11-10-2024
İsmet Berkan

Bu konuşan kafalara bir meşgale bulmak lazım

Bu konuşan kafalara bir meşgale bulmak lazım

Tanıdığım veya tanımadığım insanlar benimle konuşmaya genellikle (herhalde buzları kıracağını düşünerek) ‘Ee, neler oluyor Türkiye’de ve siyasette’ sorusuyla başlıyor.

Ben de bu soruya çoğunlukla ‘Pek bir şey olduğu yok’ cevabını veriyorum; çünkü sahiden o sırada pek bir şey olmuyor.

Ama bu cevap büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor karşımdaki insanda, bunu gözlerinden anlayabiliyorum. Bakışları değişiyor, bazıları kibirli davrandığımı, konuya girmemek için üstten bir dille meseleyi kapattığımı düşünebiliyor.

Oysa öyle değil. Gerçekten bir şey olsa konuşmaya hazırım, ama çoğunlukla gerçekten yeni bir şey olmuyor siyasette.

Tabii herkes benim gibi değil. Siz sormadan siyasette olup bitenleri büyük bir heyecanla anlatan bir sürü insan var.

Her gün TV’de kaç kişi konuşuyor

Bir zamanlar, Doğan Grubu Doğan Grubu’yken, yani 90’ların ikinci yarısı ile 2000’lerin ilk 10 yılında Doğan Medya Holding’in başkanı Mehmet Ali Yalçındağ bir hesap yaptırmıştı.

Bu hesaba göre, yanlış hatırlamıyorsam TV’lere her gün 2000’e yakın insan ‘konuk’ olarak çıkıyordu.

O zamanlar çok daha az haber televizyonu vardı, NTV ve CNN Türk, eh bir de ekonomi kanalı CNBC-E vardı işte.

Bu kanallarda da çok konuk oluyordu ve henüz sabit katılımcılı konuşan kafa programları icat edilmemişti. O yüzden sahiden çok sayıda insan TV’de görüş beyan ediyordu, o günün konusuna göre davet edilmiş uzman konuklardı bunlar ama her kilide uyan maymuncuk oldukları için çoğunlukla gazeteciler çıkardı elbette TV’ye.

Derken sabit konuklu konuşan kafa programları başladı. Artık uzmanlık gerekmiyordu TV’de yorum yapmak için, çıkanlar her konuda konuşuyordu. Bir dönem ben de böyle sabit konuk oldum, sel felaketi hakkında da konuştum, futbol hakkında da, terör saldırısı hakkında da, jeo-strateji hakkında da, Anayasa hukuku hakkında da… Saçma bir durumdu, epeydir TV’ye çıkmıyorum, zaten çıkaran da yok ama ben de çıkmak istemiyorum.

Benim hesabıma göre bugünlerde haber TV’lerinde (ki sayıları artık epey fazla) sabit konuk olarak konuşan kafalık yapan 400’e yakın insan var.

Reytingi nasıl alacaklar?

Bu TV programları elbette öyle Hilal-i Ahmer yararına, vatandaş bilgilensin diye yapılan programlar değil. Zaman zaman vahşet boyutuna erişen bir reyting rekabeti var programlar arasında.

Reytingi de kavga çıkaran, başka herkese göre ters konuşan, trollük yapmaktan çekinmeyen, bağıran, gerekirse hakaret edenler alıyor. Bilmiyorum kaç kişi seyrediyor bunları ama seyredenler bir çeşit horoz döğüşü seyrediyor aslında, bilgi ve yorum almıyorlar.

Bahçeli el sıkınca konuşan kafalara meşgale çıktı

Peki ama horoz dövüşü yapmak için bile bahane lazım, vesile lazım. Eh, bu programların temel konusu siyaset olduğuna göre siyasette bir şeyler olması lazım ki konuşsunlar.

Peki ya bir şey olmuyorsa? O zaman ne konuşacaklar? 

Bakın bir örnek: MHP lideri Devlet Bahçeli 1 Ekim’de Meclis’in açıldığı gün gitti DEM Partililerin ellerini sıktı.

Konuşan kafalar ve gazetelerde yazı yazanlar günlerdir bu el sıkmayı, yani sıradan nezaketi yorumlamayı ve bazıları bu el sıkmadan artık inanılmaz bir sıçrama anlamına gelen sonuçlar çıkarmayı bırakmadı. Bu sabah medyayı şöyle bir taradım, en az dört yazı daha gördüm Bahçeli’nin DEM’lilerin elini sıkmasının olası sebepleri hakkında.

Çözüm süreci mi başlamadı, Öcalan mı masaya gelmedi

Gidip DEM Partililerin elini sıkan Devlet Bahçeli de, onun ortağı da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan birkaç sıradan cümle dışında bir şey söylemedi bu konuyla ilgili. Ama bakın bu konu 10 gündür gündemde.

Konuşan kafalar ve eline kalemi alanlar 10 gündür mangalda kül bırakmıyor, esiyor savuruyorlar.

Tayyip Erdoğan iktidarıyla DEM Parti arasında, daha doğrusu PKK arasında yeni bir çözüm sürecine Devlet Bahçeli’nin yeşil ışık yaktığından başladı örneğin konu. Oradan süreci başlatanlara, başlamasını temenni edenlere, ‘Hayır olamaz öyle şey’ diyenlere, DEM Parti’nin pazarlığı yüksekten açıp Abdullah Öcalan’ın ev hapsine alınmasını istediğini öne sürenlere kadar vardı iş…

Uydur uydur söyle…

Orada da durmadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DEM Parti ile Selahattin Demirtaş’ın özgür kalması karşılığında anayasayı değiştirip kendisiyle ilgili iki dönem sınırının kaldırılması pazarlığı yaptığını söyleyenler mi istersiniz, DEM Parti’nin muhalefeti nasıl sattığını anlatan mı istersiniz, meseleye CHP açısından yaklaşıp Erdoğan’ın bir sonraki seçimi şimdiden kazanmaya aday olduğunu söyleyen mi istersiniz, inanılmaz yerlere kadar geldi konu.

Bahçeli daha önce de el sıkışmıştı

Şu son on günde Devlet Bahçeli’nin bir nezaket gösterisiyle yaptığı el sıkışma üzerine söylenen ve yazılanlar şeyler bir işsizliğin ve meşgalesizliğin, konusuz kalmanın sonuçları aslında.

Belki şaşıracaksınız, ama Devlet Bahçeli Kürt siyasi hareketinin Meclis’teki temsilcileriyle ilk kez tokalaşmıyor. Basit bir internet aramasında Bahçeli’nin Selahattin Demirtaş’la da, başka Kürt siyasetçilerle de tokalaşmasının onlarca resmini buldum, hatta bir seferinde Bahçeli’nin Ahmet Türk için ‘Tutuksuz yargılanmalıdır’ dediğini bile gördüm.

Bunca yıldır Devlet Bahçeli neredeyse her Meclis açılış günü Meclis Genel Kurulunda komşusu olan Kürt siyasi hareketinin o sıradaki partisinin milletvekillerinin elini sıkar. Konu da nedense her seferinde haber olur, konuşulur.

Ama ilk kez el sıkışma muhabbetinden çıkarılan yorumlar bu kadar uzadı. Peki bu sefer el sıkışmaya neden bu kadar büyük anlamlar yüklendi? Ankaralı gazeteciler veya konuşan kafalar bizden çok şey bildiği için mi?

Hayır değil. Tamamen işsizlikten. Siyasette pek fazla bir şey yaşanmamasından.

Bu konuşan kafalara bir meşgale lazım sahiden.

‘Artık operasyonel karar yok’ ne demek?

‘Artık operasyonel karar yok’ ne demek?

Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi görev alanı itibariyle son derece kritik ve Türkiye’nin bir yılı aşkın süredir devam eden dev hukuk devleti krizi nedeniyle de bu krizin tam göbeğinde yer alan bir daire.

Bu dairenin tartışmalı kararlara imza atan, Can Atalay milletvekili seçildiği halde hakkındaki yargılamayı durdurmak bir yana, dosyasını hızlandıran başkanı Muhsin Şentürk önce Yargıtay 1. Başkanlığına aday oldu.

Burada seçilemeyeceği anlaşılıp seçim de kilitlenince siyaset devreye girdi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile MHP lideri Devlet Bahçeli arasındaki uzlaşma sonunda Şentürk başkan adaylığından çekildi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına atandı.

Bunları hep biliyorduk da bilmediğimiz şey Muhsin Şentürk’ün 3. Ceza Dairesi Başkanlığını bırakmasından sonra Yargıtay içinde başlayan yeni mücadeleydi.

Meğer 3. Ceza Dairesi için haziran ayı başından beri durmadan oylama yapılıyormuş.

Tam 47 tur oylama yapılmış ve nihayet geçen gün 177 oyla salt çoğunluğu sağlamayı başaran Mustafa Kurtaran daire başkanlığına seçilmiş. Kurtaran muhafazakar görüşleriyle biliniyormuş, seçimdeki rakibi Hakan Yüksel ise MHP’ye yakınmış.

Yargı içinde yaşanmakta olan Ak Parti-MHP veya dindar/muhafazakar-milliyetçi/ülkücü mücadelesi artık saklanamayacak boyutlarda.

İlginç olan, dairenin yeni başkanı Mustafa Kurtaran’a atfedilen bir seçim vaadi: ‘Artık operasyonel karar yok.’

Ne demek bu? Yani Can Atalay dosyası yeniden önlerine gelse daire bu kez farklı mı davranacak? Bu sefer Anayasa Mahkemesi kararlarının geçerli olduğunu kabul mü edecekler?

Bekleyip göreceğiz.