28-08-2024
İsmet Berkan

Moral bozmak istemem ama Türkiye ikinci bile değil, üçüncü sınıf bir güce dönüşüyor

Moral bozmak istemem ama Türkiye ikinci bile değil, üçüncü sınıf bir güce dönüşüyor

Konuşmaya gelince ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ diyoruz, hamasetten yorulmuyor, rahmetli Çetin Altan’ın deyişiyle ‘Türk’ün Türk’e propagandası’nı yapıyoruz ama zaman zaman kendimize dışarıdan bakmakta fayda var.

Dün akşamki Galatasaray maçıyla başlayalım. Ben Galatasaraylı değilim ama futbolseverim, ayrıca Beşiktaş taraftarıyım. İki yıldır Türkiye liglerini seyretmiyorum; çünkü seyrederken sıkılıyorum. Oysa futbol eğlence endüstrisinin bir parçası, yani seyredene seyir zevki vermeli.

Geçen hafta İngiltere Premier Ligi’nin açılış haftasıydı, Manchester City ile Chelsea’nin maçını seyrettim. Sahiden güzel bir oyun  oldu, City 2-0 kazandı. Bu maçtan birkaç gün sonra Young Boys ile Galatasaray’ın maçı vardı, ilk yarıyı, hatta ilk 60 dakikayı kaçırdım, yoldaydım, maçın karşısına oturduğumda Galatasaray 2-0 yenik durumdaydı, derken art arda iki gol atıp beraberliği yakaladı, ama sonra bir gol daha yedi, 3-2 bitti maç.

Maçın tamamını izleyememiştim ama izlediğim kadarı bana yetti: Galatasaray sezona taktik olarak hazır değildi, Şampiyonlar Ligi seviyesinden ise fersah fersah uzaktaydı. Oysa birkaç gün önce seyrettiğim City ve Chelsea sezona tüm güçleriyle hazır başladı. Türkiye’de ise biz takımların ‘temposunu bulması’ için haftalarca beklemeye razıyız maalesef.

Dün akşam Galatasaray bu maçın rövanşına çıktı. Üzücü bir maçtı, çünkü Galatasaray hala taktik olarak hazır değildi; inanılmaz derecede disiplinsiz oynadı, zaman zaman en gerideki adamıyla en ilerideki adamı arasında 50 metre mesafe oluştu. Sayamayacağım kadar çok kez rakibe kontratak imkanı verdiler bu yüzden. Rakip sahada oyun kuramadılar. Çünkü Galatasaray’a kıyasla mütevazı bütçeli bir takım olan İsviçreli Young Boys’un taktik disiplini üst seviyedeydi. Takımlarında Galatasaray’ın Icardi’si olsa örneğin, sahadan 5-6 farkla ayrılırlardı.

Futbola hem bu kadar çok para harcayıp hem de bu kadar başarısız olmak, öngörülemez olmak bence futbolun ötesinde sebepleri olan bir şey. Kendimizi kendi gözümüzde çok büyütüyoruz ve genellikle dünyanın geri kalanından çok kopuğuz. Öyle olunca, işte gördünüz, Galatasaray İsviçre’nin 113 bin nüfuslu minik kenti Bern’den çıkan o takıma yeniliyor. Oysa dün Galatasaray’ın stadında Bern nüfusunun yarısına yakın taraftar vardı.

Sadece Galatasaray da değil. Bakın olimpiyattan büyük hayal kırıklığıyla döndük. Neden 86 milyonluk nüfustan, diyelim Fransa’nın, diyelim Almanya’nın çıkardığı seviyede sporcu çıkaramıyoruz? Nedir bizim organizasyonel eksiğimiz? Oysa bakın Anadolu’nun dört bir yanında bokstan atletizme, yüzmeden voleybola ne çok kişi spor yapmak istiyor.

Sporda böyle de başka konularda farklı mı?

Bakın, Türk vatandaşları artık botlar içinde İngiltere’ye göç etmeye çalışıyor. Kendi vatandaşlarımızdan söz ediyorum, Afganistan veya Irak vatandaşlarından değil. Suriyelilerden hiç değil.

Dış politikada da, ekonomide de, eğitimde de, sporda da, demokratik özgürlüklerde de bu büyük erozyonu yaşıyoruz. Artık bırakın ikinci sınıf güç olmayı, üçüncü sınıf bir güç olarak tutunmaya çalışıyoruz.

Oysa Türkiye bir büyük devletin adı. Buna yakışır şekilde yönetilmediğimiz, kandimize buna yakışır bir organizasyon kuramadığımız için üçüncü sınıfa geriliyoruz.

Daha önce Fenerbahçe’nin elenmesi, dün akşam da Galatasaray’ın yenilgisi öyle sıradan birer sportif başarısızlık değil. Ülkemizin genel gerilemesinin parçaları bunlar.

Topuk kanı karşıtlığı mı dediniz?

Topuk kanı karşıtlığı mı dediniz?

Türkiye, tuhaf biçimde Amerika’dan sonra çocukluk aşıları konusunda en çok direniş görülen ülke.

Neden böyle? Anlaması ve anlatması zor. Belki sosyal medya yüzünden, belki dindarlıktaki artış yüzünden, belki komplo teorileri yüzünden…

Ama bu karşıtlığı önemli yapan şey aşı karşıtlarının hep hukuk yolu izlemesi. Büyük şehirlerde değil, daha çok Uşak, Çorum gibi şehirlerde bazı aileler çıktı, çocuklarına aşı yaptırmak istemedi. Sağlık Bakanlığı onları mahkemeye verdi, mahkemeler aileleri haklı buldu.

Aşı karşıtlığı konusu Anayasa Mahkemesi’ne kadar yansıdı. AYM bakanlığın zorla aşı uygulayamayacağını söyledi, ‘Bunun için yasa lazım’ dedi. Meclis yıllardır o yasayı çıkartmadığı için de aşı karşıtlığı yayılıyor.

Şimdi bir de topuk kanı karşıtlığı başladı. Yeni doğan bebeklerin topuğundan alınan minicik bir kan bir sürü önemli tahlilde kullanılıyor, en önce de genetik hastalıklara buradan bakılıyor.

Ama Kars’ta bir aile bebeklerinden kan alınmasına izin vermedi. Bakanlık zorla kan almak için mahkemeye gitti. Mahkeme aileyi haklı buldu, ‘İstemezse vermez’ dedi.

Mahkemenin kararının dayanağını vs tartışmanın, ‘Yargıç hurafelere bakıp karar verdi’ demenin çok anlamı yok aslında, ama CHP de, Tabipler Birliği de yargıcı HSK’ya şikayet etti bile.

Burada önemli olan İstinaf’ın ve belki daha sonra Yargıtay’ın ne karar vereceği…

Topuk kanı karşıtlığı yasal bir hakka dönüşürse çok çarpıcı bir durum yaşanacak.