04-09-2024
İsmet Berkan

Yargıtay Başkanı’nın ağzındaki bakla: Anayasa madde 90’dan kurtulmak

Yargıtay Başkanı’nın ağzındaki bakla: Anayasa madde 90’dan kurtulmak

Bu haftanın ilk gününde Adli Yıl açılış töreni vardı. Törende sırasıyla Türkiye Barolar Birliği Başkanı, Yargıtay Başkanı ve Cumhurbaşkanı birer konuşma yaptı. Törenle ilgili çıkan haberlerde daha çok Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından ve bir kez daha yaptığı yeni anayasa çağrısından söz edildi. Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in konuşmasına da yer yer atıflar vardı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan’ın konuşmasından ise pek az yerde bahsedildi.

Oysa Erinç Sağkan bizim kamuoyunda ‘Can Atalay krizi’ diye bildiğimiz, aslında hukuk sistemizin yaşadığı en büyük yetki krizine ilişkin hayli eleştirel sözler söyledi. Bu eleştirilerin iki muhatabı, Yargıtay Başkanı ile Cumhurbaşkanı da tam karşısında oturuyorlardı.

Bu kriz hakkında çok yazı yazdım, kısaca yeniden hatırlatmak istiyorum:

-Can Atalay hakkındaki yargılama sürerken milletvekili seçildi. Geçmiş Anayasa Mahkemesi kararlarına ve daha önemlisi Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun içtihadına göre, herhangi bir başvuru bile gerekmeden hemen hakkındaki yargılamanın durması, Atalay’ın dosyasının ayrılması ve cezaevinden tahliye edilip milletvekili yeminini etmesi temin edilmeliydi.

-Ama yapılmadı. Atalay’ın avukatları Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesine başvurduğu halde yargılama durmadı, Atalay tahliye edilmedi, tam tersine 3. Ceza Dairesi dosyayı hızlandırdı, birkaç ay sonra da Can Atalay’la ilgili kesin hüküm tesis etti.

-Bu sırada, yani henüz 3. Ceza Dairesi kararı kesinleştirmemişken (ama yargılamayı da durdurmamışken) Can Atalay’ın avukatları müvekkillerinin insan haklarının ihlal edildiğini öne sürerek Anayasa Mahkemesi’ne biresyel başvuruda bulundu.

-Anayasa Mahkemesi’nin kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin mahkumiyeti onayan kararından sonra çıktı. Kararda özetle Atalay’ın haklarının ihlal edildiğine hükmediliyor, ihlal edilen hakların iadesi için dosya Can Atalay ve diğer Gezi mahkumlarını yargılayan İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderiliyordu.

-İstanbul 13. Ağır Ceza AYM’nin ihlal kararı hakkında karar vermeyi reddedip ‘Dosyanın hiçbir sayfası elimizde değil’ diyerek AYM kararını Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi.

-Yargıtay 3. Ceza eline gelen dosyaya baktı ve AYM’nin bu konuda karar alma yetkisi olmadığını, kendilerinin Anayasayı yorumlayıp onu mahkum ettiklerini söyledi, AYM kararına uymama kararı aldı.

-Oysa Anayasaya göre Türkiye’de Yargıtay dahil hiç kimsenin AYM kararına uymama, kararı uygulamama gibi bir yetkisi yok.

Bu kriz içinde başka mahkeme kararları, başka şeyler de oldu ama meselenin özü değişmedi: Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımadı ve uygulamadı.

Bu sorun bugün dahil çözülmüş değil. Konu zaman zaman ‘İki yüksek yargı organı arasındaki anlaşmazlık’ diye adlandırılıyor ama öyle değil, çünkü bu konuda Anayasanın ne dediği son derece açık.

Dolayısıyla konu aslında ‘Anayasanın kısmen veya tamamen yürürlükten kaldırılması’ anlamına geliyor, yani bir nevi Anayasal düzene karşı darbe.

Bu darbeyi Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi yaptı. Bir önceki Yargıtay 1. Başkanı bunu destekleyen yazılı açıklamasıyla tarihe geçti. Eski başkan Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun ‘AYM kararlarını beğenmesek de uymak zorundayız’ diyen içtihadını da hiçe saymıştı.

O yüzden ben merakla yeni Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’in ne diyeceğini, bu konuya konuşmasında değinip değinmeyeceğini bekliyordum. Hayır, açıkça değinmedi Kerkez konuya ama oldukça tuhaf başka bir şey yaptı, hiç üstüne vazife değilken siyasi bir tartışmaya girip yeni bir anayasa isteyenler arasına katıldı.

Bunu da çok önemsememek mümkündü belki ama Yargıtay Başkanı’nın yeni anayasaya değinirken arada söylediği şu cümle dikkat çekiciydi:

‘Avrupa hukukuna uyum sağlamaya çalışan bir görüntü yerine, Avrupa ve dünya hukukuna yön veren “Milli Hukuk Sistemimizi“ bir an önce tamamlamak için yoğun çalışmalar yapmamız gerekir.’

Buradaki ‘milli hukuk sistemi’ ifadesi üstünde uzun uzun ciddi konuşulabilir veya yine aynı uzunlukta alay konusu yapılabilir bir şey ama ben ona girmeyeceğim. Benim takıldığım nokta Yargıtay Başkanı’nın cümlesine ‘Avrupa hukukuna uyum sağlamaya çalışan bir görüntü yerine…’ diye başlaması.

Burada kastedilen, Türk vatandaşlarının 1980’lerden beri temel haklarının ihlal edildiğini düşündükleri ‘milli’ mahkeme kararlarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurabilmesi, Türkiye’nin Anayasasının 90. maddesine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yerel hukuktan daha üstün olduğunu yazması, AİHM kararlarının Türk yargısında yeniden yargılama gerektirir olması.

Bu, yani yurtdışındaki bir mahkemenin Türk yargısına dönüp ‘Sen bu yargılamayı insan haklarına uygun yapmamışsın, yeniden yap’ diyor olması Yargıtay’ın ve yerel mahkemelerin başından beri çok sinirlendiği bir şey. Oysa sinirlenmeye gerek yok, yargılamayı insan haklarına uygun yaparsınız olur biter.

Türkiye, AİHM’ye fazla dosya gitmesin, bazı dosyaların işi daha Ankara’dayken çözülsün diye Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı getirdi. Böylece yargılamanın yenilenmesini isteme işini daha çok Anayasa Mahkemesi yapmaya başladı. 

Bu kez Yargıtay ve yerel mahkemeler AYM’ye kızmaya başladı, ‘Sen bizim üstümüzdeki bir süper temyiz makamı değilsin’ dediler. 

AYM temyiz makamı değil gerçekten de, olamaz da. Ama zaten konu temyiz de değil. Konu yargılamanın insan haklarına uygun yapılıp yapılmadığı.

Şimdi Yargıtay Başkanı ‘Hazır yeni anayasa yapılacaksa eğer, bu anayasadan mevcut 90. maddeyi çıkartmayı unutmayın’ demek istiyor herhalde.

Enflasyon hedefine kaldı 6 puan

Enflasyon hedefine kaldı 6 puan

Hem Merkez Bankası’nın hem de iktidarın 2024 yılı için enflasyon hedefi yüzde 38.

Tabii Merkez Bankası uzmanları bu hedefi hesaplarken enflasyonun düşebileceği alt sınırla yükselebileceği üst sınırı belirliyor esas olarak, yüzde 38 bu alt ve üst sınırın orta noktası.

Şöyle diyelim: Merkez Bankası’na göre bu yıl enflasyon en az yüzde 34, en çok yüzde 42 olacaktı.

Dün Ağustos ayı enflasyonu da açıklandı, yılın ilk sekiz ayının, yani üçte ikisinin enflasyonunu artık biliyoruz: Yüzde 31,94.

Tahminin alt sınırına kalmış 2,06 puanlık enflasyon payı, üst sınırına kalmış yüzde 10’a yakın pay ve ortancaya kalmış 6 puan.

Önümüzde dört ay var. Bu dört ayın toplamının iyimser ihtimalle yüzde 2,06’yı, kötümser ihtimalle de yüzde 10’u geçmemesi gerek.

Burada oturup enflasyon toto yapacak halim yok, o işi yapan yeterince çok piyasa uzmanı var zaten.

Ama şunu söylememe izin verin: Bu yılın ilk sekiz ayındaki enflasyon performansının aslında o kadar kötü olmadığını, Merkez Bankası’nın ve iktidarın hedeflerini tutturma yolunda ilerlediğini görmemiz gerek.

Şu ana kadar oluşan yüzde 32’lik enflasyon ortalamada bire bir tekrar edecek olsa bile tahmin aralığının üst sınırının (yüzde 42) biraz üstünde bir enflasyondan söz edeceğiz demektir.

Ancak son aylarda bu performansın düzelmekte olduğu ve geriye yapılacak pek az kamu zammı kaldığı düşünülünce aslında yıl sonunda enflasyonun tahmin aralığı içinde kalacağını, yani yüzde 42’den az geleceğini düşünmek için sebeplerimiz var.

Çoğu şirketin ve bireyin bu yılın başında hesabını en az yüzde 50 enflasyon üstünden yaptığı hatırlanacak olursa, bu ilk yıl tahmininin tutması önümüzdeki yılın tahmininin güvenirliğini arttıracak.

Yarın Orta Vadeli Program açıklanacak ve 2025 yılı enflasyon tahmini burada duyurulacak. Eski tahmin yüzde 14’ün aynen korunacağı söyleniyor. Eğer onda da tahmin aralığı artı-eksi 4 puansa (ki aslında daha az olmalı) o zaman tahmin aralığının üst sınırı yüzde 18 demektir.

Enflasyonla mücadelede beklentilerin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz; inandırıcılığı düşük hedefler en başta bu beklentileri bozduğu için kötü.