19-11-2024
İsmet Berkan

‘Biz kimiz, neyiz’ araştırması: Sorsanız hepimiz demokratız, ama yakından bakınca manzara farklı

‘Biz kimiz, neyiz’ araştırması: Sorsanız hepimiz demokratız, ama yakından bakınca manzara farklı

Prof. Dr. Beşir Atalay yönetiminde Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci tarafından yapılan “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” adlı araştırmayı dün yazmaya başlamıştım.

Araştırmacılar 5618 deneğe 14 ayrı sosyo-politik özelliği sıralamış, kendilerini bu özelliklerle tanımlayıp tanımlamadıklarını sormuştu.

Sorulan özelliklerden biri ‘Demokrat’lıktı ve araştırmaya katılanların yüzde 76,8’i kendilerini ‘demokrat’ olarak değerlendirmişti. Bu, bir hayli yüksek bir oran ve bu haliyle aslında son derece sevindirici, Türkiye’de demokrasinin olumlu anlamı hakkında hepimizi iyimserliğe sevk ediyor.

Dün anlatmaya çalıştım, araştırmacılar toplumda iki ana akım olduğu kanısında, bu kanıya da buldukları rakamlardan hareketle sahip olmuşlar. Toplumda araştırmacıların ‘Modernler’ dediği bir grupla ‘Muhafazakarlar’ dediği bir başka grup var. Dünkü yazım tamamen bu konudaydı, okumayanlar için buraya linkini bırakıyorum.

Araştırmanın sorularından biri aynen şöyle: “Bazı insanlar iyi bir ülke yönetimi için geniş yetkilerle donatılmış bir liderin önemli olduğunu, bazıları da kurumların güçlü olmasının daha önemli olduğunu düşünmektedir. Siz hangi görüşe daha yakınsınız?”

Bu soruda ‘modernler’ neredeyse tam ortalarından ikiye yarılmış, yüzde 48 ‘güçlü lider’ derken öteki yüzde 48 ise ‘güçlü kurumlar’ cevabını vermiş.

Peki muhafazakarlarda durum ne? Onlarda yüzde 62,6 ‘güçlü lider’i tercih ediyor; ‘güçlü kurum’ diyenler yüzde 33’te kalmış.

Bu cevaplar üzerine araştırmacılar şöyle bir yorum yazmış: ‘Güçlü liderliğin demokrasiler açısından büyük avantajları olduğu gibi potansiyel riskleri olduğu da genel gözlemler arasındadır. Çünkü güçlü liderlik her zaman kurumlara dağıtılan yetkileri kendi üzerinde toplayarak otoriteryen eğilimler geliştirmeye açıktır. Dahası, karizma ile kitle arasında döngüsel bir ilişkinin ortaya çıkması demokratik sürecin hızla popülizme evrilmesine yol açabilir.’

Yorumcular kibar davranmış, burada ‘olabilir’ dediklerinin hemen tamamı ülkemizde ‘oldu’ kabul edilen şeyler. Bu durumda hiç değilse ‘modern’ cephede bir reaksiyon bekliyor insan, son 20 yıldan, özellikle de son sekiz yıldan ders çıkarılmış olmasını umuyor. Ama belki de ülkemizde ‘tek adam’ fikrine değil, kimin tek adam olduğuna karşı çıkılıyor.

Ankete katılanlara sunulan cümlelerden biri şu: “Geleneksel değerlere dönmek, kararlı liderleri işbaşına getirmek ve zararlı fikirleri susturmak gerek.” Acaba bu cümleye ne kadar katılıyorlar?

Modernlerin yüzde 68,9’u, muhafazakarların ise yüzde 75,2’si bu cümledeki gibi düşünüyor: Yani zararlı fikirleri susturmak kimseye o kadar da aykırı gelmiyor.

Az önce hayli kibar olan yorumcular burada dayanamamış artık; “Savaş, doğal afet, pandemi, terör, darbe vb. birçok gelişme ülkeler için bir kriz durumuna işaret edebilir. Kriz olarak tanımlanan zamanlarda zihniyet olarak ‘back-to-basics’ yapmaya, belirli şahıslara ya da devlet kurumlarına daha çok alan açmaya, zararlı fikirleri susturmaya ihtiyaç duyuluyorsa demokrasi tam olarak ne işe yaramaktadır” diye soruyorlar.

Modern veya muhafazakar fark etmiyor, çoğunluk demokrasinin en ideal sistem olduğuna inanıyor, tamam da acaba demokrasiden ne anlıyor?

Ankette sorulan bir soru da şu: “Bazı insanlar hükümetin en çok öncelik vermesi gereken konunun temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi olduğunu söylerken bazıları da toplumsal refahı artırmaya en çok öncelik vermesi gerektiğini düşünüyor. Siz hangi görüşe daha yakınsınız?”

Modernlerin yüzde 41,7’sinin, muhafazakarların da yüzde 34,3’ünün tercihi temel hak ve özgürlüklerden yana. Buna karşılık, modernlerin yüzde 52’si, muhafazakarların da yüzde 58,2’si ‘Boş verin özgürlükleri, öncelik refahı arttırmak olmalı’ demiş.

Görüyorsunuz, buraya kadar anlattıklarımda modernlerle muhafazakarlar arasında çok da büyük farklar yoktu. Her iki kesimin demokrasi ve özgürlüklerden ne anladığı aslında bir biçimde birbirine benziyor. Ama soru “Toplumsal refah mı ülke savunması mı” olunca ciddi bir farklılaşma doğuyor.

Modernlerin yüzde 46,8 bu soruya refahtan, yüzde 46,9’u ise ülke savunmasından yana cevap veriyor. Eşit yani. Ama sıra muhafazakarlara gelince yüzde 34 refahı tercih ederken yüzde 58,3’lük çoğunluk ülke savunması için refahtan vazgeçiyor.

Gelin bu çarpıcı araştırmayı anlatmaya yarın da devam edeyim.

Trump Ukrayna’da savaşı sahiden bitirir mi?

Trump Ukrayna’da savaşı sahiden bitirir mi?

ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın en iddialı hedeflerinden biri dünyaya barış getirmek; ‘Savaşları birkaç haftada bitireceğim’ diyor.

Bitmeyen savaşlar var. Bunlara Amerika doğrudan taraf. İşte İsrail’in Gazze saldırıları. İşte Suriye’de bir türlü bitmeyen DAEŞ’le mücadele. Ve tabii Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş.

Bu saydığım her üç çatışmada da Amerika savaşın doğrudan tarafı. İsrail’e mühimmat göndermeyi kesseler bu ülkenin saldırı kapasitesi sıfırlanacak. Aynı şey Suriye’deki PKK için de geçerli. Oradaki az sayıda Amerikan askeri çekilse ve Amerikan silah/malzeme yardımı dursa Suriye PKK’sı bir anda perişan duruma düşecek.

Ama tabii en vahim durum Ukrayna için geçerli. Bu ülkeye kesintisiz biçimde Amerikan silah ve mühimmatı akmak zorunda; yoksa Rusya işgali gerçekleşebilir.

Trump’ın seçim zaferinden sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüştüğü ve Putin’e bir yandan Avrupa’daki Amerikan askeri varlığını hatırlatıp ‘Ukrayna’daki savaşı tırmandırmaması’nı istediği öne sürüldü. Kremlin böyle bir görüşmenin hiç gerçekleşmediğini öne sürüyor, ama Amerikan basını iddialı.

Trump’ın en çok bitirmek istediği savaşın Rusya-Ukrayna savaşı olduğuna kuşku yok. Ama bu savaşı bitirmek kolay değil.

Çünkü Ukrayna’yı Rusya’nın insafına teslim etmesi Amerika’nın güvenlik çıkarları bakımından çok daha vahim sonuçlar doğurabilir. Putin’i Ukrayna’yı işgalden vazgeçirebileceğini düşünüyor olabilir, ama iç politikada Rus liderin yaşadığı sıkışıklık onu da tavizsiz hareket etmeye zorluyor.

Trump için pek çok şey söylenebilir ama aptal olduğunu söylemek herkesi yanlışa götürür. Trump ilkesiz gibi gözüken bir pragmatist sonuçta. Daha doğrusu pragmatist bir iş insanı gibi gözükmek istemesi ilkesiz biri olduğu izlenimi veriyor.

Bu doğru değil. Trump’ın en azından Amerika’yı yeniden büyük yapma iddiasıyla bağlantılı bir dizi ilkesi var. Bunların başında da Amerika’nın ekonomik çıkarlarını azaltmaktan kaçınmak geliyor.

O yüzden de sırf kara kaşını kara gözünü sevdiği için Putin’e iyilik yapacağını, Ukrayna’yı yalnız bırakacağını düşünenler fena halde yanılıyor. Trump’ın tek yapmak istediği Rusya ile savaşı bitirme konusunda pazarlık kapısını açmak.

Henüz öyle bir kapı açılmış falan değil.