Katiline yapılan işkence ve kötü muamele, o gencecik polis memurunun ölümündeki ihmallerin üstünü örtemez
İstanbul’da gencecik, hayatının baharında, mesleğinin ise daha başında bir polis memuresi öldürüldü, şehit oldu. Şeyda Yılmaz’ın ölümü ve onu öldüren 19 yaşındaki suç makinasının daha önce 26 kez suç kaydının bulunmasına rağmen hala elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor olması büyük infiale sebep oldu.
Bu infialin çok sayıda haklı sebebi var, ama nedense bir konuda hiç infial olmadı: Peki Şeyda Yılmaz neden ve nasıl ölmüştü?
Şunu biliyoruz: Polis o sırada motosiklet hırsızlığından aranan Yunus Emre Geçti’yi yakalamış, derken Geçti nasıl olduysa polisin elinden kaçmış. Sonrasında başlayan kovalamacada polis zanlıyı bir kez daha yakalamış, ama Yunus Emre Geçti o sırada kendisini yakalayan polislerden birinin belindeki silahı almış, ateş açmaya başlamıştı. Burada iki siville birlikte polis memuresi Şeyda Yılmaz da yaralanmıştı; genç polis memuresi hastanede kurtarılamamış ve şehit düşmüştü.
Teker teker soralım:
1. Polis, yakaladığı zanlıyı nasıl elinden kaçırdı?
2. Polisimiz neden mesela Avrupa polisi veya Amerikan polisi gibi zanlıyı, hele böyle tehlikeli bir zanlıyı yere yatırıp ellerini kelepçelemiyor?
3. Hadi diyelim ilk seferinde zanlı polisin elinden kaçmayı başardı, ikinci yakalanışında neden üstüne silah doğrultulup yere yatırılmıyor?
4. Sokakta aktif suçlu takibinde olan polislerin neden çelik yeleği yok?
5. Silahını zanlıya doğrultmadığı anlaşılan polisin belindeki silahın bu kadar kolayca ele geçirilmesi normal mi? Eline silah alan ve yarattığı tehdit ansızın birkaç kat birden artan zanlıyı başka bir polis o an neden vurmuyor? Onun da silahı elinde değil mi çünkü?
7. Şeyda Yılmaz’ın ölümü polisimizin eğitim eksikliğinden ve aslında hiçbir gözaltı güvenlik prosedürü olmamasından kaynaklanıyor olabilir mi?
Bu sorular burada böylece dursun, yaşanan vahamet bitmedi.
Zanlı 26 ayrı suç kaydı bulunan biriydi. Elbette birinin suç kaydının olması onu suçlu yapmaz ama suçlusu olduğu bazı şeyler de vardı.
Zanlıyla ilgili savcılıklar 15 kez soruşturma başlatmış, bunlardan beşinde ‘kovuşturmaya yer yok’ kararı verilmiş ve dosya kapatılmıştı, ama hakkında davalar da açılmış, birinde mahkum olmuş ama nedense mahkeme ‘Hükmün açıklanmasını geriye bırakma’ kararı vermişti.
Bir başka dosyası, ki bu dosya ‘kasten yaralama’ suçuyla ilgiliydi, mahkeme ona adli kontrol şartı getirmiş ama o karakola gidip gereken imzaları vermeyerek adli kontrolü ihlal etmişti, yani çoktan tutuklanmış olması gerekiyordu. Zanlıyla ilgili beş yargılama da halen devam ediyordu.
Polis bunları zanlının GBT kaydına baktığında görebiliyor. Yani onu yargılayan mahkemeler, soruşturan savcılıklar da görebiliyor. ‘Zanlı neden tutuklu değildi’ sorusu en az polisin eğitimi meselesi kadar hayati bir soru burada.
Bütün bunlar ortadayken bir de başımıza bu polis katili zanlıya yapılan işkence ve kötü muamele meselesi çıktı. Ki bu da polisin disiplini ve eğitimiyle ilgili bir mesele temelde.
İstanbul Asayiş Şubesi polisleri herkesin bildiği gibi zanlının kafasına çöp poşeti geçirdi ve onu sokak hayvanları için kullanılan polis aracıyla adliyeye sevk etti. Bunu da bilerek ve isteyerek, kamuoyuna sergilemek için yaptı.
Asayiş Şube polisleri haklı olarak arkadaşlarının ölümüne üzülmüş, hatta çok sinirlenmiş olabilir ama polislik mesleği ve bu mesleğin gerektirdiği disiplin polis memurlarının duygularını sergilemesine izin vermez.
Polisin görevi kanun uygulama gücü olmaktır. Kanunun hiçbir yerinde adliyeye sevk edilen bir zanlının başına poşet geçirmek yoktur, çöp poşeti geçirmek hiç yoktur.
Polisin bu davranışı bizzat İçişleri Bakanından da onay aldı, ama bir cinayet zanlısına ne kadar kızarsak kızalım, o cinayete neden olan şartları konuşmadığımız sürece sinirlendiğimizle, üzüldüğümüzle kalırız.
Şeyda Yılmaz’ın ölümüne bu ülkede üzülmeyen yok. Yani İstanbul polisi burada hiç de yalnız değil aslında.
Umalım ki polisin kendisi bu ölümü adam akıllı soruştursun ve gereken dersleri çıkarıp başka Şeyda’ların ölmesinin önüne geçsin.