21-10-2024
İsmet Berkan

Yenidoğan çetesi meselesi siyasi değil belki ama tam göbeğinden ideolojik bir konu

Yenidoğan çetesi meselesi siyasi değil belki ama tam göbeğinden ideolojik bir konu

Nalan, Radikal gazetesinde çalışan bir arkadaşımızdı. Hamileliği sorunlu geçiyordu, 6,5 aylıkken doğum sancıları tuttu, sezaryenle doğum yaptı.

Bebeği, ‘parmak çocuk’ tabir edilen, henüz gelişimini tamamlamamış bir bebekti. İzleyen altı aya yakın süre boyunca İstanbul’da doğum da gerçekleştiği özel hastanenin yenidoğan yoğun bakımında kuvözde kaldı.

Anne ve babası her gün bebeklerinin yanındaydı, kuvözdeki minicik çocuğa gözleri gibi bakan doktor ve hemşirelerle kader birliği etmişlerdi. Bebekleri akciğer gelişimini de, karaciğerindeki hastalıkları da, kalbindeki gelişim eksikliklerini de hep orada yaşadı ve atlattı.

Nalan ve eşi bugün 20 yaşını aşan çocuklarını hayatta tuttuğu için hem o hastanenin uzman doktor ve hemşirelerine, hem de aslında devlete minnettar.

Devlete minnettarlar çünkü bebeklerinin altı aya yakın süre yoğun bakımda aldığı tedaviyi ödeyebilmelerine imkan yoktu.

İyi tanıdığım bir kalp damar cerrahı var. Uzmanlığı bebek kalp damar cerrahisi. Ameliyat yapmadığı, hatta birden fazla ameliyata girmediği gün yok gibi. Bazen Sağlık Bakanlığı’nın ambulans uçakları onu ameliyat yapsın diye çeşitli Anadolu kentlerine götürüp getiriyor, o kadar meşgul yani.

Türkiye uzun yıllardır bebek ölümlerini azaltmaya çalışıyor. Bu çabalar tam da bunun için. 2009 yılında ülkemizde 17 bin 607 bebek ölmüştü; 2023’te neredeyse yarı yarıya azaldı, 9 bin 575’e düştü.

İşte kurtarılan bu binlerce bebek hayatını devletin bu politikasına borçlu. Bu politika sayesinde Türkiye’de bebek yoğun bakım yatağı sayısı da, buralarda görev yapan doktor ve uzman hemşire sayısı da arttı.

Ama şimdi, maalesef bu binlerce hayat kurtaran, binlerce anne babayı tarifsiz acılardan uzak tutan sistemin üstüne bir çete yüzünden kara leke indi.

İstanbul’da ortaya çıkan ve 10Haber’de birinci günden beri ‘Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en vicdansız çetesi’ olarak nitelenen çetenin kurucusu ve lideri bir doktor. Bu doktor devletin bebekleri yaşatmak için ortaya koyduğu imkanı suiistimal etmeye karar vermiş, kendine bir şirket kurmuş, kendisi gibi aç gözlü özel hastane sahiplerini de bulmuş, onlardan hastanelerinin bebek yoğun bakım ünitelerini kiralamış ve işletmeye başlamış.

Amacı burada fazladan bebek toplamak, bebekleri yatması gerekenin üstünde sürelerle yoğun bakımda tutarak devletten fazla para almak.

Ama bunu yaparken açgözlülüğün ve insafsızlığın, vicdansızlığın uç sınırlarına varmış, o yoğun bakımlarda doktor bile çalıştırmamış, bazı bebeklerin ölümüne neden olmuş, bazı tıbben ölebilecek bebekleri zorlama yöntemlerle birkaç gün daha yaşatıp fazladan para almaya çalışmış…

İnsan olan ve para dönen her yerde yolsuzluk da olur, suiistimal de. Devlete düşen bu suiistimalleri önleyip kaynak ısrafına ve can kaybına neden olmayacak denetim yöntemleri uygulamak.

Her ne kadar bu konuştuğumuz vicdansız çeteyi o denetimler ve ihbar ortaya çıkardıysa da, sözünü ettiğim etkin denetimin ülkemizde var olduğunu söylemek zor. O yüzden başka ve daha etkin denetim yöntemlerine ihtiyaç var.

Son birkaç gündür, bu vicdansız çeteyle ilgili tartışmalar Türkiye’de hemen hemen her konuda olduğu gibi bir iktidar-muhalefet siyasi mücadelesine dönmeye de eğilimli.

Bana göre bu konu siyasi bir konu, siyasetin gündelik tartışmasına ve kayıkçı kavgasına meze olacak bir konu değil.

Ama öte yandan konu dibine kadar da ideolojik bir konu.

Bunu piyasa mekanizmalarının çok daha verimli işlediğine inanan biri olarak yazıyorum: O piyasa kurallarının uygulanmaması gereken bazı alanlar var, bu alanlardan en birincisi de sağlık.

Hastaların hasta olmaktan çıkıp ‘müşteri’ olması, uygulanan tedavilerin ve sunulan hizmetlerin de tedavi olmaktan çıkıp ‘ürün satışı’ haline gelmesidir bugün bizi bu vicdansız çeteyle karşı karşıya bırakan.

Artık devlet hastanesi veya özel hastane fark etmiyor. Doktora gittiğinizde size kaç ayrı tahlil ve tetkik yazıyor? Örneğin illa MR çektirmeniz mi gerekiyor, röntgen veya ultrason işi görmüyor mu?

Kanıtlanması belki imkansız bir durum ama özel hastanelerde de, Şehir Hastaneleri’nde de doktorlara tıbbi tahlil ve tetkikler için kota verildiği, doktorlardan pahalı tetkik ve tahlilleri bol bol yazmalarının istendiği şüphesi son derece yaygın. Bir başka yaygın şüphe, bir doktorun sizi ‘Bir de şuna bakılsın’ diyerek bir başka doktora yönlendirmesi.

Bu söylediklerim yenidoğan çetesiyle kıyaslayınca size küçük, hatta masum gelebilir ve öyle de zaten ama yine de aynı kaynaktan beslendiklerine, sistemi suiistimal amacı taşıdıklarına kuşku yok.

Burada ya devlet dolandırılıyor ya da özel sağlık sigortası. Eğer özel sağlık sigortası dolandırılıyorsa, ki bir ölçüde evet öyle, bedelini sigortalı olarak siz ödüyorsunuz, bir sonraki yıl priminiz birdenbire artıyor. Devlet dolandırılıyorsa yine aynı şey, sonunda dolandırılan sizsiniz, o para sizden şu veya bu yolla çıkıyor.

Bütün bunlara sebep olan da ‘hasta’nın ‘müşteri’ye, tedavinin ‘ürün satışı’na dönüşmüş olması.

Peki çözüm ne?

Aslında çözüm imkansız değil. Biraz kafayı çalıştırmakla sağlık sistemini para hırsından başka hiçbir şeyi gözetmeyen bir yer olmaktan çıkartmak mümkün.

Çözüm devletleştirmekte değil, sağlık sisteminin paydaşlarını birbirini denetler hale getirmekte.

Fethullah Gülen’in ölümünün anlamı

Fethullah Gülen’in ölümünün anlamı

Fethullah Gülen’in öldüğü haberi geldiğinde hiç şaşırmadım. Yıllardır her gün gelebilir diye beklediğim bir haberdi. Daha bundan 30 yıl önce ağır hastaydı aslında. Uzun süre ihmal edilmiş şeker hastalığı metabolik sendroma dönüşmüştü. Kalp ve damar sisteminden böbreklerine, karaciğerinden cildine kadar her yeri bu hastalıktan etkileniyordu.

Bana şaşırtıcı gelen, birkaç kez yüz yüze de görüştüğüm, ilkokulu dışarıdan bitirmiş, resmi eğitim sisteminden değil medrese eğitiminden geçmiş bu kişinin bu denli güçlü bir örgütlenme kurabilmiş olmasıydı. Çünkü, evet din temelli olmakla birlikte tarih boyunca gördüğümüz başka hiçbir dini cemaate benzemeyen bir örgüttü onunki.

Bugün FETÖ adını taşıyan (bir zamanlar ‘Hizmet hareketi’ veya ‘cemaat’ denirdi sadece) örgüt, bana soracak olursanız temelde bir uluslararası istihbarat örgütüydü. İstihbarattan elde ettiği gücü hep para ve nüfuza çeviriyordu. Türkiye’den çaldığı istihbaratı ABD’ye satıyor; Afrika’daki falanca ülkeden elde ettiğini diğer ülkeye veriyor ve her seferinde daha çok para kazanmış, daha çok güçlenmiş olarak çıkıyordu.

Ta ki 15 Temmuz’a kadar.

Türkiye’de kalkıştığı bu darbe örgütün hayat damarını büyük ölçüde kesti. Örgüt artık Türkiye’den eskisi gibi istihbarat alamıyor; alamadığı için satamıyor da. Dolayısıyla CIA ve Alman Gizli Servisi başta istihbarat örgütleri için giderek değeri düşen, dolayısıyla güç de kaybeden bir yapı.

Türkiye’den kopmasının ve Türkiye’nin gücünün yettiği her dış ülkede ona düşman olmasının bir başka sonucu örgütün para kaynaklarının da insan kaynağının da son derece sınırlı hale gelmesi oldu.

Paranın ve gücün azaldığı her yerde olan FETÖ’de de oldu, örgüt içi kavga başladı. Bu kavgaya bir de Fethullah Gülen’in kendisinin ölümcül hasta olması ve ölümünün her an beklenmesi eklenince iç kavgaya bir de taht kavgası eklendi.

Fethullah Gülen’in ölümü içerideki kavgayı ve bölünmeyi hızlandıracaktır. Erzurum’un bir köyünden çıkıp sıfırdan bir örgüt kurmayı başaran bu adam, belli ki bir dönem dev boyutlara gelen örgütünü kendisinden sonra devam edecek hale getirememiş.

Buna bakarak şunu düşünüyorum: Belki o dev örgütü kuran vizyon da onun vizyonu değildi zaten.

Gelin bu konuları yarın daha detaylı konuşalım.