12-10-2024
İsmet Berkan

Hoşgeldin 80’ler: 40 yıl sonra yeniden bütçe dışı fonlar…

Hoşgeldin 80’ler: 40 yıl sonra yeniden bütçe dışı fonlar…

Türkiye çok uzun yıllardır makul olmanın ötesinde büyük bütçe açıkları veren, yani edindiği gelirden fazlasını harcayan ülkenin adı.

Biz bu bütçe açığını devletimizin yurt içinden ve dışından borçlanmasıyla telafi ediyor, işlerin devam etmesini sağlıyoruz.

Demokratik yollarla seçilen yöneticilerimiz çoğunlukla beceriksizliklerinden ve partizan kötü yönetimlerinden, bazen de elde olmayan sebeplerle bu bütçe açıklarının aşırı artmasına neden oluyor.

Son yıllarda Türkiye bir kez daha öyle bir dönemden geçiyor. Bugünlerde Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bütün çabası bütçe açıklarını milli gelirimizin yüzde 5’inin altına düşürmek.

Dikkat edin, kullandığımız ölçüt bütçe açığını aslında o bütçeyle ilgisi son derece dolaylı olan milli gelire oranlamak. Aynı oranlamayı bütçe gelir veya giderlerine kıyasla yapsak bütçe açığımızın oranı çok daha yüksek elbette. 

Her 100 liranın 20 lirasını borçlandık ve harcadık

2023 yılında bütçe gelirleri 5 trilyon 210 milyar 488 milyon lira, bütçe giderleri de 6 trilyon 585 milyar 456 milyon lira oldu. Aradaki bütçe açığı olan 1 trilyon 374 milyar 968 milyon liranın bütçe gelirlerine oranı yüzde 26,4 olarak gerçekleşti. Harcamalar üzerinden bir hesap yapacak olursak bütçe giderlerimizin yüzde 20,8’i kadar açık verdik, harcadığımız her 100 liranın 20 lirasını borç bularak harcadık.

Orta Vadeli Program’ın başlıca amacı aslında enflasyonla mücadele değil, kaybettiği bütçe disiplinini Türkiye’ye geri kazandırmak, bütçe açıklarını ‘makul’ seviyeye indirmek. O yüzden yetersiz de olsa kamu harcamalarında tasarruf yapılmasına dair bir plan var. Bütçe açığı ülkemizde enflasyonun temel nedeni çünkü.

Bu OVP’ye karşılık Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir yandan bu programı onaylar ve uygularken bir yandan da aslında para harcamaya devam etmek istiyor.

Türkiye 80’li ve 90’lı yıllarda çok daha büyük oranlı bütçe açıkları verdi. O zamanın siyasetçileri de bir yandan devlet bütçesinde kıpırdanacak yer ve harcanacak para kalmadığını görür, bir yandan da para harcamaya devam etmek isterdi.

Bu durumun, yani olmayan parayı harcamanın, üstelik bu harcamaları demokratik denetimin dışına çıkarmanın bir tek yolu var: Harcamaları bütçenin dışından yapmak. Yani bütçe dışı fonlar oluşturmak.

Bütçe dışı fonları Turgut Özal icat etti, keyfini Tansu Çiller sürdü

Bu yolu 80’li yıllarda Turgut Özal icat etti; 90’lı yıllarda o yol doruk noktalarına ulaştı ve 2001 krizine yakalandık. Krizin ardından bütçe dışı harcama imkanı veren fonları tasfiye ettik, hatta bunların en büyüklerinden birini Ak Parti iktidarı tasfiye etti, Tasarrufa Teşvik Fonu adlı fondan hepimize para ödendi, Ak Parti de bununla çok övündü.

Turgut Özal’ın geliştirdiği iki metot vardı: Birincisi kamu yararına bir takım işlere yarayacağı öne sürülen konularda bütçe dışı fon oluşturmak, bu fonlara vergi dışı ama aynen vergi gibi uygulanan bir takım mali kaynaklar bulmak.

Örneğin Toplu Konut Fonu kuruldu; bu fonun sigara paketlerine yapıştırılan bandroldan ithal muza ve başka şeylere kadar pek çok mali kaynağı oldu. Hatta özelleştirmeden elde edilecek gelirler bile bu fona konacak, vatandaş ucuz konut sahibi olacaktı. Bu hiçbir zaman gerçekleşmedi, ta ki 2000’li yıllarda TOKİ devreye girene ve sahiden ucuz konut üretene kadar. Ama bugün o sistem de tıkanmış durumda.

Yap-İşlet-Devretin mucidi de Özal’dı, keyfini Ak Parti sürüyor

Özal’ın geliştirdiği ikinci yöntem yap-işlet-devret adı verilen yöntemdi. Enerji otoyol vs büyük yatırımlar devlet tarafından ve bütçe içinden yapılmayacak, onun yerine özel sektöre yaptırılacaktı, özel sektör yatırımı işleterek para kazanacak ve yatırımı finanse edecek, süre sonunda da yatırımı devlete verecekti.

80’li ve 90’lı yıllarda çok tartışılan bu yöntem pek az vesileyle uygulanabildi ama Ak Parti bu yöntemi dibine kadar kullandı. Ama bugün artık ‘kamu-özel işbirliği’ (KÖİ) adıyla anılan yöntemde kamunun yatırımları yapan özel sektör şirketlerine her yıl ödemesi gereken para o kadar fazla ki bütçede bu ödemeler başlı başına bir delik oluşturduğu için o yöntemde sınıra gelinip dayanıldı.

Artık savunma sanayisiyle oy toplanacak

Türkiye’de sağ siyasi partilerin baskın özelliği kalkınmacı olmalarıdır. Kalkınma denince de akla hep büyük kamu yatırımları, havaalanları, otoyollar, barajlar, enerji santralları, hastaneler gelir.

Tayyip Erdoğan iktidarları bunları fazlasıyla yaptı. Artık kullanılmayan havaalanlarımız, otoyol ve köprülerimiz bile var. Bunlar vatandaş az kullandığı, hatta bazılarını hiç kullanmadığı için gelir üretmeyen ama sözleşme gereği büyük gider üreten yatırımlar.

Ama diyorum ya, Tayyip Erdoğan para harcamaya devam edebilmek, kalkınmacı ve ulusal gururu havada tutan lider kalmak istiyor. KÖİ’de sınıra dayanıldığı ve son seçimde savunma sanayii hamleleri çok göz doldurup oy kazandırdığı için şimdi savunma sanayiine yüklenmek istiyor.

İstiyor ama para yok. Dün Ak Parti Grup Başkanvekili Meclis’e gelen yeni yasayı duyurdu. Savunma Sanayiini Destekleme Fonu’na yılda 80 milyar lira kaynak yaratacak yeni bir yasa çıkarılacak. Bu kaynak elbette vergi benzeri maktu ödemelerden elde edilecek. Yani hepimiz diyelim ev alıp satarken, diyelim sırf cebimizde kredi kartı var diye, diyelim kolumuza takmak için saat aldığımızda vs vs ödeyeceğiz bu parayı.

Sabah gazetesi bugün 80 milyar liralık vergi geldiğini müjde olarak sunuyor.

80 milyar ek vergi geldi, pamuk şekeri gibi takdim ediliyor

Normalde bir ülkede hükümet vatandaşına tek kalemde 80 milyar liralık vergi (önümüzdeki yıl dolar kurunu 40 lira varsaysak 2 milyar dolar) salsa yer yerinden oynar, bizde ise hükümet yanlısı basın bunu ‘Savunma Sanayiine 80 milyar kaynak’ diyerek pembe bir pamuk şekeri gibi takdim ediyor.

Esasen yılda 2 milyar dolar savunma sanayii için öyle büyük bir miktar değil. Atıldığımız F35 programı için ABD’den alacağımız neredeyse bu kadar. Yerine alacağımız F16’lara 20 milyar dolardan fazla para vereceğiz.

Eski Erdoğan 2 milyar dolara gönül indirmezdi

Bundan beş yıl önce Tayyip Erdoğan 2 milyar dolarlık ilave kaynağa gönül indirmezdi, F35’ler için verilen parayı ruhumuz bile duymamıştı nitekim. Ama bugün aynı Erdoğan’ın akmasa da damlayan kaynağa bile ihtiyacı var.

Kendi adıma şundan eminim: Savunma Sanayii Fonu kesintisi sadece bir başlangıç. Hemen arkasından TOKİ için fon kesintileri icat edilirse hiç şaşırmayacağım, çünkü ucuz konut ihtiyacı vatandaş açısından yeni alınacak İHA veya SİHA’dan daha büyük bir acil ihtiyaç.

Keşke devletimiz ama en çok Tayyip Erdoğan gerçek bir gelir vergisi reformuna yönelse ve gelirleri gerçekten vergilendirmeyi başarsa; o zaman ne bütçe dışı fonlara ihtiyacı olur ne de KDV ve ÖTV’yi bu denli yüksek oranlı tutup vatandaşını cezalandırmaya…

Açık Radyo’yu susturan karanlık

Açık Radyo’yu susturan karanlık

Türkiye’nin ifade özgürlüğü ile imtihanı hiç bitmiyor. İşte bakın dün Açık Radyo kapatıldı.

Neden kapatıldı? Gelin hukuka bakalım.

Radyo Televizyon Üst Kurumu Türkiye’de bu alanlarda yapılan yayıncılığı denetleyen ve düzenleyen bir kurum.

Bu kurumun denetim ve düzenleme esasları kendine özgü olmakla birlikte herhalde bu kurum Türk hukukunun suç veya kusur saymadığı şeyleri suç ve kusur diye niteleme hakkına sahip değil.

Radyoda veya televizyonda ‘Ermeni soykırımı’ demek suç veya kusur mudur? Hayır, değildir. Öyle olmadığını söyleyen çok sayıda mahkeme kararı var, biri de benim hakkımda.

1915’te Türkiye’de yaşayan Ermenilerin başına gelenleri ‘soykırım’ olarak nitelemek ifade özgürlüğünün bir parçası. Ben bu sebeple geçmişte ‘Türk milletine hakaret’ suçlamasıyla yargılanıp beraat ettim. Bu benden sonra da pek çok kez yargı konusu oldu, herkes beraat etti.

Ama RTÜK Açık Radyo’yu bu sebeple cezalandırdı. Hem para cezası verdi hem de ‘Ermeni soykırımı’ ifadesin geçen programa yayın durdurma cezası.

Açık Radyo kendilerinin söylediğine göre ellerine tebligat ulaşmadığı için yayın durdurma cezasını uygulamadı. Ama zaten Açık Radyo bu cezalarla ilgili yargıya başvurmuştu; aslında yargıya başvurulduğu anda cezaların uygulamasının durması ve yargı kararının beklenmesi gerekir. Çünkü cezayı uygular sonra yargı kararını beklerseniz ortaya telafi edilemez durumlar çıkabilir. RTÜK kararları fiilen yargı denetiminden çıkabilir. Öyle ya, cezanız uygulandı siz idam edildiniz, sonra mahkemeden beraat kararı alsanız ne işe yarar…

Yargı da zaten ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi. Ama bu arada RTÜK ‘Vay sen benim cezamı nasıl uygulamazsın’ diyerek Açık Radyo’nun karasal yayın lisansını iptal etti. 

Bu sonuncusu çok ama çok ağır bir karar bir kere; radyo gerçekten RTÜK cezasına uymasa bile daha ilk seferde lisans iptali biraz fazla; RTÜK ağır bir para cezasına veya ilk verdiği cezanın iki kata çıkmasına da hükmedebilirdi, yapmadı, doğrudan lisans iptaline gitti.

Neyse ki lisans iptali yürürlüğe giremedi, çünkü ilk cezalar hakkında yürütmeyi durdurma kararı vardı. Ama şimdi ne olduysa idari yargı yürütmeyi durdurma kararını kaldırıverdi. Oysa onun yerine nihai kararını verebilir, RTÜK’ün cezasını hukuka uygun veya uygunsuz da bulabilirdi. Bunu yapmadı.

Yürütmeyi durdurma kalkar kalkmaz da RTÜK Açık Radyo’yu susturdu.

Eğer hukuk diye bir şey varsa Açık Radyo sonunda kazanacak ve lisansını da geri alacak. Bundan eminim.

Ama arada geçen zamanda maddi imkanları sınırlı, dinleyici bağışlarıyla ayakta duran bu radyo nasıl varolmaya devam edecek, o belirsiz.