık düşük vergili ithalat izni işte bu kapsamda.

Fakat tabii yanlış anlamamak lazım: Dün Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı teşvikler aslında Türkiye’ye teknolojik sıçrama yaptırma konusunda sınırlı bir etkiye sahip olacaktır.

Burada amaç ve hedef Türkiye’nin cari açığını düşürmek. Aslında bunu yapmanın yegane yolu da özellikle ihraç ürünlerinde yaratılan katma değeri arttırmak.

Herhangi bir üründe daha yüksek katma değer elde etmenin yolu ise sır değil: O ürünü siz icat etmiş, tasarımını siz yapmış olacaksınız.

Dün açıklanan teşviklerin icat yapmakla veya bize ait tasarımlar geliştirmekle bir ilgisi yok. Teşvikler gelip bazı mevcut teknolojileri sıfırdan kuracaklar için.

Bu teşvikler Türkiye’ye evet zaman kazandırır, ekonomik fayda sağlar, ama bir yere kadar.

Türkiye’nin yapması gereken temel bilime, ardından o bilimden üretilecek teknolojiye ve sonunda da o teknolojiyle yapılacak yeni ürün tasarımlarına teşvik uygulamak aslında. 

Dün açıklanan program olumlu bir adım olmakla birlikte az önce söylediğim kriterleri karşılamaktan uzak.

Bilimsel sıçrama olmadan teknolojik sıçrama yapılamaz. İthal ettiğiniz teknoloji hiçbir zaman sizin olamaz zaten.

Biz maalesef son birkaç yıldır ülkemizin en eski ve en prestijli bilim kurumlarından Boğaziçi Üniversitesini ideolojik olarak fethetmeye uğraşıyoruz.

Oysa onun yerine Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent, Sabancı, Koç gibi saygın üniversitelere her yıl toplam 2 milyar dolarlık bir araştırma bütçesi tahsis etsek ve diyelim teknolojiye de dönüştürülebilir beş veya yedi temel araştırma konusu versek beş altı yıl gibi kısa süre içinde ortaya hem çok sayıda bilimsel makale hem de çok sayıda patent çıkartabiliriz.

Bu saydığım beş üniversitenin dışına bir çember daha eklemek, yüksek inovasyon potansiyeline sahip 10 üniversiteye de başka kaynaklar tahsis etmek sözünü ettiğim icat ve teknoloji sayısını çok daha fazla arttırabilir.

Ama bu dediklerimin neden yapılamayacağını da daha başta söyledim: Boğaziçi Üniversitesini fethetmeye çalışan zihniyet o bilimsel araştırmalar ve ardından geliştirilecek teknolojiler için gereken özgürlük ve yetkinlik ortamını sağlayamaz, ‘Bizden de birkaç kişi olsun’ mantığıyla mutlaka araya yeterli yetkinlikten yoksun insanlar sokulur, bilim ve teknoloji projesi daha başlarken bir para paylaşma projesine dönüşür.

Bakın önümüzde bir Suudi Arabistan ve Kral Fahd Üniversitesi örneği var.

Petrol zengini Suudi Arabistan’ın üniversiteye kaynak sağlama sorunu yoktu elbette ama müthiş bir siyasi/dini kısıtlamalar ülkesi olan Suudi Arabistan’da Kral Fahd Üniversitesi için inanılmaz bir özgürlük alanı yaratıldı. Bu alan başlangıçta güven vermedi, belki ama zaman içinde özgürlüklerden vazgeçilmemiş olması o güveni yarattı, bugün bu üniversite bilimsel çıktısıyla başka üniversitelere parmak ısırtıyor.

Benzeri özgürlük adası üniversiteler Katar’da ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde de var ve bu ülkelerde üniversitelerin bilimsel çıktısı yavaş yavaş teknolojiye de dönüşüyor. Türkiye ise bütün bu ülkelerin toplamından daha büyük bir üniversite potansiyeline sahip olmasına rağmen olup biteni uzaktan seyrediyor.

Gerçek bir yüksek teknoloji hamlesi ve kalıcı cari açık düşüşü ancak üniversiteyle yapılabilir. Tayyip Erdoğan iktidarı bu gerçeği biliyor aslında ama üniversiteye kendilerinin iktidara geldiği gündeki, yani 21 yıl önceki kadar bile özgürlük vermek istemiyor. Onun yerine üniversiteyi ele geçirmeye, oraya kadrolarını doldurmaya çalışıyor. Doldurdu da…

Türkiye’nin üniversitesi akıl almaz hızda bir çöküşün içinde; yarın akıl başa geldiğinde korkarım geriye kurtarılacak bir şey kalmayacak.