Seçmenin haysiyeti her şeyden önemlidir: ’It’s the dignity, stupid…’
Amerika seçimini yaptı, ben bu satırları yazarken henüz sonuç kesinleşmiş değildi ama Donald Trump’ın seçimi kazanacağı anlaşılıyordu. Çünkü Trump 2016’da kazandığı seçimden de, 2020’de kaybettiği seçimden de farklı olarak hemen hemen her yerde oylarını arttırmıştı. Zaten Trump zafer konuşmasını da yaptı.
Amerikan siyasetini yakından izleyenler hemen hatırlayacak; Arkansas gibi Amerikan taşrası sayılabilecek bir eyaletin valiliğinden gelen, aksanı bugün bile alay konusu olan Bill Clinton, iki dönem efsanevi başkan Ronald Reagan’ın yardımcılığını yaptıktan sonra Amerika’ya başkan olup başkanlığı sırasında Irak’la savaşa girerek kazanmış George Bush’u seçimde fena halde mağlup etmişti.
Seçimi kazanan slogan ‘It’s the economy, stupid’di. Bush döneminde Amerikalıların refahı fena halde gerilemişti ve Clinton bu tepkilerle seçilmişti. Onun sekiz yıllık başkanlığı Amerikan ekonomisinin internet sayesinde patlama yaşadığı bir altın dönem oldu; o kadar ki Clinton geriye ciddi miktarda bütçe fazlası veren bir hükümet bıraktı.
Ama onun yardımcısı Al Gore seçimi kazanamadı, yerine oğul Bush geldi. Neden? Cevabı yine aynıydı: Ekonomi.
Clinton döneminde ‘yeni ekonomi’ adı verilen teknoloji sektörü çok yükselmişti; bu sektör bir kültürle birlikte geliyor ve Amerikan ekonomisini ileri taşıyordu. Ama bu güzel manzaradan artık yararlanamayan, aksine bir zamanlar bu ülkenin orta sınıfını oluşturduğu halde artık yoksul sınıfına düşmeye başlayan geniş kalabalıklar vardı. O kalabalıklar temel olarak işçi sınıfından oluşuyordu. Bir zamanlar bir otomobil fabrikasında işçi olarak çalışan Amerikalı kendisine bir ev ve otomobil alacağından, çocuklarını da üniversiteye gönderebileceğinden eminken artık öyle değildi. Çocuklarını üniversiteye gönderemiyordu ve hayat standardı da giderek geriliyordu.
Oysa yeni ekonomi sadece üniversite değil üniversite sonrası eğitim de talep ediyordu çalıştıracağı az sayıda insandan. Evet onlar orta sınıf bile değil yüksek gelirli sınıfa hemen giriyordu, ama ne pahasına?
Amerika’da ‘yeni ekonomi’nin yarattığı bu çarpıcı fark çok kısa bir zaman içinde bir kültür savaşının da konusu oldu. Daha doğrusu bu ülkede zaten var olan kültür savaşı birdenbire çok daha derin bir bölünmenin ana fay hattına dönüştü.
‘Yeni ekonomi’nin kazanan sınıfları kendilerini sadece ‘liberal’ olarak tanımlamıyordu, onlar ‘ilerici liberaller’di. Bizim anlayacağımız terimlere çevirecek olursam sadece merkez solda değil, doğrudan onun da solundaydılar.
Benim gibi ‘sol’ kelimesi ile Marksizmi, bilemediniz sosyalizmi bir düşünen kuşaklardansanız bu yeni ‘sol’u anlamayabilirsiniz. Ben de anlamakta zorluk çekiyorum zaten. Ama bu yeni ‘sol’ eşitlikçi ve ekonomik olmaktan çok ahlaki üstünlüğüne inanan, toplumu kendisinin yönetmesi ve herkesin kendisine benzemesi gerektiğini düşünenlerden oluşuyor.
Türkiye’ye yakından bakar, hele sosyal medya adı verilen zehirli ortamı biraz solursanız Amerika için tarif ettiğim şeyin aynısının Türkiye için de geçerli olduğunu görürsünüz.
Neyse, konumuz Amerika, uzaklaşmayalım. Amerika’da toplumun bir kesiminin diğerine ekonomik üstünlüğüyle başlayan ve hemen o kesimlerin toplumun geri kalanına ahlaki üstünlüğü iddiasına dönüşen şeye ‘kültür savaşı’ adı kısa sürede verildi.
Ama bu kültür savaşı geçmişin savaşlarından farklıydı. Kendi üstünlüğünü iddia edenler, üstelik zengin de olanlar toplumun geri kalanını ‘göbeğini kaşıyan adamlar’ olarak tarif ediyor, onların eğitimsizliğini aşağılama vesilesi yapıyor, o toplumsal kesimleri ikinci sınıf vatandaş olarak görüyordu.
Tam bu noktada dayanamıyorum, Türkiye ile paralelliğini görmeden edemiyorum, ama devam edelim Amerika’ya:
İnsanların haysiyetiyle (İngilizcesi dignity) bu kadar oynamamak gerekir. Ama oynandı.
Bakın Donald Trump’ın Başkan Yardımcısı JD Vance’in filmi de yapılan bir kitabı var, adı ‘Hillbillie Elegy.’ Burada geçen ‘Hillbillie’ bir kavram aslında; dağlı, cahil Amerikalıları anlatan bir kavram. Zamanında bunun TV dizisi bile vardı Amerika’da, ‘Beverly Hillbillies…’ Bizdeki karşılığı benim çocukluğumun TRT’sinde oynayan unutulmaz Nöri Kantar Ailesi dizisiydi herhalde. Köyden şehre göç edip şehirde ‘görgüsüz’ bulunanlar yani.
Popüler kültürde yapılan birkaç şaka çok önemli olmayabilir ama siyasetin bu şakalara temel oluşturan sosyolojik değişim üstünden yapılmasının ağır sonuçları var. Türkiye’de CHP, Amerika’da Demokrat Parti işte bunu yaşıyor.
Amerika’nın ‘haysiyet isyanı’ diyebileceğim Trump’ın seçim zaferi elbette sadece kültür savaşından beslenmiyor. Arkasında ekonomik eşitsizlikler, kendi haysiyetini savunmak zorunda kalan kesimlerin ekonomik kayıpları ve en önemlisi mevcut Joe Biden yönetiminin bu kesimlere aslında ciddi ekonomik avantaj aktarırken bunun iletişimini yapamaması yatıyor.
Baktığınızda Amerika’da enflasyon geride kaldı, işsizlik yok gibi bir şey. Ama işçi sınıfı neredeyse toplu halde Trump’a oy verdi.
Türkiye’de hiç tartışılmadı, ülkemizin en işçi yoğun kenti Kocaeli bir zamanlar CHP’nin kalesiydi, ama on yıllardır Ak Partiye oy veriyor. Şimdi de Amerika’da Demokratların kalesi kabul edilen Michigan ve Pennsylvania gibi işçi eyaletleri döndü Trump’a oy verdi.
Kıssadan hisse şu: Kimsenin haysiyetiyle uzun süre oynamaya gelmez.