13-08-2024
İsmet Berkan

Siyaseti Olimpos Dağında, tanrılar katında yapanlar bir de aşağıya baksa

Siyaseti Olimpos Dağında, tanrılar katında yapanlar bir de aşağıya baksa

Siyaset yazısı yazmak hiç istemiyorum.

Bunun basit bir sebebi var: Bu yazıları yazmak çok kolay.

Kolay, çünkü o ana kadar sizden başka kimsenin vakıf olmadığı büyük bir olayı ortaya çıkarmanız veya sizden başka kimsenin aklına gelmeyen bir fikri söylemeniz imkansıza yakın. O yüzden ister istemez siyaset hakkındaki yazılar ‘banal’ şeyler.

Ve bu banallik herkes tarafından da bilindiği için siyaset yazıları okunmuyor. Neden okunsun ki? Okur da sizin kadar düşünmüş oluyor konuyu, en azından bir tutum oluşturmuş oluyor zaten.

Bütün bu düşüncelerime rağmen bugün kimsenin okumak istemeyeceği bir siyaset yazısı yazacağım; hayır, işin kolayına kaçtığımdan değil, biraz sinirlendiğim için.

Siyaset meslek haline gelirse

Siyaset temelde halkın mutluluğu ve sorunlarının çözülmesi için yapılması gereken bir şey.

Siyasetçilerin bazılarının bunu bir ‘kariyer’ gibi görmesini ve bu meslekte (siyaset esnaflığı diyorum ben bu mesleğe) yükselmek istemesini anlayabiliyorum elbette.

Ama bu siyaset mesleğinde yükselme isteği mesleğin var olmasının ana nedeni olan halka hizmeti unutturmaya başladığında, orada durmak gerekiyor.

Örneğim şu: Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın ilk döneminde Şehir Hatları işletmesinin başında başarılı bir sınav veren Sinem Dedetaş 31 Marttaki seçimde Üsküdar ilçesinde belediye başkanı seçilmeyi de başardı.

Üsküdar gibi Ak Parti’nin kalelerinden olan bir ilçeyi bir CHP’li kadının kazanması elbette önemli bir olaydı. Dedetaş hakkında bugüne kadar çok sayıda övücü yazı ve haber çıktı zaten.

İyi ki haberin içini okumamışım

Fakat geçenlerde internette dolanırken Dedetaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının bir sonraki adayı olmaya hazır olduğuna dair bir başlık gördüm. İtiraf edeyim, haberin içini okumadan yüzümü ekşittim, içimden de ‘Dün bir bugün iki… Şimdiden 2028 için mi çalışacak yani’ diye geçirdim.

Şimdi düşünüyorum, iyi ki haberin içini okumamışım; çünkü aslında Sinem Hanımın söylediği daha da vahimmiş. Meğer CHP’nin içinde ‘Ekrem İmamoğlu nasıl olsa cumhurbaşkanı adayı olacak ve 2028’den en az 1,5 yıl önce istifa edecek, onun yerine de Sinem Dedetaş geçsin’ diye bir kampanya varmış.

Aynı hatayı yapan İmamoğlu’nun Türkiye’ye maliyeti büyük oldu

İnsan siyasi akılsızlığın bu kadarını görünce nutku tutuluyor aslında. ‘Hırsı aklının önünde gitmek’ diye bir tabir var; tam da bu durumu anlatıyor galiba.

Ekrem İmamoğlu başkanlığının ilk döneminde aynı hatayı yaptı, hırsı aklının ötesine geçti, Türkiye turları atmaya, kendi Cumhurbaşkanlığı adaylığını partisine dayatmaya kalkıştı; parti içindeki diğer siyaset esnafının durduk yerde tepkisini çekti, Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olmasında İmamoğlu’nun bu hırsı aklının ötesinde tutumunun rolü olduğunu düşündüm hep. İmamoğlu sahte de olsa tevazuyla hareket etse şu an Türkiye’nin Cumhurbaşkanı koltuğunda oturuyor olabilirdi sanki.

Hatanın kendisine ve Türkiye’ye maliyeti buydu işte.

Bugün İmamoğlu aynı hatayı yapmamaya çalışıyor. İstanbul’daki bazı ilçe belediye başkanları ortada fol yok yumurta yokken ‘İmamoğlu Cumhurbaşkanı Adayımız’ diye sosyal medyadan kampanya yapınca çok sert tepki verdi, ‘Bu kampanya beni rahatsız etti, benim derdim İstanbul’a hizmet etmek’ dedi.

Doğmamış çocuğa don biçenler partisinde bir de Kılıçdaroğlu var

Şimdi Dedetaş’la  ilgili tartışmalar hakkında ne düşünüyor, onu en çok destekleyen isim olarak acaba Dedetaş’a ‘Doğmamış çocuğa don biçmeye kalkma’ diyor mudur, merak ediyorum doğrusu.

Ben kişisel olarak İmamoğlu’nun 2028’deki seçimde CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olmasını normal ve doğru buluyorum ama şunu da söyleyeyim: İmamoğlu’nun adaylığını en çok zora sokan durum da bu aslında, yani İmamoğlu’nun ‘doğal aday’ gibi görülmesi.

Oysa İstanbul’da birileri birkaç adım birden öteye geçmiş, İmamoğlu’nu aday yaptıkları yetmemiş, yerine halef de belirlemişler, hatta bu halifelik için iç mücadele bile başlamış.

Gerçeklerden kopmak böyle bir şey işte. Sokaktaki insanın zerrece umurunda olmayan bir şey için kırıcı bir kavgaya girmek, bunu siyaset sanmak.

Ama durun, Sinem Dedetaş tek örnek değil. Bir de CHP’nin yenilgiye doymayan eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu var.

O da sonunda ‘Delege beni geri isterse aday olurum’ demiş yakında yapılacak ve içine genel başkan seçimini koyup koymamanın tartışıldığı tüzük kurultayı için.

Oysa mevcut genel başkan seçileli daha bir yıl olmadı. Bu yapılacak olan da adı üzerinde tüzük kurultayı. Ama anlaşılan CHP’de hırsı aklının önünde gitmek en yaygın durum.

Siyaseti Olimpos Dağındaki üç beş tanrının kendi arasında yaptığı bir şey sanmak, gerçeklerden bu kadar kopup körleşmek esasen bir siyasetçinin kalitesi ve akıl yürütme biçimi hakkında hepimize çok fikir veren bir şey.

Sinem Hanım Üsküdar’a, Ekrem Bey İstanbul’a hizmet etsin. Siyasette onları başarıya götürecek gerçek ve kalıcı yegane yol budur.

Marmara Denizi’nin ağır çekim ölümünü seyretmek

Marmara Denizi’nin ağır çekim ölümünü seyretmek

Marmara Denizi dünyanın en ilginç iç denizlerinden biri. Bir ucundan Karadeniz’e bağlı, diğer ucundan Ege ve Akdeniz’e.

Tam da bu sebeple, deniz canlıları bakımından dünyanın en ilginç ve zengin ekosistemlerinden birine sahipti bu deniz. 

Ama çok uzun zamandır burayı öldürüyoruz biz; Marmara Denizi, en azından benim çocukluğumun geçtiği 70’li yıllardan itibaren belirgin biçimde ölmeye başladı. Bugün bu uzun ve ağır çekim ölüm hali oldukça ileri bir aşamada, işte 10Haber’de haberi de var, bazı denizbilimcilere göre ‘Marmara komada.’

Biz İstanbullular Marmara’daki diğer komşularımızla birlikte bu denizin ölümünü şuradan biliyoruz: Bu denizdeki hayat çeşitliliği giderek azaldı.

Ben çocukken İstanbul Boğazında ıstakoz yakalanırdı örneğin; bugün Çanakkale ıstakozu bile tarihe karıştı. İstanbul’un Yeşilköy semtinin bir bölgesinin adı ‘Çiroz’dur; buraya bu isim Yeşilköylü balıkçıların her yıl yakaladıkları uskumru balıklarını çiroz yapmak üzere iplere dizip güneşte kurutmasından ötürü verilmişti. Son 40 yıldır Marmara’da uskumru balığı çıkmıyor; yediğiniz uskumrular Norveç’ten ithal ediliyor.

Peki neden ölüyor bu güzelim iç deniz?

İki büyük sebebi var: 1. Başta Tuna nehri olmak üzere Karadeniz’e dökülen nehirlerin bu denizde yarattığı kirlilik Marmara’yı da etkiliyor; 2. Marmara kıyısındaki şehirlerden bu denize akan kimyasal ve biyolojik kirlilik öldürüyor onu.

Birinci saydığım sebebin kontrolü bizim elimizde değil, ama ikinci ve aslen daha büyük olanı biz kontrol edebiliriz.

Bir bakın, Marmara’ya dökülen akarsuların tamamında tarım ve sanayinin kirliliği denize akıyor. Bunu en azından 30 yıl önce tamamen durdurmuş olmalıydık, ama durduramadık.

İstanbul 16 milyon nüfusuyla en büyük kirletici. Bu şehrin kanalizasyonunun önemli bölümü derin deşarj ile Marmara’ya veriliyor. Evet, deniz normalde kanalizasyonu bir biçimde absorbe eder ama bu miktarı değil. O derin deşarj boruları yapıldığında İstanbul’un nüfusu 8 milyon değildi, bugün 16 milyon.

Üçüncü büyük sebep Trakya ve Bursa-Balıkesir’de tarımda kullanılan gübre ve ilaçlar. Aşırı gübre kullanılıyor, kontrolsüz ilaçlama yapılıyor ve bu gübrenin önemli bölümü tarımsal sulamayla Marmara’ya akıyor. Birkaç yıl önce oluşan ve deniz yüzeyini kaplayan vahim deniz salyasının ana sebebi bu gübreydi.

Şimdi Marmara, aynen Karadeniz gibi belli bir derinlikten sonrası hiç oksijen barındırmayan bir suya dönüşüyor. Vahim olan o derinliğin artık ancak 30 metre kadar olması. Yani yüzeyden itibaren 30 metrede oksijen var ve yeterli, ama daha derine indikçe oksijen azalıp yok oluyor.

Oksijenin olmaması bildiğimiz anlamda deniz yaşamının sona ermesi demek. O zengin ekosistemi zaten artık birkaç yüz deniz canlısı türüne indirgemiştik, şimdi iyice bitiriyoruz.

Marmara Denizi’ni  kurtarmak için ulusal bir kampanya yapılmalı ve bir seferberlik ilan edilmeli bence.