17-10-2024
İsmet Berkan

Tayyip Erdoğan’ın hiç duyulmasını istemediği bir feci gündem maddemiz var

Tayyip Erdoğan’ın hiç duyulmasını istemediği bir feci gündem maddemiz var

Hafta sonu Almanya Başbakanı Olaf Scholz geliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuğu olacak.

Son dönemde Alman Şansölyesi’yle Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç kez görüştü.

Aslında bu gayet normal. İki ülke arasında ilişkiler çok yoğun, doğal olarak iki liderin gündemine gelen sorun başlıkları var ve bunlar o seviyede çözülebilen konular.

Örneğin Almanya son olarak iki liderin New York’taki görüşmesinin ardından Türkiye’nin satın almak istediği EuroFighter savaş uçaklarıyla ilgili rezervini kaldırdı, bu uçakları almak için artık engel kalmadı vs.

Liderler arasında yüksek sesle gündeme getirilmeyen ama çözülmeyi bekleyen bir sorun daha var: Türkiye’den Almanya’ya giderek artan yasadışı göç.

Ne demek yasadışı göç? Turist vizesiyle veya vizesi bile olmadan kaçak yollarla Almanya’ya giren ve orada kalmak isteyen Türk vatandaşları var. Bir iddiaya göre bunların sayısı 17 bini aşmış durumda.

Normalde kağıt üzerinde bir sorun yok. Türkiye ile Almanya arasında yasadışı göçün önlenmesi anlaşması uyarınca Almanya bu vatandaşlarımızın tamamına yakınını isterse Türkiye’ye iade edebilir. Ama tabii 17 bin kişiyi taşımak bir sorun; faturasını kim ödeyecek? Almanya mı, Türkiye mi? Lojistiği nasıl olacak, bu kadar insan hangi sırayla ve nasıl kafilelerle gelecek?

Bizim bu sorunumuz sadece Almanya ile değil. İngiltere de en azından 3500 Türk vatandaşını Türkiye’ye geri göndermek istiyor. Bu insanların tamamına yakını Manş Denizini minik botlarla aşıp Britanya adasına varmış kişiler. Afgan veya Suriyeli mültecilerden farkları yok yani.

Bu sabah rakamı dehşet içinde Cumhuriyet gazetesinde Barış Terkoğlu’nun köşesinde okudum, ABD’ye, evet Amerika’ya Türkiye’den ulaşan yasadışı göçmenlerin sayısı 55 bin 808 kişi olmuş. Bu Amerikan göç idaresinde kayıtlı olan sayı, belki hiç kayda girmemişler de vardır.

Hollanda’da, Belçika’da, Fransa’da kaç yasadışı göçmen Türk olduğunu bilmiyoruz, ama bildiğimiz şu: Türkiye’de büyük ölçüde ekonomik güçlükler nedeniyle geleceğini yurtdışında aramak isteyen, bu amaçla insan kaçakçılarına başvuran en az 100 bin kişi olmuş son beş yılda.

Türkiye’den yola çıkıp kamyon kasalarında, derme çatma botlarda, ölüm tehlikesini göze alarak yapılan göçe biz pek alışık değiliz. Bu yöntemleri kendimize değil daha çok Afganistan, Suriye, Irak gibi ülkelerden gelenlere, Afrikalılara yakıştırırız. Ama bakın işte, artık Türk vatandaşları da bu korkunç ölümcül yöntemleri göze alarak Batı Avrupa’ya, hatta ABD’ye ulaşmaya çalışıyor.

Bir insan burada ne kadar ümitsiz olmalı ki ölümü, neredeyse ömür boyu ikinci sınıf muamele görmeyi ve başka bin bir zorluğu göze alıp Almanya’ya, İngiltere’ye göç etmeye karar versin?

Biz öteden beri siyasi mülteci ihraç eden bir ülkeyiz. Son 4-5 yıldır uluslararası geçerliğe sahip meslek sahibi beyaz yakalı Türklerin göçüne de alıştık. Sadece benim yakın çevremden beş aile artık İngiltere’de yaşıyor artık uygulanmayan Ankara Antlaşması sayesinde.

Ayrıca zaten 3,5 milyon Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya ile Türkiye arasında hep belli bir seviyede göç trafiği de oldu. Orada emekli olanların bazıları döndü, buradan oraya ‘aile birleşmesi’ göçleri oldu vs.

Ama ölümü göze alarak yola düşmek son 4-5 yılın olayı. Avrupa ülkelerinden Schengen vizesi alamamamızın temel sebebi bu; yasadışı göçlerdeki dehşet verici artış.

Bu esasen çok ciddi, çok can yakıcı ve Tayyip Erdoğan iktidarı açısından da utanç verici olması gereken bir gündem maddesi. Ama biz bu gündemi hiç konuşmuyoruz.

Almanya’nın yasadışı yollarla gelmiş 17 bin Türk’ü sınırdışı etme kararını Alman basınından öğreniyoruz. Hükümetimiz bu sınırdışı etmeler konusunda Türkiye ile Almanya arasında anlaşmaya varıldığına dair haberler çıkınca yalanlama yapma gereği duyuyor ancak. Onda da sınırdışı işlemleri ve sayısı değil, anlaşma olduğu yalanlanıyor.

Ne oldu da, 10-12 yıl öncesine kadar yurtdışında okumuş yazmış, meslek sahibi olmuş vatandaşlarının geri dönmek için kuyruğa girdiği bir ülkeden şimdi vasıflılarının yasal yollar bularak, vasıfsızlarının ise ölümü göze alarak kaçmaya çalıştığı bir ülkeye dönüştük?

Türkiye’nin 2013 yılından beri yaşadığı derin fakirleşmenin, kötü yönetim sorununun ve ideolojik takıntılar nedeniyle hepimize reva görülen feci hayat pahalılığının sonucu bu kaçış.

Bu göçmen konusu Tayyip Erdoğan’ın hiç konuşulmasını istemediği gündem maddelerinin başında geliyor. O yüzden ‘İsrail saldıracak’ da diyor, ‘Anayasa değişecek’ de…

Ama bu hafta sonu kaçış yok, Almanya Başbakanı’yla bu gündem maddesini konuşacak.

Yalandan da olsa bir ümidin bize söyledikleri…

Yalandan da olsa bir ümidin bize söyledikleri…

Burada yazıp duruyorum, Devlet Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkmasından hareketle Türkiye’de yeni bir ‘Kürt açılımı’ veya ‘Çözüm süreci’ başlayacağını düşünmüyorum.

Ben düşünmüyorum ama bu bugün bile, sayabildiğim kadarıyla en az altı ayrı köşe yazısının konusuydu.

İçim sıkıla sıkıla da olsa bütün bu yazıları dikkatle okumaya çalışıyorum. Gördüğüm şu: Hiç kimse yeni bir Kürt açılımı olma ihtimalini eleştirmiyor, ‘Nasıl yaparsınız’ diyen yok. Aksine, bu köşe yazarları ve TV konuşan kafaları bir temsil kabiliyetine sahipse eğer, ‘Yeni bir Kürt açılımına müthiş destek var’ bile diyebilirsiniz rahatça.

Aralarında bazıları benim de sıraladığım siyasi gerçeklerden söz edip yeni bir açılımın başlatılmasına şüpheyle yaklaştığını belli etse bile, bir temenni olarak çözüm sürecini istemeye devam ediyor.

Bir kez daha söylüyorum: Bana göre, mevcut iktidarın bir ‘çözüm süreci’ başlatması imkansıza yakın bir durum; kaldı ki dün yazdım, hadi diyelim başlattı, sürecin içeriğinin ne olacağı ve bir sonuca ulaşıp ulaşmayacağı konusu da son derece tartışmalı.

Ama yine de, olmayan bir konunun bu kadar ümit ve taraftar yaratması bana çok çarpıcı geldi doğrusu.

Başlangıçta konunun işsizlikten, meşgalesizlikten köpürtüldüğünü düşünmüştüm, ama artık mesele şekil değiştirdi bence. Bu temenni bir biçimde çok sayıda insanın içindeki bir damara dokundu demek ki.

Durum biraz Yılmaz Erdoğan’ın ünlü şiirine benziyor: ‘Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim.’