03-09-2024
İsmet Berkan

Kültür savaşından kaçınmak sosyal medyadaki troll’lerden kaçınmak kadar zor

Kültür savaşından kaçınmak sosyal medyadaki troll’lerden kaçınmak kadar zor

Sosyal medyanın ruhumuzda açtığı en büyük tahribatın sebebi ‘troll’ adı verilen kullanıcıların varlığı herhalde.

Biliyorsunuz, sosyal medyanın yarattığı yeni bir ekonomi var, buna ‘ilgi ekonomisi’ adı veriliyor. Bir sosyal medya kullanıcısı olarak değeriniz sosyal medya şirketi tarafından orada geçirdiğiniz zamanla ölçülüyor.

Az zaman geçirmeye başlarsanız şirket sizin ilginizi (ve zamanınızı) geri kazanmak için bir sürü şey yapmaya başlıyor.

‘İlgi ekonomisi’ ortaya her düzeyde ‘ilgi arsızı’nı da çıkardı. İçimizden bazıları bu arsızlığı ‘trollük’ denen yöntemle sergiliyor. İlgi çekmek için yapmayacakları şey yok.

Allah için bazıları bu konuda çok başarılı. Bazen öyle bir şey söylüyorlar ki onlara tepki vermek zorunda hissediyorsunuz kendinizi.

İşte o zaman da kumarhanede masanın kazanması gibi sosyal medya şirketi kazanıyor. Siz kendinizce kutsal bir değeri savunduğunuzu sanıyorsunuz ama bunlar sosyal medya şirketinin umurunda olan konular değil; önemli olan sizin etkileşime girmenizi temin etmek onlar için.

Nasıl aşırı tahrik olduğunuz için trollerden kaçamıyor, çoğu zaman bu anlattığım tuzağa bile bile düşüyorsanız, her akşam TV’lerde konuşan o kafalardan da kaçamıyorsunuz.

Ne kadar kaçınmaya çalışırsanız çalışın, kazayla herhangi birini izlemeye başladığınızda bırakamıyorsunuz; çünkü karşınızdaki cehalete sinirlenmeye başlıyorsunuz ve birden kendinizi TV’de konuşan o adamla tartışırken buluyorsunuz belki de.

Veya tersine, tam çok sinirliyken birden karşınızda tam da sizin gibi düşünen ve sözleriyle yüreğinizi soğutan birini buluyorsunuz.

Siz de artık ‘ilgi ekonomisi’nin kurbanısınız. Dolayısıyla TV’de konuşan o kafa da kaçınılmaz biçimde bir ‘troll’ aslında. Sizin ilginizi çekmek için yapmayacağı cambazlık yok. En kötü ihtimal basıyor küfürü, olmadık birine olmadık bir laf ediyor.

Sosyal medyada veya TV’de bu üslup giderek, sanki normal ve olağanmış gibi bir izlenim veriyor. Karşıdakine ‘geri zekalı’ demek, hakaret etmek, sloganlarla konuşup tribüne oynamak… 

Bu ‘yeni normal’ o kadar kabul görmüş durumda ki, işte görüyorsunuz, İzmir’de sokakta rastgele mikrofon tutulan Dilruba adlı genç hanım, sanki daha önce oturup konuyu çalışmış gibi tereddütsüz konuşuyor ve art arda karşıdakini aşağılayan cümleler sarf ediyor. Ahlaki üstünlüğünden o kadar emin ki cümlelerinin arasında es bile vermiyor.

Sosyal medyada veya TV’lerde veya sokaktaki bu troll ordularının beslendiği tek bir kaynak var: Bizim son derece geniş kültür savaşı paletimiz.

Bir başladı mı, biri bir kuyuya bir taş attı mı, kültür savaşına kayıtsız kalmak sahiden imkansıza yakın derecede zor.

Hadi şimdi birbirimizin gırtlağına sarılana kadar tartışalım: Harp Okulu mezunu teğmenlerin ‘Atatürk’ün askeriyiz’ diye slogan atması iyi mi kötü mü?

Nereye varmayı umuyoruz bu tartışmayla? Taraflardan birinin haklılığı sizce tescil edilebilir mi bu tartışmanın sonunda?

Karl Marx ‘Din kitlelerin afyonudur’ demişti. Haklıydı haksızdı ayrı tartışma, ama söylemek istediği şuydu: Gerçek dertleriniz yerine yan konularla ilgileniyorsunuz.

Modern zamanların afyonu da bu: Kültür savaşları.

Gerçek dertlerimize çözüm aramak ve çözüm üretenleri desteklemek yerine dönüp bizi bir yerden bir yere götürmeyecek kavgalarla vakit geçiriyoruz.

İzmit Körfezi, İzmir Körfezi ve Marmara Denizi

İzmit Körfezi, İzmir Körfezi ve Marmara Denizi

Bugün 10Haber’de çarpıcı bir haber var. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın’ın dün Anadolu Ajansına verdiği bir demeçten hareketle toplanmış haber.

Gerçekten de, Türkiye en azından 1980 yılından beri ölmekte olan Marmara Denizi’ni, bu denizin en kirli parçası İzmir Körfezi’ni ve bir de Ege’de İzmir Körfezi’ni konuşuyor.

Aynı tarihlerde Almanya mesela Ren Nehrini konuşmaya başlamıştı. Bu nehirde hayat sona ermişti ve nehri kurtarmak istiyorlardı.

Aradan 40 yıl geçti. Bugün Ren nehrinde yüzebilir ve balık tutabilirsiniz. Ama aynı şeyi Marmara Denizi için de, İzmir Körfezi için de söyleyemem.

Evet artık İstanbul’da denize giriliyor ama koli basili adı verilen bakterinin azalması yüzünden bu. Yoksa deniz temizlenmiş falan değil. Daha geçenlerde haberi vardı, deniz yüzeyinden 30 metre aşağıda oksijen yoktu. Birkaç yıl önce denizin üstü ‘deniz salyası’yla (müsilaj) kaplanmıştı.

Aynı şey İzmir Körfezi için de geçerli. Eskiden Karşıyaka’da, Narlıdere’de denize girilirdi, çocukluğumda Konak’ta, Kordon’da yüzenler de hatırlıyorum. Ama artık İzmir Körfezi de oksijensizliğin yol açtığı toplu balık ölümleriyle gündemde.

Belki en fenası İzmit Körfezi’nin durumuydu. Deniz dibi temizliğine ihtiyaç duyacak kadar kirliydi burası, bazı yerleri balçık çamurdu, ağır metaller ve petrol atıkları vardı.

Ama bugün İzmit Körfezi’nden çok iyi haberler geliyor. 40 yılın sonunda en azından orada bir düzelme var.

İşte böyle, yapılması gereken gerçek işler varken biz kendimizi kültür savaşlarıyla meşgul etmeye devam edelim.