Tayyip Erdoğan’ın giydiği dar siyaset elbisesi
Bugünü anlatmaya 17 yıl önceden başlayacağım, kusuruma bakmayın. 2007 seçiminde Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 46,58 oy alarak yeniden tek başına iktidar olduğunda şaşıranlar oldu.
Şaşkınlığın sebebi Ak Parti’nin ulaştığı oy oranıydı. Uzun yıllardır neredeyse yüzde 50 oy alan bir siyasi parti görmüyorduk Türkiye sahnesinde.
Ak Parti’nin bu büyük zaferinin arka planında Kürt oyları yatıyordu. O seçimde Kürt siyasi hareketinin ana partisi DTP yanına ÖDP, EMEP ve SDP’yi de alarak ‘Bin umut hareketi’ adı verilen bir ittifak kurmuş, bu ittifak adaylarını bağımsız olarak Meclis’e sokmuştu. O seçimde milletvekili seçilen 22 kişi daha sonra DTP çatısında Mecliste grup kurdu. Aldıkları toplam oy yüzde 5,24’tü (Aynı seçimde Mesut Yılmaz, Muhsin Yazıcıoğlu gibi isimler de bağımsız olarak seçilmeyi başarmıştı).
Rahmetli Tarhan Erdem’in o dönem yaptığı hesaba göre Ak Parti Kürt seçmenlerin yüzde 70’ine yakınının oyunu almıştı. Nitekim Tayyip Erdoğan Avrupa’da Kürt sorununu kendisine soran siyasetçilere, gazetecilere ‘Türkiye’nin en büyük Kürt partisi biziz’ diye cevap veriyordu.
Kürt oyları Ak Parti açısından her zaman çok önemli oldu. 2011’de bu parti aday tercihleri nedeniyle Kürtler arasında ciddi oy kaybı yaşasa da hala yüzde 50’nin üstünde temsil ediliyordu.
Kritik dönemeç 2015’te geldi. O seçimde Kürt siyasi hareketi uzun zamandan beri sürdürdüğü seçimlere bağımsız adaylarla katılma politikasından vazgeçip yüzde 10 barajına rağmen parti halinde katılmaya karar vermişti.
Seçimde Selahattin Demirtaş önderliğindeki parti yüzde 13’ün üstünde oy aldı, Ak Parti ise bir önceki seçime göre üç milyondan fazla Kürt seçmenin oyunu kaybedip yüzde 41’de kaldı ve tek başına iktidar olamadı.
Biliyorsunuz seçim aynı yılın kasım ayında tekrar edildi. Bu kez Ak Parti yüzde 49,5 ile kendi tarihi rekoruna ulaştı; daha birkaç ay önce yüzde 13’ün üstünde oy alan HDP ise yüzde 10,76’ya indi. Beş ayda HDP bir milyon oy kaybetmiş, Ak Parti ise beş milyon oy kazanmıştı.
Kürt oyları Türkiye’de tek başına iktidar olmak isteyen partiler için son derece önemli.
Ama 2015’ten başlayarak kendi başına seçime giren Kürt siyasi hareketinin bu oylar üstündeki hakimiyeti özellikle Ak Parti gibi Türkiye’yi hep tek başına yönetmeye alışmış bir siyasi partiyle onun lideri açısından paradigma değiştirici oldu.
Parlamenter sistemde tek başına iktidar olmanın yolu yüzde 45-47 aralığında oy almaktan geçiyordu. Kürt oylarının kaybedilmesi, terörle mücadelenin yeniden şiddetlenmesi bu ihtimali büyük ölçüde yok etmişti.
Kaldı ki Tayyip Erdoğan da artık cumhurbaşkanıydı ve iktidarı başbakana bırakmak istemiyor, ipleri elinde tutmaya devam etmeyi arzuluyordu.
Daha Kasım 2015 seçiminin ertesi günü, MHP’de liderliği tartışılır hale gelen Devlet Bahçeli’ye yardım elini uzattı, bu partinin olağanüstü kongre yapıp Meral Akşener liderliğindeki muhaliflerin Bahçeli’yi devirmesini yargısal süreçlere müdahale ederek engelledi. Karşılığını Devlet Bahçeli 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ödemeye başladı, iki parti arasında ittifak kuruldu.
2017 Anayasa değişikliği, ardından 2018 seçimiyle Erdoğan yeniden ve üstelik daha da güçlenmiş biçimde iktidar oldu. Ama iktidarı umduğu gibi yüzde 60’a değil, yüzde 52,5’e dayalıydı.
İşte o gün Cumhurbaşkanı Erdoğan üstüne ne kadar dar bir siyasi elbise giydiğini fark etti ama geri dönüşü çok zor, hatta imkansızdı. Bir zamanlar yüzde 70’ini alabildiği Kürt oylarının yüzde 30’una zar zor ulaşıyordu partisi de, kendisi de.
‘Hiç almasam da olur’ denebilecek bir durumu da yoktu; çünkü tek başına iktidar olmak her şart altında büyük bir seçmen koalisyonunu aynı şemsiye altına almaktan geçiyordu.
Hele 2019’daki yerel seçimle birlikte büyük bir tehdit daha çıktı Erdoğan’ın karşısına: İstanbul’a Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu bu başarısını Kürtlerden aldığı oya borçluydu ve seçim Türkiye çapında olsa belli ki Güneydoğu başta Türkiye’nin dört bir yanından Kürt oyu alacaktı.
Kaldı ki Erdoğan açısından mesele artık sadece Kürt oyları olmaktan da çıkmıştı. Milliyetçi oyları maksimize etmek ve rejimi tahkim etmek için girilen otoriter yol Türkiye’nin geri kalanında da umduğu geniş koalisyonu kazandırmamıştı Erdoğan’a; oy kanaması devam ediyor, seçmen otoriter uygulamalara giderek artan oranda tepki veriyordu. Üstüne ekonomik kötü yönetim de eklenince 2023’te Erdoğan iktidarı ciddi tehdit altına girdi, ama CHP’nin olabilecek en yanlış aday ve yöntemle seçime girmesi Erdoğan’a bir beş yıl daha ikram etti.
Şimdi gelinen noktada Erdoğan bir çıkmaz sokakta olduğunun ve üstündeki dar siyasi elbisenin hareket imkanını çok kısıtladığının farkında.
Birkaç hafta önce Cumhurbaşkanı’nın partisinin bir MKYK toplantısında ‘Sadece ekonomiyi toparlamakla olmaz, siyasi açılımlara da ihtiyacımız var’ dediği medyaya sızdı, yalanlanmadı.
Evet, Erdoğan’ın kendisi ve partisi beş yıl daha iktidarda kalmak için bir yandan ekonomiyi toparlamaya, bir yandan da otoriterliğin dozunu düşürmeye ihtiyaç duyuyor. Kaldı ki artık bu ikisi aynı anlama geliyor; Türkiye’de hukuk devletine güven gelmedikçe, ifade özgürlüğü sağlanmadıkça ekonomide beklenen ölçüde toparlanma da olmayacağı, yabancı sermaye de gelmeyeceği belli.
Bilmiyoruz, Erdoğan o sözünü ettiği siyasi açılıma belki kendisi hazırlanıyordu, belki hiç öyle bir hazırlık yoktu ama Devlet Bahçeli medyada okuduğu cümleden işkillendi, sonuç olarak Erdoğan’ın hiç de hazır olmadığı bir ön alıcı hamle geldi MHP’den.
Erdoğan, Devlet Bahçeli’nin hamlesi için ‘Önyargısız yaklaşılmalı’ dedi ama aslında kendisi önyargıyla yaklaştı. Son dokuz yıldır yatırım yaptığı terörle mücadelede tavizsiz tutumunu değiştirme riskini almadı. Bahçeli’nin kendisini imtihan ettiğini düşündü.
Aslında o riski almayacağı belliydi. Belki de Bahçeli bu riski alamayacağını bir daha göstersin diye hamlesini yapmıştı. Bunu da bilmiyoruz.
Bildiğimiz şu: Üstündeki siyasi elbise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dar gelmeye, onun hareket imkanlarını kısıtlamaya devam ediyor.
Erdoğan hem elbiseyi çıkartmıyor, hem de hareket edebilmek istiyor. Ama ikisi bir arada olmuyor.