Sezgin Baran Korkmaz BoraJet’i THY’ye satmaya uğraşmıştı
Yalçın Ayaslı’nın adını kaç kişi bilir?
Çocuk yaşta gazeteciliğe başladığım ve annem de gazeteci olduğu için çocukluğumun bir bölümü İstanbul’un Cağaloğlu semtinde geçti.
Ama tabii gazetecilik mesleği 90’lı yılların başında Cağaloğlu’ndan koptu, şehrin tuhaf bölgelerine sürüklendi, biz gazetecilerin de bu güzel tarihi semtle ilişkisi büyük ölçüde bitti.
Yıllar önce bir hafta sonu kendime nostalji turu düzenledim, Cağaloğlu’na gittim. Nuruosmaniye Caddesinde yürürken gözüm Milliyet gazetesinin yıllarca hazırlanıp basıldığı binaya takıldı. Bu binaya yüzlerce kez girip çıkmış, en üst katındaki müthiş yemekhanede beyaz ceketli garsonların servis ettiği yemekleri yemiştim. Orada yediğim vişneli ekmeğin tadı hala damağımdadır mesela.
Bina elbette el değiştirmişti, ama etrafındaki başka pek çok bina gibi devasa halıcı veya mücevherci değil, tamamen başka bir şey olmuştu. Üstünde Armaggan yazıyordu.
Merak ettim, içeri girdim. Gerçekten olağanüstü bir yere girdiğimi anladım daha ilk adımımda. Burada kumaştan giysiye, halıdan tasarım mücevhere pek çok şey satılıyordu ama satılan her şey çok özeldi. Çünkü arkada geleneği ve tarihi bilgiye çevirmeye çalışan bir vakıf vardı; vakıf örneğin Osmanlı kumaşlarını orijinali gibi üretiyor ve yeni tasarımlarla sunuyordu. Aynı şey mücevher tasarımlarından diğer tasarımlara kadar her şey için geçerliydi.
Ama esas sürpriz en üst katta, Milliyet zamanının yemekhanesindeydi. Burada ‘Nar’ adlı bir lokanta vardı ve lokantanın şefi Vedat Başaran Armaggan’ı kuran vakfın yaptığı işi zaten uzun yıllardır yapan, Osmanlı ve Anadolu mutfağını uzun uzun araştırıp bulduklarından modern sentezler, tabaklar ve tatlar yaratan bir isimdi. ‘Nar’ onun lokantasıydı.
Şunu söyleyeyim: Bu semt benim Cağaloğlu’nda çalıştığım yıllarda da Türk yemekleri açısından zaten son derece önemli bir merkezdi. Ayakta nohut pilav yiyebileceğiniz minik dükkanlardan ekmek arası balık satanlara, son derece lüks et lokantalarından olağanüstü lezzetli tencere yemekleri sunan esnaf lokantalarına ve esnaf lokantası konseptini beyaz örtülü masalarda içki de içebileceğiniz ‘fine dining’ deneyimine çeviren yerler vardı burada. Yani Cağaloğlu her keseye hitap eden bir lezzet cennetiydi o yıllarda. Sonradan bir TV ünlüsüne dönüşen Ümit Usta’nın lokantası hemen Milliyet’in arkasındaki tarihi hanın içindeydi örneğin.
Vedat Başaran’la önceden tanışıyordum, beni lokantasında görünce çok sevindi, geldi biraz sohbet ettik ve Yalçın Ayaslı’nın adını ben ondan öğrendim.
Ayaslı 1946’da Ankara’da doğmuş, sonra ODTÜ’den elektrik-elektronik mühendisi diplomasıyla mezun olmuş bir isimdi. Master ve doktorasını ünlü Massachusets Institute of Technology’de, yani MIT’de yapmış, ODTÜ’ye geri dönmüş, 1979’a kadar burada ders vermişti. Sonra tahmin edebileceğim nedenlerle ABD’ye geri dönmüş, çeşitli dev elektronik şirketlerinde araştırmacı olarak çalışmış, nihayet kendi şirketini kurmuş, sahibi olduğu patentler ve geliştirdiği teknoloji sayesinde çok büyüttüğü şirketini 2014 yılında yaklaşık 2,5 milyar dolara sattıktan sonra da kendisini emekliye ayırıp hayır işlerine adanmıştı.
Kendisiyle hiç konuşmadım ama ODTÜ’yü terk edip ABD’ye gitmesinin nedeni bence Türkiye’de bugün adına ‘bilgisayar çipi’ dediğimiz mikro işlemci üretilmeyeceğine, geliştirilmeyeceğine kanaat getirmesiydi.
Ülkesi için bir şeyler yapmak isteyen ama duvarlara çarpan çoğu kişi gibi ümidini kesip ABD’ye gitmiş, orada başarmıştı.
Emekli olduktan sonra bir vakıf kurmuştu, Türk Kültür Vakfı. Vakıf temelde Türk kültürünün, Türk müziğinin ve Türk mutfağının daha çok insana ulaşması için çalışıyordu. İşte Armaggan bu vakfın mağazasıydı. Armaggan bir ArGe merkezi kurmuştu, burada hem eski teknikler inceleniyor, hem de yeni tasarımlar yapılıyordu. Bence müthişti.
Aynı Yalçın Ayaslı günün birinde Türkiye’de bölgesel havayolu şirketi kurma hevesine kapıldı. Amerika’da da Avrupa’da da bölgesel havayolları vardır. Bunlar büyük şehirler arasında değil küçük şehirler arasında veya küçük şehirlere uçar. Fiyatları görece ucuzdur.
Türkiye’de de örneğin biri Bursa’dan Kayseri’ye gitmek istese önce İstanbul’a gelmek zorunda. Urfa’dan Trabzon’a uçamazsınız; ya Ankara’dan ya İstanbul’dan geçmelisiniz oraya. İzmir’den Antalya’ya, Sinop’tan Bitlis’e, Van’dan Balıkesir’e gitmek bir meseledir.
BoraJet adlı bu havayolu şirketi sahip olacağı küçük uçaklarla kısmen bu ihtiyacı karşılamaya soyundu. Ama başarılı olamadı, kısa zamanda batma noktasına geldi. Yalçın Ayaslı şirketi tasfiye etmeyi düşünürken karşısına Sezgin Baran Korkmaz çıktı.
SBK artık batmış durumda olan, bırakın satın aldığı uçakların taksitlerini ödemeyi, çalışanlarının maaşını bile veremeyen BoraJet’i yeniden kârlı hale getirebileceğini iddia ediyordu.
Ayaslı şirketini SBK’ya sembolik bir paraya (1 lira) sattı, satış anlaşmasına şirket kâr ederse bu kârdan yüzde 25 pay alacağını yazdırdı. Sırtından bir yük kalktığını düşünüyordu. Fena halde yanılıyordu.
SBK’nın veya başka birinin bu şirketi kurtarması pek de mümkün gözükmüyordu aslında. Şirketin on milyonlarca dolar borcu vardı, hacizler ve icra davaları kapıdaydı.
Peki neden aldı bu şirketi SBK? Gerçek sebebi kendisinden başka bilen yok, Fatih Altaylı’nın programında da söylemedi bu şirketi kurtarma planının ne olduğunu ve neden başarısız olduğunu, Yalçın Ayaslı’yı sözleşmeye uymamakla suçladı. Oysa aynı suçlamayı Ayaslı da SBK’ya yöneltiyor, ABD’de açtığı organize suç davasında SBK’yı ‘mafya yöntemleriyle şirketine elkoymak’la suçluyor.
Yalçın Ayaslı yıllardır kendini anlatmaya çalışıyor. Onunla ilgili en kapsamlı söyleşilerden biri, ilginçtir 2017 Aralık ayında Sabah gazetesinde yayınlandı. Ayaşlı kendi web sitesinden açıklamalar yaparak hala durumunu savunmaya çalışıyor. Ancak anlaşılan Türkiye’de SBK ile Ayaşlı arasındaki davalar devam ediyor ve galiba SBK kazanan tarafta. 7 Haziran 2021 günü Barış Terkoğlu, Cumhuriyet’teki köşesinde mayıs ayında yapılmış bir icradan satış belgelerini yayınladı. Bu belgelere bakınca SBK’nın BoraJet’i satın alan şirketi Bugaraj’ın “alacaklarına karşılık” olarak Ayaşlı’nın Ortaköy’deki üç değerli yalısını icradan aldığı görülüyor.
Bir büyük ticari alış veriş konusunda iki iş insanından hangisinin haklı olduğuna ben karar verecek değilim, ama bütün bu süreç boyunca SBK’nın uyguladığı bel altı taktikler çok belirgin. Ayaslı’nın ne FETÖ’cülüğü kalmış ne başka şeyi. Bu suçlamaları Fatih Altaylı ile programında da tekrar etti zaten.
Ama ilginç bir durum da var: SBK’nın BoraJet’i aldığı günlerde Türkiye’nin Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan. Ve iddiaya göre SBK sağda solda Bakan Arslan’ın yeğeni olduğunu söylüyor. Ahmet Arslan SBK’nın Kars Digor’da yaptırdığı okulun ve diğer hayır işlerinin açılışlarına katılıyor, oralarda konuşmalar yapıyor, kurdele kesiyor.
SBK’nın ansızın Ahmet Arslan’la yakınlaşmaya çalışmasının bir sebebi var: BoraJet’i o sıralar zaten bünyesinde bir bölgesel havayolu şirketi kurmak isteyen THY’ye satmak.
O zamanlar çok yazılıp çizilen iddiaya göre SBK BoraJet’i THY’ye 300 milyon dolara devretmek istiyordu. Neyse ki THY bu alımı yapmadı, onun yerine kendi şirketi Anadolu Jet’i kurdu. O şirket THY bünyesinden tamamen ayrılıp bugün AJet adını aldı. Ya satılacak ya da bağımsız olarak halka açılacak, bu onun hazırlığı olsa gerek.