Moral bozmak istemem ama Türkiye ikinci bile değil, üçüncü sınıf bir güce dönüşüyor
Konuşmaya gelince ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ diyoruz, hamasetten yorulmuyor, rahmetli Çetin Altan’ın deyişiyle ‘Türk’ün Türk’e propagandası’nı yapıyoruz ama zaman zaman kendimize dışarıdan bakmakta fayda var.
Dün akşamki Galatasaray maçıyla başlayalım. Ben Galatasaraylı değilim ama futbolseverim, ayrıca Beşiktaş taraftarıyım. İki yıldır Türkiye liglerini seyretmiyorum; çünkü seyrederken sıkılıyorum. Oysa futbol eğlence endüstrisinin bir parçası, yani seyredene seyir zevki vermeli.
Geçen hafta İngiltere Premier Ligi’nin açılış haftasıydı, Manchester City ile Chelsea’nin maçını seyrettim. Sahiden güzel bir oyun oldu, City 2-0 kazandı. Bu maçtan birkaç gün sonra Young Boys ile Galatasaray’ın maçı vardı, ilk yarıyı, hatta ilk 60 dakikayı kaçırdım, yoldaydım, maçın karşısına oturduğumda Galatasaray 2-0 yenik durumdaydı, derken art arda iki gol atıp beraberliği yakaladı, ama sonra bir gol daha yedi, 3-2 bitti maç.
Maçın tamamını izleyememiştim ama izlediğim kadarı bana yetti: Galatasaray sezona taktik olarak hazır değildi, Şampiyonlar Ligi seviyesinden ise fersah fersah uzaktaydı. Oysa birkaç gün önce seyrettiğim City ve Chelsea sezona tüm güçleriyle hazır başladı. Türkiye’de ise biz takımların ‘temposunu bulması’ için haftalarca beklemeye razıyız maalesef.
Dün akşam Galatasaray bu maçın rövanşına çıktı. Üzücü bir maçtı, çünkü Galatasaray hala taktik olarak hazır değildi; inanılmaz derecede disiplinsiz oynadı, zaman zaman en gerideki adamıyla en ilerideki adamı arasında 50 metre mesafe oluştu. Sayamayacağım kadar çok kez rakibe kontratak imkanı verdiler bu yüzden. Rakip sahada oyun kuramadılar. Çünkü Galatasaray’a kıyasla mütevazı bütçeli bir takım olan İsviçreli Young Boys’un taktik disiplini üst seviyedeydi. Takımlarında Galatasaray’ın Icardi’si olsa örneğin, sahadan 5-6 farkla ayrılırlardı.
Futbola hem bu kadar çok para harcayıp hem de bu kadar başarısız olmak, öngörülemez olmak bence futbolun ötesinde sebepleri olan bir şey. Kendimizi kendi gözümüzde çok büyütüyoruz ve genellikle dünyanın geri kalanından çok kopuğuz. Öyle olunca, işte gördünüz, Galatasaray İsviçre’nin 113 bin nüfuslu minik kenti Bern’den çıkan o takıma yeniliyor. Oysa dün Galatasaray’ın stadında Bern nüfusunun yarısına yakın taraftar vardı.
Sadece Galatasaray da değil. Bakın olimpiyattan büyük hayal kırıklığıyla döndük. Neden 86 milyonluk nüfustan, diyelim Fransa’nın, diyelim Almanya’nın çıkardığı seviyede sporcu çıkaramıyoruz? Nedir bizim organizasyonel eksiğimiz? Oysa bakın Anadolu’nun dört bir yanında bokstan atletizme, yüzmeden voleybola ne çok kişi spor yapmak istiyor.
Sporda böyle de başka konularda farklı mı?
Bakın, Türk vatandaşları artık botlar içinde İngiltere’ye göç etmeye çalışıyor. Kendi vatandaşlarımızdan söz ediyorum, Afganistan veya Irak vatandaşlarından değil. Suriyelilerden hiç değil.
Dış politikada da, ekonomide de, eğitimde de, sporda da, demokratik özgürlüklerde de bu büyük erozyonu yaşıyoruz. Artık bırakın ikinci sınıf güç olmayı, üçüncü sınıf bir güç olarak tutunmaya çalışıyoruz.
Oysa Türkiye bir büyük devletin adı. Buna yakışır şekilde yönetilmediğimiz, kandimize buna yakışır bir organizasyon kuramadığımız için üçüncü sınıfa geriliyoruz.
Daha önce Fenerbahçe’nin elenmesi, dün akşam da Galatasaray’ın yenilgisi öyle sıradan birer sportif başarısızlık değil. Ülkemizin genel gerilemesinin parçaları bunlar.