‘Biz kimiz, neyiz’ araştırması: Çok daha laik, dine karşı biraz daha mesafeli bir toplum
Prof. Dr. Beşir Atalay yönetiminde Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci tarafından yapılan “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” adlı araştırmayı yazmayı sürdürüyorum (Bugün konuya Ertuğrul Özkök de girdi).
Araştırmanın kapsam ve büyüklüğünün yanı sıra bazıları belki ilk kez sorulan sorularla elde edilen sonuçların çarpıcılığı beni bu konuyu uzatmaya yöneltti. Hatırlayın, birinci gün araştırmanın en temel ayrımını ve sonucunu yazmıştım, Türkiye’de araştırmacıların ‘modernler’ diye adlandırdığı toplum kesimi en büyük gruptu, onun karşısına başat olarak çıkan toplum kesimine ise araştırmacılar ‘muhafazakarlar’ ismini koymuştu.
Dün çıkan yazıda ise toplumda demokrasinin çok geniş kabul gördüğünü, ama toplum kesimlerinin demokrasi kelimesinden anladığının her zaman demokratik değerlerle tam olarak uyuşmadığına ilişkin bulguları aktardım. Bence ders çıkarmak isteyenler için önemli sonuçlardı bunlar.
Bugünse Türk toplumunun en fazla paylaştığı iki kimlik özelliğinden biri olan ‘inanç’ konusuna gireceğim.
Yüzde 92’si inanç sahibi toplum
Önce bir hatırlatma yapayım: Araştırmacılar ankete katılan 5168 kişiye toplam 14 adet kimlik özelliği sormuş ve bunların içinden kendilerine uygun olanları (dilerlerse birden fazla) seçmelerini istemişler. Katılımcıların yüzde 91,8’i gibi ezici bir çoğunluğu kendini tanımlamak için ‘inançlı’ sıfatını tercih etmiş (Bu denli çok tercih edilen bir başka sıfat yüzde 93,1 ile ‘çevreci’ sıfatı).
İnanç tabii çok genel ve neredeyse nötr bir sıfat. Katılımcıların tam da bu konuda ve ülkemizde sanki inanç kelimesiyle eş anlamlı gibi kullanılan diğer sıfatları da farklı oranlarda seçtiği görülüyor. Örneğin ‘dindar’ (Yüzde 69,7), ‘İslamcı’ (yüzde 66,5), ‘Muhafazakar’ (yüzde 58,7) gibi sıfatlar.
Dileyen bu son verdiğim rakamları inancın farklı dereceleri diye de okuyabilir.
Şunu unutmayın: Burası, ‘nüfusunun yüzde 99,9’unun Müslüman olmasıyla’ övünen bir ülke. Gerçekten de, zaman içinde Türkiye nüfusu içindeki farklı dini inançlar bir devlet politikası olarak da erozyona uğratıldı ve Türkiye tek dinli bir ülke oldu.
Dolayısıyla Türkiye’de İslam aslında yegane din ve halkın yüzde 92’sinin ‘inançlıyım’ demiş olmasına bazıları ‘Neden yüzde 100 değil’ diye serzenişte bile bulunabilir.
Laiklik artık kabul gördü
Türkiye 1930’lardan itibaren Anayasasına ‘laiklik’ ilkesini yazmış, bu ilkeyi de temelde Fransa’dan almış bir ülke. Zaten ‘devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması’ anlamında ‘laik’ kelimesini de Fransızcadan almışız.
Fransa yüzyıllar süren Katolik-Protestan kanlı mücadelesini de bitirmek için devletin din dışı olmasını bu ilkeyle kabul etmişti ve Fransa’da bugün bile laiklik ilkesi oldukça katı uygulanır.
Türkiye’de ise böyle bir din savaşı olmadan Fransa tarzı laiklik uygulanması ‘Devlet dine düşman’ diye algılandı ve uzun yıllar boyunca bu ilke (araştırmada kullanılan sıfatlarla) ‘dindar’lar, ‘İslamcılar’ ve ‘Muhafazakarlar’ tarafından yoğun biçimde eleştirildi. Yalnız eleştiriler laiklik ilkesinin kaldırılmasına değil uygulamanın yumuşatılmasına yönelikti. Özellikle son 20 yıldır devam eden Ak Parti iktidarında ciddi bir yumuşama oldu, hatta bazılarına göre yumuşamanın da ötesine geçilip ‘Din devleti uygulamaları’ gelmeye başladı. Ama yine de, toplumsal tartışmalarda eski usul laiklik tartışmalarının büyük ölçüde ortadan kalktığını görmek gerek.
Bütün bunları araştırmanın bir ilginç bulgusunu aktarmak için yazdım.
İlk gün yazmıştım, araştırmada yöntem olarak katılımcılara bazı hüküm cümleleri okunmuş ve onlardan bu cümleye ne ölçüde katıldıkları (1’den 5’e kadar) sorulmuş.
O cümlelerden biri şuydu: “Devlet din işlerine karışmamalı.”
Bu cümleye ‘modern’ler yüzde 67,2; muhafazakarlar ise yüzde 50,9 oranında ‘Katılıyoruz’ demiş.
Dindarlar devlet yönetiminde
Bu soruyu izleyen ikinci cümle şu: “Dindar insanlar devlet yönetiminde daha çok söz hakkına sahip olmalıdır.”
Bu cümleye modernlerin yüzde 25,2’si, muhafazakarların ise yüzde 44,8’i ‘katıldığını’ söylemiş. Dikkatinizi çekerim, muhafazakarların bile yüzde 50’den fazlası ‘Dindar insanlar devlet yönetiminde daha çok söz hakkına sahip olmalı’ görüşüne katılmıyor!
Araştırmacılar bu iki sonuçtan hareketle şunu söylemiş:
‘Kısaca, genel olarak devletin tutumu söz konusu olduğunda laikliğin hâkim görüş olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan her ne kadar dindarlık bireysel tercih ve kimliklendirme bakımından yaygın hüsnü kabul görse de devlet görevlerini yerine getirmede toplumun ekseriyeti tarafından politik seçilime mazhar bir özellik olarak görülmemektedir (Dindar kimliği uygun bulanlar arasında bile bu görüşe katılmayanların oranı %54 civarındadır).’
Ahlaklı olmak için dine gerek yok
Tabii vatandaşın kahir çoğunluğunun laikliği benimsemiş olması son derece önemli olmakla birlikte biraz sonra yazacaklarım benim açımdan çok daha önemli, çünkü toplumun dinden ne anladığına dair yaşadığı değişimleri gösteriyor.
Araştırmada sorulan bir başka hüküm cümlesi şu: “Ahlâklı olmak için dindarlık gereklidir.”
Bu cümle ülkemizde eskiden beri var olan bir peşin hükmü ifade eder; hatta zamanında bazı İslamcı entelektüellerle bu cümle etrafında geçen tartışmalar yürüttüğüm bile oldu. Türkiye’nin İslamcıları uzun yıllar boyunca ‘Din olmadan ahlak olmaz, ahlakın temeli dindir’ görüşünü savundu; buna karşılık içlerinden Immanuel Kant gibi bir ahlak kurucusu çıkaramayan (Şerif Mardin’in sözleri) Türkiye’nin laikleri bir laik ahlak savunma konusunda zayıf kaldı.
Ama bakın Türk milleti bu sorunu kendi kendine nasıl çözmüş: Modernlerin yüzde 25,2’si, muhafazakarların ise yüzde 44,6’sı ‘Ahlaklı olmak için dindar olmak gereklidir’ cümlesine katılmış; geri kalanı adeta ‘Ne ilgisi var dinle ahlakın’ demiş.
Bu cevaba bütün toplum temelinde baktığımızda yüzde 67,5’in ‘Ahlaklı olmak için dindar olmak gereklidir’ cümlesine katılmadığı görülüyor. Bu büyük bir şey. Toplum dinle ahlak arasındaki ilişkiyi koparmış gözüküyor.
Ama kendi ahlakım değil dinin ahlakı
Ama tabii bir de tam tersi var. “İnsanlar kutsal kitaplara ve dine daha az önem verip onların yerine kendi ahlâkî standartlarını geliştirmelidir” görüşüne katılım epey düşüyor, yüzde 40’a iniyor. Bu görüşe katılmayanların oranı yüzde 54,6.
Türkiye’de siyasal laiklerle siyasal İslamcılar arasındaki uzun yıllara yayılmış kavganın önemli cephelerinden biri okullarda verilen din eğitimiyle ilgili. Ama bu araştırmadan görüyoruz ki okullarda din eğitimi verilmesi konusu hem modernler hem de muhafazakarlar için benimsenmiş, arzu edilen ve üstünde tartışma olmayan bir konu (İki grup kendi içinde ayrışıyor ama modernler bile bu görüşe yüzde 75 oranında destek veriyor).
Toplumun din algısıyla ilgili başka bulgular da var araştırmada. Örneğin dindar yöneticiler çalışanlarının haklarını daha fazla mı korur? Modernler bu görüşe ancak yüzde 35 oranında katılıyor; muhafazakarlar ise yüzde 51 oranında. Bu önemli bir ayrışma noktası.
Peki “Dindar iş insanları iş hayatında daha dürüst ve güvenilirdir” görüşü için ne diyorlar? Modernlerin yüzde 30’u, muhafazakarların ise yüzde 45’i bu görüşü benimsemiş. Yani o kadar büyük bir destek yok bu fikre.
Cemaate, tarikata gerek yok
En kritik cümlelerden biri şu: “Dini daha iyi anlayabilmek, yaşamak ve hissetmek için güvenilir bir cemaate veya tarikata bağlı olmak önemlidir.”
Toplum bu cümleyi yüzde 84,8 oranında reddediyor. Çok çarpıcı.
Bir başka hüküm cümlesi: ‘Bazı insanlar İslâm’ın farklı yorumlarına hoşgörü gösterilmesi gerektiğini düşünüyor. Bazıları ise İslâm’ın tek bir gerçek yorumu olduğuna inanıyor. Siz hangi görüşe daha yakınsınız?’
Toplumun yüzde 49,3’ü klasik Sünni görüşü olan ‘Tek gerçek yorum var’ diyor; yüzde 42,6 ise farklı yorumlara hoşgörü gösterilmesinden yana. Bu cevap, ülkemizde Alevi-Sünni fay hattının hala canlı ama zayıflamakta olduğunu hatırlattı bana.
Gelecekte dinin etkisi azalacak mı, artacak mı? Toplumun yüzde 45’i azalacağını, yüzde 35,4’ü ise artacağını söylüyor. Değişmez diyenler yüzde 19,4’te kalmış. Burada önemli farklılık yaş kuşakları arasında. Gençlere göre dinin etkisi azalacak, daha yaşlı kuşaklar ise artmasını bekliyor.