14-08-2024
İsmet Berkan

Türkiye’nin geleceği neden hiç parlak değildir? Rakamlarla anlatıyorum

Türkiye’nin geleceği neden hiç parlak değildir? Rakamlarla anlatıyorum

Diyelim uçağa bineceksiniz, uçağı kullanacak pilotun ehliyetini almak için girdiği sınavda ehliyeti 100 üstünden 60’la aldığını bilseniz o uçağa yine de biner misiniz?

Diyelim ameliyat olacaksınız, cerrahınızın ameliyatlarda başarı oranının yüzde 75 olduğunu bilseniz yine de o cerraha ameliyat olur musunuz?

Bazı meslekler var, hata kaldırmaz. Pilotluk, cerrahlık en çarpıcıları ama, böyle çok meslek var. 

Örneğin inşaattaki izolasyon ustası. Yaptığı bir hata o evlere yıllarca yağmur suyu girmesine, duvarların kabarmasına neden olur. Örneğin yargıç. Yaptığı bir hata masum insanların hapiste çürümesine neden olabilir. Örneğin marangoz, kötü yapılmış bir koltuk veya kapı yıllarca süren mutsuzluğun kaynağıdır.

Gündelik hayatta pek çok kişinin mesleğini yapma kalitesine bağımlı yaşıyoruz. Bütün bu kişilerin işlerini iyi yapıp yapmadığı genel hayat kalitemizi, hatta bazı durumlarda hayatımızın kendisini tehlikeye atabiliyor.

Bütün bunların toplamı da ülkenin geleceği üzerinde belirleyici oluyor; gelecekteki mutluluğumuz ve refahımız bu anlamda hepimizin işini iyi ve yüksek kalitede yapmasına bağlı. İşi iyi yapmak ise sadece bu konudaki arzumuzla olabilecek bir şey değil; o işi yapmak için iyi eğitim almalıyız ki iyi yapalım.

Herkesin zaten bildiği şeyleri söylediğim bu saçma girizgahı dün açıklanan üniversite yerleştirme sonuçları hakkında yazacağım yazı için yaptım.

Bir adım geriye dönelim: Bu yıl, yani haziran ayında liselerimizden kabaca bir milyondan biraz fazla öğrenci mezun oldu, geçmişte üniversite sınavına girmiş ve umduğunu bulamamış hemen hemen iki milyon kişiyle birlikte üniversite sınavına katıldılar. Sınava toplam 2 milyon 819 bin kişi katıldı; yani gerçekte başvuranların 300 binden fazlası sınava girmedi.

Ben her yıl bu sınavın sonuçlarından hareketle liselerden mezun olan öğrencilerimizin ortalamada ne kadar zayıf kaldığına dair yazılar yazardım, bu yıl yazmadım. Çünkü her yıl aynı şeyi yazıyorum sonuçta.

Bakın bu yıl da sınavın ilk aşaması olan temel yeterlik testinde (TYT) 40 Türkçe sorusuna ortalamada 21, 20 sosyal bilgiler sorusuna ortalamada 9, 40 temel matematik sorusuna 7,95 ve 20 fen bilimleri sorusuna 3,4 doğru cevap vermiş bu yıl liseden mezun olan öğrencilerimiz. Bu ortalama doğru cevap sayıları çok ama çok düşük bir başarıya işaret ediyor. Milli Eğitim Bakanlığımız ideolojik eğitim vermek için uğraştığı kadar bu dört alanda temel bilgileri vermek için uğraşmıyor; çocuklarımız 12 yıl okullara bu kadar başarısız olmak için gidiyor olamaz, olmamalılar!

Her neyse, biliyorsunuz üniversite sınavında ikinci gün adaylar bu TYT’nin ardından bir de AYT adı verilen alan yeterlik testlerine giriyor. Hangi tür üniversiteye gidecekse ona göre sınav seçiyor öğrenci.

Bu iki günlük sınavların ardından da üniversiteye giriş puanları ortaya çıkıyor. Ben size bu sonuçları yazmak istiyorum.

Örneğin TYT’ye 2 milyon 755 bin öğrenci girmiş. Tam puan 500 imiş. Yani bu sınavda 100 üstünden 50 almak için 250 puan toplamış olmanız lazım. Sınavda 240 puandan fazla puan alan öğrenci sayısı 1 milyon 118 bin olmuş. Yani katılan öğrencilerin yarıdan bir hayli fazlası bu temel bilgiler sınavında 50 bile alamamış.

Gelin bir de AYT sonuçlarına, yani biraz daha uzmanlık gerektiren alanlara bakalım.

Sayısal puan almak için sınavlara 1 milyon 307 bin kişi girmiş. Bunların 240 puandan yüksek alanı sadece 297 bin kişi. Yani üçte birden azı geçer not alabilmiş; üstelik sayısal puan istemek tercihe bağlı, yani sınava giren 1,3 milyon öğrenci bu alanda iddialı olduğunu düşünüyormuş.

Peki ya sözel puanda durum ne? Bu tür puan almak isteyen 1 milyon 423 bin kişi varmış. Onların ancak 511 bini 240’tan yüksek puan almış. Sayısala göre durum biraz daha iyi ama hala sınava girenlerin yarısı bile geçer not alamamış aslında.

Eşit ağırlık en çok tercih edilen puan türü. Bu sınava 1 milyon 700 bin kişi girmiş. Peki kaçı 240’tan yüksek almış? 432 bini. Yani kabaca dört kişiden biri 100 üstünden 50 almayı başarmış.

Bu verdiğim rakamları aklınızda tutarken bir de şu bilgiye bakın: Bu yıl 454 bini lisans, 532 bini önlisans programı olmak üzere toplam 987 bin kişi şimdilik üniversitelere yerleştirildi. Yaklaşık 35 bin kişilik kontenjan daha var, yani 1 milyondan fazla öğrencimizi bu yıl da yüksek öğrenime alacağız.

Ama işte az önce verdiğim rakamlardan görüyorsunuz, bu yıl dört veya iki yıllık programlara kayıt yaptırmaya hak kazananların bir bölümü kaçınılmaz biçimde sınavda 100 üstünden 50 bile alamamış gençlerden oluşuyor.

Sanmayın ki bu, sadece bu yıla özgü. Hayır, saymayı bile unuttuğum uzun yıllardan beri gerçek bu. Liseden mezun olan öğrenci kalitemiz (yani başarımız) düzenli biçimde düşüyor.

Öğrencilerin giderek daha kalitesiz bir eğitimle liseden mezun olması zincirleme etki yaratıyor. Üniversiteler kaçınılmaz biçimde eğitim seviyelerini bu öğrencilere uyarlamak zorunda kalıyor. Türkçe kompozisyon yazma dersi açmak zorunda kalan üniversiteler var.

Bu seviye uyarlaması o dereceye geldi ki, normalde üniversiteye girememesi gereken bireyler üniversite diploması alır oldu artık. Türkiye üniversitelerinin sayısını çok büyük bir hızla arttırınca oluşan akademisyen açığı da bu kalitesiz mezunlarla dolduruldu.

Ne anlatmaya çalıştığımı anlıyorsunuz: Aşağı doğru inen bir spiraldeyiz. Her yıl kendimizi bir kat aşağıda buluyoruz; çünkü kalite sorunumuzu gören, ‘var bizde böyle bir sorun’ diyen bile kalmamaya başladı. Bunu görme makamında olanlar da artık o kalitesiz eğitim çıktısının ürünleri çünkü.

Buradan yazının en başına dönüyorum. Bu kalitesizlik, vasatı oluşturan çizginin sürekli daha aşağıdan ve daha aşağıdan çiziliyor olması hepimizin hayat kalitesinin de geri gitmesine neden oluyor.

Ne marangozun yaptığı dolaptan memnunuz ne doktorun yaptığı ameliyattan; ne belediye hizmeti eskisi gibi ne Meclis’ten geçen yasanın kalitesi. Koca şehirleri yöneten valiler acaba üniversite sınavını kaçıncı sıradan kazanmış, üniversitesinden kaçıncılıkla mezun olmuştu? Ya mahkemede hakkınızda karar veren yargıçlar?

Pilotları sormaya korkuyorum, peki ya ordulara komuta eden generaller ne kadar iyi eğitimli?

Bu yıl üniversiteye girenler 15 yıl sonra hayatımız hakkında önemli kararlar veren yöneticiler, bizi ameliyat edecek cerrahlar, mahkemede hakkımızda karar verecek hakimler, oturduğumuz binaları yapacak mühendisler olacak.

Gel de gelecek için karamsar olma…

23 yıl sonra Ak Parti’nin söyleyecek bir şeyi kalmadı mı?

23 yıl sonra Ak Parti’nin söyleyecek bir şeyi kalmadı mı?

Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi kuruluş yıldönümünü kutlayacak. Bu partiyi 23 yıl önce var eden ve bütün bu süre boyunca iktidarda tutan Türkiye sosyolojisiyle bugünün Türkiye’si aslında birbirine hiç benzemiyor. Bu doğal; hiçbir toplum 23 yıl aynı yerde aynı şekilde durmaz, değişmek zorundadır. 

Bugün hala Ak Parti iktidarda olduğuna göre, ilk yapmam gereken şey Ak Parti’nin 23 yıl önceki sosyolojiyi doğru okumakla kalmadığını, aradan geçen süre boyunca değişimi de iyi yönettiğini kabul etmek.

Ama diyorum ya, 23 yıl öncenin kaygıları artık geçerli değil. O zaman müthiş bir köyden kente göç dalgası vardı, göç edenler kendilerini kentlerde güvende hissetmek ve daha iyi bir hayata kavuşmak istiyordu. Ak Parti bu korkuların, endişelerin ve olumlu hayallerin karşılığını sundu.

Bugün ise o göç sona ermiş durumda. O ilk kuşaklar büyük ölçüde ya emekli oldu ya da işi gücü bir sonraki kuşağa, şehirlerde doğup büyüyenlere devretti. Ve son birkaç yıldır Ak Parti’nin kendini yenilemekte güçlük çektiğini, bu yeni sosyolojiye uyum sağlayamadığını, hatta toplumu 20 yıl önceki pozisyonunda donuk tutmaya çalıştığını gözlüyoruz.

Tam da bu sebeple seçmen nezdindeki temsili düşüyor Ak Parti’nin; çünkü artık pek çok kişiye göre geleceği değil geçmişi simgeliyor bu parti. Artık değişimin değil, gerçek anlamda muhafazakarlığın temsilcisi oldu.

Toplumun daha iyi bir hayat arzusu devam ediyor oysa ve toplum şimdi  kendisine bu daha iyi hayatı sunacak bir parti veya lider arıyor.