23-11-2024
İsmet Berkan

‘Biz kimiz, neyiz’ araştırmasına devam: Bireyciliğin dibine vurmuş, güvensiz toplum

‘Biz kimiz, neyiz’ araştırmasına devam: Bireyciliğin dibine vurmuş, güvensiz toplum

Prof. Dr. Beşir Atalay yönetiminde Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci tarafından yapılan “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” adlı araştırmayı üç gün üst üste yazmış, sonra durmuştum; bugün aynı araştırmadan bir bölüm daha sunmak istiyorum.

Daha çok Doğulu toplum olmamız, bizde Aydınlanma felsefesinin organik yollarla değil tepeden inme yöntemlerle benimsetilmesi gibi nedenlerle Türkiye’de bireyciliğin çok yüksek olmadığı, cemaatleşmenin ise çok yüksek seviyede olduğu varsayılır hep.

Doğrudur da, ben İstanbul’un çok eski mahallelerinden birinde oturuyorum, benim mahallemde bile buraya Anadolu’nun çeşitli yerlerinden göçmüş (ki epey eski göçmenler) kişilerin kurduğu iki ayrı ‘hemşehri dayanışma’ derneği var. Biri Giresun’un, diğeri Rize’nin spesifik ilçelerinden gelenlerin kurduğu mikro cemaatler.

Cemaatleşmenin ardında kendini göç edilen büyük şehirde yalnız hissetmeye karşı bir dayanışma arayışı var belki, ama başka bir neden de esas olarak birbirimize güvenmiyor olmamız.

Türkiye 2018 yılında yapılan Dünya Değerler Araştırması’nda birbirine en az güvenen toplumlardan biri olarak öne çıkıyordu. Bu araştırmada ‘İnsanların çoğu güvenilirdir’ cümlesine katıldığını söyleyenler sadece yüzde 14’tü, geri kalanların yüzde 84’ü ‘Dikkatli olmak gerekir’ diyordu.

Evet bir yandan böyle hemşehri dayanışması türü cemaatleşmelerden başlayıp dini cemaatlere vs kadar uzanan çok sayıda farklı cemaatimiz var, ama toplumda giderek ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ sözünün hatırlattığı bir sosyal anlayış da giderek yayılıyor. Yani bireyselleşiyoruz, ama çok garip bir biçimde, adeta atomize olarak, birbirimize hiç güvenmeyerek, birbirimizden sürekli şüphe duyarak.

Kimsenin yekdiğerine gözü kapalı güvenmediği bir toplum aslında korkutucu.

Prof. Beşir Atalay ve arkadaşlarının  yaptığı son araştırmada toplumun yüzde 91’i gibi ezici bir çoğunluğu başkasına güvenenlerin sonunda büyük hayal kırıklığı yaşayabileceğini söylüyor.

Bence hayli korkutucu bir güvensizlik hali bu.

Araştırmada sorulan bir hüküm cümlesi şu: “İnsanların çoğu kötü niyetlidir ve fırsat verirseniz size zarar verirler.”

Bu cümleye toplumun yüzde 69’u katıldığını söylemiş. Güvenmemenin, dikkatli olmanın ötesinde bir durum; bize hep zarar vermesini de bekliyoruz karşı tarafın.

Cemaatleşme, kabile, klan halinde hareket etme gibi şeylerin arkasında bu derin güvensizliği azaltma, insanların kendilerini sigorta etme çabası var sanki.

Bu güvensizliğe bir de diğer insanlara sevgisizlik ve saygısızlık eşlik ediyor. Bakın araştırmadaki bir başka hüküm cümlesi olan “Zorlamadıkça kimse yeterince çalışmaz”a katıldığını söyleyenlerin oranı yüzde 51,1. Katılmayanlarınki yüzde 44,6.

Neredeyse Amerikan tarzı diyebileceğim bir bireyci kapitalizm bu görüşlere eşlik ediyor. “Çalışan iş hayatında her zaman kazanır” görüşüne katılanların oranı yüzde 68’den yüksek.

Bence en ilginç sorulardan biri şu: ‘Bazı insanlar hayatta başarısız olan çoğu kişinin bu durumundan toplumun sorumlu olduğunu düşünüyor. Bazıları ise başarısızlığın kişinin kendisinden kaynaklandığı kanaatinde. Siz hangi bakış açısına daha yakınsınız?’

Toplumun yüzde 47’si başarısızlıktan bireyin sorumlu olduğu düşüncesinde, yüzde 26 toplumu sorumlu tutuyor, yüzde 27 ise her ikisini birden.

Tam ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ inancı bu.

Güvensizlik o boyutta ki, “Hayatta başarılı olmak için mutlaka bir torpilin, güçlü bir tanıdığın olması lazım” görüşüne toplumun yüzde 63’ü katıldığını söylüyor. 

Bu toplumda liyakat hayal; herkes tanıdık, torpil peşinde, hem de her çeşit işi için. 

Daha da ilginci, sahiden bu ‘torpil’lerin işe yarıyor, size işinizi gördürüyor olması. Bir işe girmekten belediyedeki imar sorununu çözmeye kadar her şey kişiler arasında ilişkiyle, yani ‘torpil’le çözülüyor. Ve bu durum fena halde içselleştirilmiş durumda.

Bireysel başarısızlıklardan toplumu ve toplumsal düzeni değil de bireyin kendisini sorumlu görmenin bir başka uzantısı “İşsizliğin asıl sebebi iş yokluğu değil, iş beğenmemektir” cümlesine verilen tepkide görülüyor. Toplumun yüzde 58’i bu ifadeye katıldığını söylemiş.

Bu sonuçlar aslında bizim siyasi kutuplaşmanın ötesinde çok derin bir ‘millet olamama’ sorunumuz olduğuna işaret ediyor. Asgari müştereklerimiz o kadar az ki, giderek daha az ‘kıvançta ve tasada bir’ topluma dönüşüyoruz.

Pazartesi günü büyük bir engel çıkmazsa bu araştırmadan sonuçlar yazmayı sürdüreceğim.

CHP’nin karşılıklı güvensizlik sorunu

CHP’nin karşılıklı güvensizlik sorunu

Ana yazıda Türkiye’de cemaatleşmeye çok tuhaf, Batı dünyasında görülmeyen türde bir bireyselleşmenin eşlik ettiğini söylüyorum ya, şans eseri bugünün bir güncel gelişmesi bu aktardığım anket sonuçlarıyla birlikte okunmayı hak ediyor.

Türkiye’de kurulu alt-cemaatlerden biri de kuşkusuz Cumhuriyet Halk Partisi cemaati. Oy verme günü geldiğinde milyonlarca insan kendini bu cemaate ait hissediyor, oyunu oraya veriyor. Ama oy verme günü olmayan günlerde hiç kuşkusuz bu cemaat daha dar bir grup: Parti üyelerinden, hatta daha çok parti içinde aktif görev yapanlardan oluşuyor.

CHP pek çok kişi tarafından artık daha bir ciddi olarak, önümüzdeki dönemin iktidar alternatifi olarak görülüyor. Geçmişte bu duygu bu kadar yüksek değildi, CHP’nin hep yüzde 25’e sıkıştığı düşünülürdü, oysa 2019’dan başlayarak, ama daha çok 31 Mart yerel seçiminden beri CHP’yi herkes daha çok ciddiye alıyor.

Tabii ciddiye alanların başında bu parti içinde siyaset yapıp 2028’de de Cumhurbaşkanı olmayı ümit eden bireyler var. İsimleriyle, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş; hemen onların ardından Özgür Özel ve aslında utanç verici bir yenilgi sebebiyle parti genel başkanlığından uzaklaştığı halde kendini potada tutmayı başaran Kemal Kılıçdaroğlu.

Bu dört isim arasında güvensizlik had safhada. Zaman zaman yan yana gelip gülümseyen yüzlerle el ele fotoğraflar verseler de, bu dört ismin kendi aralarında tuhaf bir dans yaptığını, bu dansın da temelde rakibin bütün hamlelerine güvensizlik üzerine kurulu olduğunu sağır sultan bile biliyor.

İşte dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun yıllar önceden kalma bir davası vardı. O bunu fırsata çevirmek istedi, ‘Herkes arkamda dursun’ dedi. İlk gün ne Özgür Özel ne Ekrem İmamoğlu arkasına geçti Kılıçdaroğlu’nun. Bir tek Mansur Yavaş ‘Ben geliyorum’ dedi.

Derken umulmadık bir şey oldu veya Kemal Kılıçdaroğlu ile arkadaşları iyi çalıştı, kısa süre içinde CHP cemaati içinde Kılıçdaroğlu ile dayanışma için bir mahalle baskısı oluştu. Dün bir baktık, ilk gün yüz vermeyen Özgür Özel adliyenin önünde, Kılıçdaroğlu ile yan yana. Almanya’da seyahatte olan İmamoğlu bile sosyal medya üzerinden eski genel başkanıyla dayanışma sergiliyor.

Dün oluşan manzara CHP’de adlarını saydığım dört aktör arasındaki güven sorununun sona erdiği anlamına gelmiyor. Aksine, İmamoğlu ve Özel daha da bilenmiş olmalılar.

Ama CHP’lilerin istediği bir manzara bu. Partinin dört önde geleninin birbiriyle dayanışma içinde olması, dik durması, yargı baskısına direnmesi…

CHP hiç değilse görüntüde bu dayanışma halini sürdürmeyi başarır, ortak hedef konusunda egoları ve güvensizlikleri bir kenara bırakıp birlikte çalışmayı başarırsa gerçek bir cemaat olacak.

Yoksa, gündelik hayatta birbirlerine kazık atmak için her fırsatı kullanan ama aynı zamanda aynı hemşehri dayanışma derneğinde yan yana duran güvensiz ortalama insanlardan farkları olmayacak.