‘Biz kimiz, neyiz’ araştırmasına devam: Bireyciliğin dibine vurmuş, güvensiz toplum
Prof. Dr. Beşir Atalay yönetiminde Ömer Demir, İbrahim Dalmış, Ömer Toprak ve Cem Eyerci tarafından yapılan “Türkiye’de Kimlikler: Din, Ekonomi, Siyaset” adlı araştırmayı üç gün üst üste yazmış, sonra durmuştum; bugün aynı araştırmadan bir bölüm daha sunmak istiyorum.
Daha çok Doğulu toplum olmamız, bizde Aydınlanma felsefesinin organik yollarla değil tepeden inme yöntemlerle benimsetilmesi gibi nedenlerle Türkiye’de bireyciliğin çok yüksek olmadığı, cemaatleşmenin ise çok yüksek seviyede olduğu varsayılır hep.
Doğrudur da, ben İstanbul’un çok eski mahallelerinden birinde oturuyorum, benim mahallemde bile buraya Anadolu’nun çeşitli yerlerinden göçmüş (ki epey eski göçmenler) kişilerin kurduğu iki ayrı ‘hemşehri dayanışma’ derneği var. Biri Giresun’un, diğeri Rize’nin spesifik ilçelerinden gelenlerin kurduğu mikro cemaatler.
Cemaatleşmenin ardında kendini göç edilen büyük şehirde yalnız hissetmeye karşı bir dayanışma arayışı var belki, ama başka bir neden de esas olarak birbirimize güvenmiyor olmamız.
Türkiye 2018 yılında yapılan Dünya Değerler Araştırması’nda birbirine en az güvenen toplumlardan biri olarak öne çıkıyordu. Bu araştırmada ‘İnsanların çoğu güvenilirdir’ cümlesine katıldığını söyleyenler sadece yüzde 14’tü, geri kalanların yüzde 84’ü ‘Dikkatli olmak gerekir’ diyordu.
Evet bir yandan böyle hemşehri dayanışması türü cemaatleşmelerden başlayıp dini cemaatlere vs kadar uzanan çok sayıda farklı cemaatimiz var, ama toplumda giderek ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ sözünün hatırlattığı bir sosyal anlayış da giderek yayılıyor. Yani bireyselleşiyoruz, ama çok garip bir biçimde, adeta atomize olarak, birbirimize hiç güvenmeyerek, birbirimizden sürekli şüphe duyarak.
Kimsenin yekdiğerine gözü kapalı güvenmediği bir toplum aslında korkutucu.
Prof. Beşir Atalay ve arkadaşlarının yaptığı son araştırmada toplumun yüzde 91’i gibi ezici bir çoğunluğu başkasına güvenenlerin sonunda büyük hayal kırıklığı yaşayabileceğini söylüyor.
Bence hayli korkutucu bir güvensizlik hali bu.
Araştırmada sorulan bir hüküm cümlesi şu: “İnsanların çoğu kötü niyetlidir ve fırsat verirseniz size zarar verirler.”
Bu cümleye toplumun yüzde 69’u katıldığını söylemiş. Güvenmemenin, dikkatli olmanın ötesinde bir durum; bize hep zarar vermesini de bekliyoruz karşı tarafın.
Cemaatleşme, kabile, klan halinde hareket etme gibi şeylerin arkasında bu derin güvensizliği azaltma, insanların kendilerini sigorta etme çabası var sanki.
Bu güvensizliğe bir de diğer insanlara sevgisizlik ve saygısızlık eşlik ediyor. Bakın araştırmadaki bir başka hüküm cümlesi olan “Zorlamadıkça kimse yeterince çalışmaz”a katıldığını söyleyenlerin oranı yüzde 51,1. Katılmayanlarınki yüzde 44,6.
Neredeyse Amerikan tarzı diyebileceğim bir bireyci kapitalizm bu görüşlere eşlik ediyor. “Çalışan iş hayatında her zaman kazanır” görüşüne katılanların oranı yüzde 68’den yüksek.
Bence en ilginç sorulardan biri şu: ‘Bazı insanlar hayatta başarısız olan çoğu kişinin bu durumundan toplumun sorumlu olduğunu düşünüyor. Bazıları ise başarısızlığın kişinin kendisinden kaynaklandığı kanaatinde. Siz hangi bakış açısına daha yakınsınız?’
Toplumun yüzde 47’si başarısızlıktan bireyin sorumlu olduğu düşüncesinde, yüzde 26 toplumu sorumlu tutuyor, yüzde 27 ise her ikisini birden.
Tam ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ inancı bu.
Güvensizlik o boyutta ki, “Hayatta başarılı olmak için mutlaka bir torpilin, güçlü bir tanıdığın olması lazım” görüşüne toplumun yüzde 63’ü katıldığını söylüyor.
Bu toplumda liyakat hayal; herkes tanıdık, torpil peşinde, hem de her çeşit işi için.
Daha da ilginci, sahiden bu ‘torpil’lerin işe yarıyor, size işinizi gördürüyor olması. Bir işe girmekten belediyedeki imar sorununu çözmeye kadar her şey kişiler arasında ilişkiyle, yani ‘torpil’le çözülüyor. Ve bu durum fena halde içselleştirilmiş durumda.
Bireysel başarısızlıklardan toplumu ve toplumsal düzeni değil de bireyin kendisini sorumlu görmenin bir başka uzantısı “İşsizliğin asıl sebebi iş yokluğu değil, iş beğenmemektir” cümlesine verilen tepkide görülüyor. Toplumun yüzde 58’i bu ifadeye katıldığını söylemiş.
Bu sonuçlar aslında bizim siyasi kutuplaşmanın ötesinde çok derin bir ‘millet olamama’ sorunumuz olduğuna işaret ediyor. Asgari müştereklerimiz o kadar az ki, giderek daha az ‘kıvançta ve tasada bir’ topluma dönüşüyoruz.
Pazartesi günü büyük bir engel çıkmazsa bu araştırmadan sonuçlar yazmayı sürdüreceğim.