26-09-2024
İsmet Berkan

Bektaşi Devleti kurulması çok eğlenceli olmaz mı?

Bektaşi Devleti kurulması çok eğlenceli olmaz mı?

Arnavutluk’a hayatımda ilk gidişimi unutamıyorum. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i taşıyan THY’ye ait Boeing 737 tipi uçak normalde Cumhurbaşkanı gezileri için çok küçüktü, ama gezi için bu uçak kiralanmıştı THY’den.

Tiran Havaalanına alçalıp tekerleğimizi koyduğumuzda bu küçük uçak tercihinin tercih değil zorunluluk olduğunu anladık. Pist perişan durumda ve neredeyse engebeliydi, ayrıca kısaydı. Güvenli iniş ve kalkış için 737 seçilmişti.

Cumhurbaşkanı ile birlikte bir yabancı ülkeye gittiğinizde genellikle havaalanında bir karşılama töreni olur, bu arada uçaktan inen heyet de pistin üstünde kendilerini beklemekte olan araçlara biner, törenin ardından konvoy halinde hareket edilir. Biz gazetecilere tahsis edilen araçlar genellikle en konforsuz minibüsler olurdu ve hep konvoyun en son aracı olarak giderdi.

Tiran’da da durum değişmedi, ama sadece bize değil bütün heyete tahsis edilen araçlar bir tuhaftı, sanki 50 yıl önceden kalmış gibi eskiydi her şey.

Bizi taşıyan motoru önde otobüs aksıra tıksıra hareket ettikten sonra hepimiz camlara yapışmış, hayatımızda ilk kez gördüğümüz Arnavutluk’un kırsal alanını izliyorduk.

Enver Hoca komünizmi Arnavutluk’u bugünün Kuzey Koresi gibi dünyaya kapatmıştı. O yüzden gördüğüm her şeyi hafızama nakşetmeye çalışıyordum, balta girmemiş ormanda uygarlıkla hiç karşılaşmamış kabile bulan antropolog gibi hissediyorduk kendimizi.

Hiç abartmadan söylüyorum, etrafımız çoğu bir veya iki kişilik, tarlalarda ve her yerde mantar bitmiş gibi duran askeri beton koruganlarla doluydu. Bunlar her yerdeydi, öyle bir askeri birliğin etrafında falan değil, ülkenin her karış toprağında bu beton koruganlardan vardı. 

Arnavutluk’taki beton koruganlar, ülkenin Yugoslavya tarafından işgal edileceğine inanan Enver Hoca tarafından yaptırılmış ve her yere yerleştirilmişti. Arnavutluk bunları yok edebilmek için Dünya Bankası’ndan bağış ve kredi aldı. Şimdi koruganlar müzelik muamelesi görüyor ve bu fotoğraftaki gibi bir durum pek yok ülkede.

Aramızdan bir arkadaş ‘Bu beton koruganlara harcadıkları demir ve çimentoyla ülkelerini birkaç kez inşa edebilirlerdi herhalde’ tahmininde bulundu.

Biraz sonra Tiran şehrine vardık. O beton koruganlardan şehir içinde de vardı ve tarifsiz bir fakirlik manzarasıydı gördüğümüz. Binalar, sokaklar, insanlar sanki 40-50 yıl öncede gibi duruyordu.

Türkiye’de 70’li yıllarda Halkın Kurtuluşu adlı bir sol örgüt vardı, Enver Hoca yanlısıydı. İşte bir zamanlar o örgüte yakın olduğunu gizlemeyen bir gazeteci arkadaşımız ‘Vay be’ dedi hayıflanarak, ‘Bütün gençliğim buna özenerek mi geçti benim?’

Arnavutluk’ta gördüğümüz fakirlik ve gerilik sahiden tarif edilebilir gibi değildi.

Akşam şehrin biraz dışındaki bir devlet konukevinde o sıralar Arnavutluk Cumhurbaşkanı olan Sali Berisha Cumhurbaşkanı Demirel onuruna bir yemek veriyordu. Oraya gittik.

Kapıdan girişte kuyrukta Cengiz Çandar’la yan yanaydım, az sonra iki Cumhurbaşkanı’nın karşısına geçtik el sıkmak için. Sali Berisha, Cengiz’i görünce sarıldı, şap diye yanaklarından öptü. Demirel de buna şaşırdı, yarı İngilizce ‘Vay be, senin burada kissing friendlerin var demek’ dedi. Gülüştük ve içeri girdik.

Tam karşımda bembeyaz giysiler içinde ve uzun beyaz sakallı, insanın rüyalarında gördüğü türden bir evliya gibi görünen biri vardı. Ben dondum kaldım. İmdadıma Cumhurbaşkanı Demirel yetişti, ‘Gel seni tanıştırayım’ dedi. O ak sakallı ve beyaz giysili kişi Arnavutluk’taki en yüksek seviyeli Bektaşi dedesiydi.

Süleyman Demirel kafasında Ahi takkesiyle

Türkiye’de 28 Şubat ya olmuştu ya da olmak üzereydi. Din ve din adamı alerjisi hastalığı başlamıştı belli bir kesimde. Arnavutluk’ta böyle bir din adamının, üstelik de sivil olduğu halde bu kadar üst düzey protokolde yer alması bütün Türk heyetini çok şaşırtmıştı.

Sonra düşündüm, Arnavutluk’ta (ve Balkan coğrafyasının başka yerlerinde) Bektaşiliğin hala yaşıyor ve güncel olması son derece normaldi.

Bektaşilik ve Alevilik (ikisi aynı şey değil) 15. yüzyılın sonlarına kadar Anadolu’daki hakim din anlayışıydı. Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren ve herhalde Yavuz Sultan Selim dönemine kadar Bektaşilik neredeyse devlet diniydi. Yeniçeri ordusu Bektaşiydi; toplumun orta direği sayılması gereken esnaf teşkilatı, yani Ahi loncaları Bektaşiydi. Osmanlının sınır boylarına yerleştirdiği ‘Akıncı’lar hep Bektaşi’ydi. Yani ‘Evladı Fatihan’ diye adlandırılanların tamamının kökeni Bektaşiydi.

Arnavutluk Osmanlı açısından bir baş belasıydı. Bir yandan Draç (Dürres) limanı nedeniyle son derece stratejikti, ama bir yandan da Arnavut halkı sürekli Osmanlı’ya isyan ediyordu. Bu isyanlardan en başarılısının önderi İskender Bey’in adı ve heykelleri bugün Arnavutluk’un her yerinde.

Osmanlı çözümü Arnavutluk’ta İslam’ı yaymakta aramıştı ve Bektaşi anlayışı özellikle Arnavutlar arasında çok yaygındı (Balkan coğrafyasının her yerinde Bektaşiliği bulabilirsiniz).

Örneğin komünist Enver Hoca Bektaşi bir ailenin çocuğuydu. ‘Enver’ adı zaten İttihatçı Enver Paşa’dan geliyordu. O sırada Cumhurbaşkanı olan Sali Berisha da Bektaşi inancına mensup bir ailenin çocuğuydu.

Osmanlı Yavuz Sultan Selim’le Çaldıran’da Şah İsmail’e karşı savaşırken Anadolu’da ciddi bir Bektaşi ve Alevi kıyımı yapmıştı. Ama Bektaşilik İstanbul’da ve Balkanlarda yaşamaya devam etmiş, Osmanlı Devleti giderek Sünnileştiği halde Bektaşilik de varlığını korumuştu. Ta, 19. yüzyıl başında 2. Mahmud Yeniçeri ordusunu ortadan kaldırana kadar. Sadece Yeniçeriler idam edilmedi o dönemde, Bektaşi tekkeleri kapatıldı, idamlar ve büyük zulümler yaşandı. Ama buna rağmen Bektaşilik sona ermedi. Ama 2. Mahmud döneminden başlayarak devlet bir çeşit Nakşiliği teşvik etti, baskıdan yılan bir kısım Bektaşi bu sufi tasavvuf anlayışına meyletti.

Bektaşiliğe ve Aleviliğe esas büyük darbe Cumhuriyet’in tekke ve zaviyeleri kapatan kararından sonra geldi. Bektaşiler ve Aleviler bu yüzden kendi örgütlü dinlerini kaybetti.

Sünni tarikatlar da ağır darbe aldı ama örgütlü dinlerini kaybetmediler, kısa sürede gizli toplanma mekanları yarattılar ve tarikatlar yeraltında da olsa yaşadı. Ayrıca zaten camiler vardı. 

Oysa kapanan Bektaşi Tekkeleri ve Alevi Cemevleri bu grupların ana ibadethanesiydi. Onlar kapanınca ibadet geleneği farklılaştı. Bir anlamda 2. Mahmud döneminin Sünnileşme baskısı geri gelmişti.

Türkiye’de derin bir Anadolu kültür ve geleneği olan Bektaşilik 100 yıl önce böyle büyük bir kesintiye ve ağır bir darbeye maruz kalırken Balkan coğrafyasında o denli ağır travma yaşanmadı. Yaşanan komünizmdi, o dönemde gerek Arnavutluk’ta, gerekse Arnavut nüfusun çoğunluk olduğu Yugoslavya Kosova’sında ciddi baskı gördü Bektaşiler, ama tekkeleri kapanmadı.

Bektaşi geleneğinde en yüksek dini makamda oturan kişiye ‘Dedebaba’ ünvanı veriliyor. Ben 60 yaşındayım ve Türkiye’de hala bir ‘Dedebaba’ olduğunu bugün 10Haber’in haberinden öğreniyorum. Meğer Ali Haydar Ercan isimli bir Bektaşi bu makamda otururmuş.

Türkiyeli Bektaşilerin ‘Dedebaba’sı Ali Haydar Ercan diğer Bektaşi dini önde gelenleriyle.

Düşünsenize, tarikat şeyhi bile olmayan Cüppeli Ahmet’i biliyor ama Ali Haydar Ercan’ı bilmiyoruz. Oysa Türk İslamı denince aklımıza Bektaşiliğin geliyor olması lazım, Cüppeli Ahmet’in de mensubu olduğu Halidi geleneğin devamı, daha çok Kürt-Arap usulü olan ve son 200 yıldır devlet eliyle de desteklenen Nakşi hareketin değil.

Şimdi, Avrupa’nın hala en fakir ülkesi olan Arnavutluk Başbakanı ülkede zaten özel ve saygın bir yeri olan Bektaşilik aynen Vatikan gibi bir çeşit devlet statüsüne yükseltmeyi planladığını söylüyor.

Arnavutluk’ta gerek bugünkü Bektaşi dini lider Baba Mondi, gerekse ondan önceki ve benim de ayaküstü tanıştığım dini lider Reşat Bardhi’ye ‘Dedebaba’ ünvanı veriliyor ve kendilerini ‘Dünya Bektaşilerinin Dini Lideri’ olarak tanımlıyorlar (Amerika’da yaşayan Bektaşi Arnavutların oluşturduğu bir Bektaşi Tekkesi de Michigan eyaletinde var, onun dini lideri de kendine ‘Dedebaba’ ünvanını uygun görüyor).

Tabii bu ‘Dedebaba’lık meselesi, aynen Rum Ortodoks Patriği Bartholemeos’un durumu gibi biraz tartışmalı.

Bektaşilik tamamen Türkiye’ye, Anadolu’ya özgü bir tarikat. Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşadığı ve öldüğü coğrafya burası. Bektaşiliği 2. Bayezit’in talimatıyla dev bir tarikat, o zamanın Osmanlısı açısından devlet tarikatı haline getiren Balım Sultan da bu coğrafyanın öz be öz çocuğu. Dolayısıyla hala kaldığı kadarıyla türkiye’deki Bektaşiliğin Arnavutluk’ta ortaya çıkan bu ‘dünya liderliğini’ (bir nevi Müslüman Ekümenikliği) kabul etmesi mümkün değil. Nitekim az önce linkini verdiğim 10Haber’in haberinde de okudunuz, Türkiyeli Bektaşiler buna şiddetle itiraz ediyor.

Biliyorsunuz Ortodoks Patriği Bartholemeos da ‘Ekümeniklik’ iddiasında, ama Türkiye onu İstanbul’daki bir semtin adıyla ‘Fener Rum Patriği’ olarak tanımlıyor, muhatap olarak da Fatih ilçesinin kaymakamını gösteriyor. Rus Ortodoks Kilisesi 100 yılı aşkın süreden beri İstanbul’daki bu patriğin otoritesini kabul etmiyor, yakın zamanda Bulgar ve Sırp kiliseleri de bu otoriteyi reddetti. Amerika’daki Ortodoks cemaat patriğe saygısızlık etmiyor, ama bağımsız hareket ediyor. Benzer bir durum aslında Yunanistan’daki kilise için de geçerli. Kağıt üstünde patriğin otoritesini tanıyorlar ama sadece kağıt üstünde. Kudüs’te de durum benzer.

Daha şimdiden Bektaşi devleti kurma fikrinin Amerikan emperyalizminin oyunu olduğuna dair komplo teorileri ortalığı kapladı bile. Anlaşılan bizi önümüzdeki dönemde çok eğlence bekliyor.

Bakalım ansızın gündemimize giren Bektaşilik’te neler olacak?

Alevilik’le Bektaşiliği aynı şey sananlar, yanılıyorsunuz

Alevilik’le Bektaşiliği aynı şey sananlar, yanılıyorsunuz

Çok sık yapılan bir hata bu. Bu iki inanç biçimi, ibadetinden başka pek çok alana birbirleriyle paylaştıkları çok şey olduğu halde iki farklı yapı aynı zamanda. Zaten o yüzden Türkiye’deki en büyük örgütün adı ‘Alevi-Bektaşi Federasyonu.’

Bektaşilik bir tarikat ve bu tarikatın yolunu benimseyen herkese kapısı açık. Bunun için ‘ikrar ayini’ adı verilen özel bir ayin bile var. Buna karşılık Alevilik’in kapısı herkese açık değildir, babadan oğula geçer.

Bazı kaynaklar ‘Türkiye’de her Alevi Bektaşi’dir, ama her Bektaşi Alevi değildir’ gibi ilginç bir cümle kullanıyor. Bu cümle fiili bir gerçeği ifade ediyor, çünkü iki inanç biçiminin dini ritüelleri hemen hemen aynı.

Ama bir konuda farklılaşıyorlar: Aleviler Hacı Bektaş-ı Veli’ye büyük saygı duyar ama dinen kendilerini ona değil Hazreti Muhammed’in soyundan gelen ‘dede’lerle temsil edilen Alevi ocaklarına bağlı sayarlar.

Fatih Altaylı yine yüksekten uçmuş

Fatih Altaylı yine yüksekten uçmuş

Arnavutluk’ta bir Bektaşi Devleti kurulması fikri meğer iki gün önce Fatih Altaylı’nın günlük video nutkuna veya yorumuna da konu olmuş. Orada Altaylı bu Bektaşi devleti meselesinin Amerikan veya emperyalizm oyunu olduğunu söylemiş, bir de bu devletin başına geçecek kişinin Türkiye’den Kemal Kılıçdaroğlu ile de görüştüğünü öne sürmüş.

Kılıçdaroğlu görüşmüş müdür görüşmemiş midir bilmiyorum ama Baba Mondi ile görüşmek o kadar zor bir şey değil. Örneğin eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de Arnavutluk ziyaretinde Baba Mondi ile görüşmüş. Sonra Baba Mondi Ankara’ya gelmiş, Görmez onu da makamında kabul etmiş.

Bazıları Altaylı’nın bu sözlerini ‘O devletin başına Kılıçdaroğlu’nun geçeceğini söyledi’ şeklinde anlamış, hayır bence bunu söylemiyor Altaylı, ama bazı imalarda bulunuyor.

Bu da olacak şey değil; çünkü birincisi Kılıçdaroğlu, Hz. Muhammed soyuna dayandığı iddia edilen bir ‘dede’ aynı zamanda, yani Alevi. Bektaşiler ise az önce yazdım, Bektaşi.

Kaldı ki zaten dini bir lider olan Baba Mondi bu makamı neden Kemal Kılıçdaroğlu’na hediye etsin?