14-10-2024
İsmet Berkan

Malezya’ya giden veri merkezi yatırımı Türkiye’ye neden gelmiyor?

Malezya’ya giden veri merkezi yatırımı Türkiye’ye neden gelmiyor?

Türkiye dahil dünya ekonomisinin çok ağırlıklı bir bölümü artık internet ve bilişim sistemleri üstünden yürüyor.

İnternet ve bilişim sistemleri deyince de ‘bulut’ büyük önem kazanıyor. Nitekim dünyamızda dev bir ‘bulut ekonomisi’ de var. Örneğin Amazon, Microsoft ve Google bu alanda en büyük şirketler ve sundukları bulut hizmetinden elde ettikleri gelirler trilyon dolar seviyesinde.

Peki ama nedir ‘bulut hizmeti’ denen şey?

‘Veri merkezi’ adı verilen, içinde sadece bilgisayarların ve veri depolama birimlerinin olduğu, dev uydu antenler ve yüksek kapasiteli fiber optik bağlantılarla internet omurgasına bağlı fiziki tesislerden söz ediyoruz. Neredeyse hiç insan çalışmıyor bu binalarda, belki güvenlik ve temizlikçilerle mekanik bakım ekipleri var.

Özellikle yapay zekanın ve yapay zeka türleri içinde de GPT teknolojisine dayalı konuşma robotlarının yaygın kullanıma girmesi, bunların arka planında olması gereken oldukça büyük veri setleri veri merkezi ihtiyacını çok büyük ve çok acil bir konu haline getirdi.

Nitekim yüksek kapasiteli mikro işlemciler üreten Nvidia’nın ansızın trilyon dolarlık şirket olmasının da, veri merkezleri için bilgisayar sistemleri üreten şirketin hisselerinin yüzde 1200 değer kazanmasının sebebi de bu: Veri merkezi patlaması.

Ve son günlerde art arda haberler gelmeye başladı: Sektörün en büyük oyuncusu Amazon da, bir başka büyük oyuncu Microsoft da, hatırı sayılır büyüklüğü olan ve daha da büyümek isteyen Oracle da, TikTok’un sahibi ByteDance de devasa veri merkezi yatırımları yapacaktı ve yatırım için de Malezya’nın Johor kenti ve çevresini seçmişlerdi. Burada sadece emlak alımı ve inşaat için 3,8 milyar dolar harcanmıştı bile.

Bu konuda The Wall Street Journal’da çok ayrıntılı bir haber çıktı; haberi okurken aynı yatırımın neden Türkiye’ye gelmediğini düşündüm. Çünkü aslında ülkemizin bazı bölgeleri bu yatırım için çok daha büyük imkanlar sağlama kapasitesine sahip. Ama iki büyük sorun var Türkiye’de bu yatırımlar için tereddüt edilmesine neden olan.

Gelin konuşalım.

Bir veri merkezi, ama devasa bir veri merkezi kurmak istediğinizde ciddi yatırım yapmalısınız. Nedir bu yatırımlar? Arsa alacaksınız, bina yapacaksınız, binanızın içini bilgisayar ve veri depolama birimleriyle donatacaksınız, o yetmeyecek çok ciddi bir soğutma ihtiyacınız olacak, soğutucu klimalar veya başka cihazlar alacaksınız.

Yatırımı tamamlayıp veri merkezinizi çalıştırmaya başladığınızda iki büyük gider kaleminiz var: Birincisi ve en büyüğü enerji giderleri, ikincisi ise veri merkezinin bakım ve pazarlama giderleri.

Enerji tasarrufu ve düşük bedelli enerji şart. Enerji derken çok büyük enerjiden, GigaWatt seviyesinde enerjiden söz ediyoruz ama. 

Veri merkezi yatırımcıları enerji faturalarını düşürmek için bu faturayı en çok yükselten unsur olan soğutma giderlerini azaltmaya çalışıyor. Bunun için de veri merkezlerini su kaynaklarının yakınına kuruyorlar. Civardaki görece soğuk suyu alıyor, bu suyu kendi sistemlerini soğutmakta baz olarak kullanıyor, kaçınılmaz biçimde ısınan suyu da tesisin öteki ucundan yeniden kaynağına bırakıyorlar.

Diyelim tesisin içini hep 23 derece tutmak istiyorsunuz, civardaki su kaynağı ne kadar soğuksa tesisinizi 23 derecede tutmak için harcayacağınız para ve enerji de o kadar az oluyor.

Malezya Johor bölgesi okyanus kıyısında sayılır. Soğutmada deniz suyu kullanmak özel materyal gerektirdiği için yatırım maliyetini arttırır. Ayrıca okyanus suyu diyoruz, ama burası Malezya ile Singapur arasındaki bir bölge, çok da açık deniz değil, dolayısıyla deniz suyu da o kadar soğuk değil aslında.

Johor’da arazi fiyatları ucuz olmalı ki bu dev şirketler oraya gitti, ama elbette artık o fiyatlar da yükselmeye başladı.

Bana kalırsa Türkiye’de Ağrı-Kars-Erzurum üçgeninde kalan bölge aslında veri merkezi kurmak için Johor’dan iki bakımdan çok daha avantajlı. Arazi fiyatı çok ucuz ve bol; soğutma suyu kapasitesi hem çok yüksek hem de su erimiş kar suyu olduğu için 365 gün boyunca oldukça soğuk. Çoruh ve Aras nehirleri ve bu nehirlerle birleşen çok sayıda küçük akarsu ciddi bir avantaj.

Arazi fiyatı ve soğutma kolaylığı Doğu Anadolu’nun bu bölgesini özellikle avantajlı kılıyor ama tabii dezavantajlardan da söz etmek gerek.

Önce teknik dezavantaj: Türkiye’nin, veri merkezi sektöründe diyelim ABD’nin veri merkezi konusunda en büyüğü olan ama arazi bakımından minik Virginia eyaleti kadar pay almasını sağlayacak ölçüde bile çok enerjisi yok aslında.

Veri merkezlerinin büyüklüğü tükettiği enerji miktarıyla ölçülüyor. Örneğin şu an Virginia’da 4,2 gigawatt’lık işleyen veri merkezi var, halihazırda 11,4 gigawattlık merkez için de inşaat sürüyor.

Malezya Johor’da üç yıl önce veri merkezi büyüklüğü 10 megawatt (0,01 gigawatt) bile değildi, bugün 0,34 gigawattlık işleyen veri merkezi var, 2,6 gigawatt kapasiteli merkez de inşa ediliyor.

Türkiye’de elektrik üretimi tüketimi karşılamaya yetmiyor aslında. 2023 yılında biz 326,3 TWh (Terawatt, gigawatt’ın trilyon katı demek) elektrik ürettik; buna karşılık 330,3 TWh elektrik tükettik. Yıllık açığımız 4 terawatt.

Zaten ulusal yükü karşılamakta güçlük çeken üretimin üstüne bir de yeni gigawatt tüketimler eklemek ülkemizde enerji kesintilerinin başlaması anlamına gelebilir. Biliyorsunuz evlerde klima kullanımının artması yüzünden uzun yıllardır temmuz aylarında ülkemizde elektrik kesintileri yaşanıyor. Yatırımcı şirketler Türkiye’nin gelecekteki enerji yatırımı projeksiyonlarına çok güvenmiyor olabilir. Bir saatliğine bile elektriksiz kalmak onlar için tahammül edilemez büyüklükte bir risk.

Baksanıza, Microsoft sırf ABD’de veri merkezleri için beş yıldır kapalı duran bir nükleer santralın yeniden ve sırf kendisi için çalışmasını isteyecek kadar enerjiye aç bir şirket artık.

Elektrik üretimindeki yetersizliğimiz ve yavaş hareket etmemiz Türkiye’yi bu kritik yatırımlardan uzak tutuyor. Bu birincisi.

Bir de ikinci konu var. Veri merkezleri son derece hassas tesisler. Burada sadece Amazon’un, Microsoft’un, Google’ın, Meta’nın değil, on binlerce şirketin bu işletmeci şirketlere emanet ettiği veriler var. Bu tesislerin kapısından elinde mahkeme kararıyla polisin/jandarma girecek olma ihtimali o yatırımcı şirketleri ürkütüyor olabilir.

Elbette Türkiye’nin egemenlik hakları var ve mahkemelerin verdiği kararlara herkes uymak zorunda, sırf veri merkezi kuracaklar diye bu şirketlere bir nevi kapitülasyon verilemez, ama dönüp kendi hukukumuza ve hukuk uygulamalarımıza da bakmamız gerek. Türk hukuku bu yeni teknolojileri kavramaktan da, etkin denetim uygularken özgürlükleri gözetmekten de çok uzak, çok geri.

Daha yeni Discord’u toptan yasaklayan, Wattpad veya Roblox gibi uygulamaları aylardır kapalı tutan bir ülkeye bu anlamda kimse güvenmez.

Ama bakın, bizden hiç de daha az İslamcı olmayan bir hükümet tarafından yönetilen Malezya dünya devlerine bu güveni verebiliyor; çünkü hukuku çağdaş, uygulamaları ise keyfi değil.

Netanyahu’nun İsrail’e faturası büyük bir askeri utanç da getirebilir

Netanyahu’nun İsrail’e faturası büyük bir askeri utanç da getirebilir

Okyanus kıyısında kocaman bir kaya durur. Okyanusun dalgaları her gün ona çarpar. Kaya mıh gibidir. Ama aslında çarpan dalgalar kayadan her gün minicik parçalar eksiltmektedir. Uzun zaman için kayadan geriye eser kalmaz.

İsrail hiçbir biçimde o kaya değil, daha çok küçük bir çakıl taşı aslında. 10 milyon nüfuslu küçük bir ülke. Bütün gücü kısa süreli vurucu üstünlüğünde, ona bu üstünlüğü sağlayan yerli ve yabancı kökenli teknolojisinde.

Bu ülkenin dillere destan hava savunma sistemlerini düşünün. Bu sistemler bir yıldır Hamas’ın, Hizbullah’ın, İran’ın, hatta Yemen’deki Husi’lerin fırlattığı füzeleri önlüyordu.

Ta ki önleyemeyene kadar.

İşte dün akşam Hizbullah’ın kamikaze SİHA’ları sistemi fena halde deldi, bir İsrail askeri üssünü vurdu, yemekhanedeki dört askeri öldürdü.

Bir hafta önce de İran’ın 200 füzesinden bir bölümü hava savunmasını delmişti, ama hiçbiri anlamlı bir hedefe düşmemişti.

İsrail’in hava savunma sistemi başarısız olduğu için değil, artık yetersiz kalmaya başladığı için bu böyle.

İran’ın veya Hizbullah’ın fırlattığı füzenin maliyetiyle İsrail’in onları önlemek için fırlattığı füzelerin maliyetleri arasında büyük bir uçurum var. Hele Hamas’ın füzeleri birkaç yüz dolara mal olan ucuz şeyler. İsrail bu pahalı savunma füzelerini belli ki yeterince büyük bir hızla yerine geri koyamıyor ve sistem her savunma adımının ardından biraz daha zayıflıyor.

Zaten o sebeple Amerika dünyada kimseye vermediği son derece gizli THAAD adlı füze savunma sistemini İsrail’e ödünç vermeye karar verdi. Savunmada açılan delikleri tıkamak için.

Büyük ihtimalle İsrail tam da bu sebeple İran’a cevap vermekte tereddüt ediyor. O cevabın yeni bir İran saldırısını tetikleyeceği belli, o saldırıyı durdurabileceklerinden artık emin değiller.

Evet, Amerika bu ülkenin arkasında ve inanılmaz bir askeri yardım yapıyor ama bu yardımlar hep dibi delik bir gemiyi yüzdürmek için içerideki suyu kovayla boşaltmaya çalışmaya benziyor. İsrail’in silah stokları Amerika’nın ikmal hızından daha büyük bir hızla azalıyor.

Bir yıldır Gazze’de devam eden acı verici yıkım ve katliam, şimdi Lübnan’da yaşananlar, İsrail’in görece küçük ve zayıf gerilla gruplarıyla bile uzun süreli bir savaşa giremeyecek kadar zayıf olduğunu da gösteriyor bir yandan.

Çatışma uzadıkça zaman İsrail’in aleyhine çalışıyor. Tam da bu sebeple İsrail’de Başbakan Binyamin Netanyahu’ya savaşı kısa kesmesi tavsiye edildi hep ama o dinlemedi. Şimdi onun kendi siyasi geleceğini kurtarmak için giriştiğini bu inat savaşı ülkesine büyük bir askeri utanç yaşatma eşiğine yaklaştı.

Bu savaştan elbette herkes ders çıkaracak. İsrail de, düşmanları da… Ama bu ülkenin yumuşak karnı belli oldu: Uzun bir savaşa yetecek kadar parası yok.

Dolayısıyla mantık, bu ülkenin saldırganlığının da bir sınırı olması gerektiğini emrediyor.