20-08-2024
İsmet Berkan

Kaybettiğimiz normale bir gün yeniden kavuşur muyuz? Hiç sanmam…

Kaybettiğimiz normale bir gün yeniden kavuşur muyuz? Hiç sanmam…

Biliyorsunuz, 1999 Körfez depreminin üstünden 25 yıl geçti diye bu yıl deprem ve depreme hazırlık konulu pek çok toplantı yapılıyor, nutuklar atılıyor.

Dün böyle bir toplantıda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu konuştu. Konuşmasının bir yerinde söylediği birkaç cümle bu yazının yazılma sebebini oluşturdu.

İmamoğlu resmi istatistiklere göre İstanbul’un nüfusunun azaldığını söylüyor. Kendisi bu azalmaya katılmıyor, aksine ‘Resmen 18 milyon ama bizim hesabımıza göre 20 milyon İstanbul’un nüfusu’ diyor. Sonra ‘Madem resmen nüfus azalıyor, o zaman neden askeri alanları imara açıyorsunuz’ diye soruyor.

Nüfus artıyor mu azalıyor mı tartışmasına girmek değil maksadım. Burada asıl önemli konu, imara açma.

Kim açıyor imara? Olması gereken, bazı araziler statüsü değişip yerleşime açılacaksa bu kararı İstanbul’un seçimle gelmiş Belediye Meclisi’nin karar vermesi.

Ama hayır, İstanbul’da nerelerin imara açılacağını, nereye kaç kat inşaat yapılabileceğini belirleme yetkisi sadece Meclis’e ait değil. Hatta Meclis’in üstünde bir idari vesayet yetkisi var: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı canı isterse kendisi plan yapabiliyor ve imar yetkisi kullanabiliyor.

Bu Ankara’da plan yapma, plan değiştirme yetkisi sadece anti-demokratik değil, idarenin uyumu açısından da son derece sakıncalı. Belki belediyenin aynı arazi için başka niyetleri var, mesela oradan yol geçirecek veya park yapacak veya okul yapılsın diye ayıracak. Ama Ankara’dan bir karar geliyor, emir demiri kesiyor.

Dediğim gibi normali, şehirlerin kaderine o şehirlerin kendi seçilmiş Meclis’lerinin karar vermesi, Ankara’nın en fazla denetim yetkisinin olması. Ama hayır, öyle değil.

Bu bir anormallik hali ve bizim kendimize özgü hukuk çorbamız içindeki anormalliklerden sadece biri.

Saymaya üşendiğim kadar çok anormalliğimiz var. Örneğin bir idari kararla Instagram’ın yasaklanması, sonra da açılması. Hangi hukuka dayanarak ve hangi sebeple kapattık, sonra hangi hukuka dayanarak açtık? Kimse bilmiyor.

Bu çeşit artık kabullendiğimiz, hatta görmemeye başladığımız anormalliklerin toplamına da ‘yeni normal’ adı veriliyor.

Örneğin Osman Kavala neden hapiste? Bu suçtan daha önce iki kez beraat ettiği halde hangi yeni deliller çıktı da üçüncü yargılamasında müebbet hapis cezası aldı? Bu da bizim ‘yeni normal’lerimizden biri, itiraz bile etmiyoruz artık.

Etrafımda pek çok kişide ‘Şu devir bitsin, düzelir bu işler’ diye özetleyebileceğim bir bakış açısı hakim. Oysa ben hiç öyle düşünmüyorum. Tam tersine bu ‘yeni normal’lerin önemli bölümünün kalıcı olacağını, Türkiye’nin iktidarını değiştirse bile hukuksuzluğa ve demokratik denetimden uzak yaşamaya devam edeceğini düşünüyorum.

Neden böyle düşündüğümü bir örnekle anlatayım:

27 Mayıs darbesinden sonra Adnan Menderes’e siyasi yargılamalar sırasında yöneltilen suçlamalardan biri örtülü ödenek kullanımıyla ilgiliydi. Menderes son 10 yılın örtülü ödenek kayıtlarının tamamını saklamıştı, suçlamalar bu kayıtlara dayalıydı.

Eski bir başbakanını böyle bir suçlamayla yargılayan devletimizin daha sonrası için çıkardığı ders örtülü ödeneği yok etmek, bütçe denetimi içine almak olmadı. Bu yargılamadan devlet örtülü ödenek kayıtlarının hiç saklanmaması gerektiği dersini çıkardı (Eskiden bu kayıtların her ayın sonunda kontrol edildikten sonra yok edildiği söylenirdi. O söylenen doğru muydu, bilmiyoruz. Bugün ise başkanlık sisteminde kayıt nasıl tutuluyor, herhangi bir kayıt var mı, herhangi bir kontrol var mı, bilen yok. Harcanan bu milletin parası ama hesabı verilmiyor, doğru yere harcandığına güvenmemiz isteniyor).

Sözünü ettiğimiz yapı ister devlet olsun ister belediye ister şirket isterse dernek, fark etmiyor. Buraları yönetenler her zaman denetimi bir ayakbağı olarak görür ve ne kadar denetimsiz olurlarsa o kadar iyi hissederler kendilerini.

Bizim anormalliklerimizin tamamı eldeki devlet gücünün denetimsiz kullanılmasından kaynaklanıyor. Buna merkezi hükümetin imar yetkisi de dahil, mahkemeler üstünde kurulan baskı da, Cumhurbaşkanı’nın kafasına göre bir yerleri orman statüsünden çıkarma yetkisi de, trafikte çakarlı araçla dolaşmak da…

Yarın uzaydan ultra demokrat, ultra hukuk devletçi birileri gelip Türkiye’yi yönetecek olsa bile bugün yaratılan ‘yeni normal’den vazgeçeceklerini hiç sanmıyorum; çünkü o yetkileri kullanmayı herkes ister.

‘Ortalığı bir toparlayalım, parlamenter sisteme sonra geçeriz’

‘Ortalığı bir toparlayalım, parlamenter sisteme sonra geçeriz’

‘Televizyonda ne izliyorsunuz’ diye sorulduğunda ‘Belgesel izlerim’ cevabını verenlerden hiç farkımız yok aslında. Sorulduğunda hepimiz demokrasiden, hukuk devletinden, kuralların herkese eşit uygulanmasından, herkesin kazancından vergi vermesinden yanayız.

Teoride hiç sorunumuz yok, kağıt üstünde dünyada demokrasiye en çok inanan milletlerden biri olabiliriz.

Ama pratik öyle değil. Bunun en çarpıcı örneğini 2023 seçimine giderken yaşadık ve hiçbirimiz orada bir ‘anormallik’ görmedik.

Neydi yaşadığımız? Bütün muhalefet bir olmuş, 6’lı masa kurmuş, bu masadan 6 liderin ortak imzasıyla bir Anayasa değişikliği taslağı çıkmıştı. Buna göre başkanlık sistemi sona erecek, yerine parlamenter sistem gelecekti.

Yalnız bunun bir şartı vardı: Önce o altı partinin Meclis’te Anayasa değiştirecek çoğunluğu elde etmesi gerekiyordu.

Seçimde böyle bir çoğunluk sağlamak zaten muhalefetin göstereceği adayın Cumhurbaşkanı seçilmesi anlamına da gelecekti.

Ama zurnanın zırt dediği yer tam da orasıydı.

Hemen birileri çıktı, ‘Yahu’ dedi, ‘Bu Anayasa değişikliği çok güzel ama memleketin de acil icraata ihtiyacı var, acaba mevcut başkanlık sisteminin yetkilerini birkaç yıl kullanıp memleketi düze çıkarsak, sonra mı parlamenter sisteme geçsek?’

Bu görüş neredeyse tartışmasız kabul edildi. Yani memlekete demokrasiyi geri getirecek olanlar bir süre daha ‘anti demokratik’ kalmakta, hatta ‘tek adam rejimi’nin verdiği diktatöryal imkanları kullanmakta beis duymayacaklardı.

‘Yeni normal’in kalıcılığı, tam da bu sebeple benim için olasılık değil neredeyse kesin bir gerçeklik.