27-11-2024
İsmet Berkan

İsrail’in mıntıka temizliğinin Türkiye’ye olası etkileri

İsrail’in mıntıka temizliğinin Türkiye’ye olası etkileri

Beyrut bu sabaha ümitli ve sevinçli başladı. Oysa daha dün İsrail kente savaşın başından beri belki en ağır hava saldırısını gerçekleştirmişti.

Dün sabah İsrail uçakları insafsızca Beyrut ve civarındaki Hizbullah hedeflerini vururken aslında ABD Başkanı Joe Biden da İsrail ile Hizbullah arasındaki ateşkes anlaşmasını duyurmuştu.

Anlaşma Hizbullah tarafından o bombardımanın ortasında kabul edildi; İsrail hükümeti ise anlaşmayı akşam saatlerinde onayladı. Dolayısıyla bu sabah Beyrut güne 60 günlük bir ateşkesle başladı. Sokaklarda sevinç gösterileri var. Saldırılar nedeniyle evlerinden kaçan milyonlarca Lübnanlı geri dönüş yolculuğuna başladı bile.

Bu ateşkes Ortadoğu’da düne kadar sabit ve değişmez sandığımız bütün dengelerin İsrail tarafından değiştirilmesi anlamına geliyor. Yani bir anlamda bir İsrail zaferinden söz ediyoruz.

Nedenini ve bu zaferin sonuçlarını anlatmaya çalışayım.

7 Ekim 2023’te Hamas, İsrail’e yönelik şok edici bir intihar saldırısı yaptı. Çoğu sivil 1200 kişiyi öldürdü, yüzlerce İsrailliyi de rehin aldı ve Gazze’ye geri döndü.

Saldırıya İsrail’in tepkisi beklendiği gibi oldu. Bu sabah yeni rakam açıklanmış, o günden bugüne Gazze’de İsrail tarafından öldürülen çoğu kadın ve çocuk Filistinlilerin sayısı 44 bini aşmış durumda. Bu daracık ve zaten uzun yıllardır ambargolar altında gayet sefil bir hayatın sürdüğü kara parçasında taş üstünde taş kalmadı. Milyonlarca insan çadırlarda, derme çatma barakalarda hayata tutunmaya çalışıyor.

Ne uğruna? Hamas’ın Filistin sorununu yeniden dünyaya hatırlatmak istemesi pahasına.

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü vahşi ve kuralsız savaşın İsrail aleyhine çok ciddi sonuçları oldu ve olacak. Bu ülke, bana soracak olursanız bundan sonra uzunca bir süre parya muamelesi görecek. Gazze’de işlenen insanlık suçları hiçbir zaman unutulmayacak ve her zaman bu suçları İsrail’in yüzüne vuran ülkeler olacak.

Ama öte yandan İsrail’in bütün bu vahşetine rağmen kendisi açısından Ortadoğu’da büyük bir zafer kazandığını da unutmamalıyız. Bu zaferi İsrail İran’a karşı kazandı ve şimdi Amerika’da Donald Trump’ın iktidara da gelmesiyle çanlar İran için çalmaya başladı. Tahran aylardır büyük panik halinde.

Gazze savaşı sürerken İran savaşı yaymak, bir çeşit bölgesel savaşa dönüştürmek istedi. Ama Sünni Arap dünyası bu savaşa hiçbir yerinden bulaşmak istemiyordu. Geriye kaldı, İran’ın ‘Direniş ekseni’ adını verdiği örgütler grubu.

Bunlar Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki İran yanlısı milislerdi.

Hamas zaten ağır saldırı altındaydı. Hizbullah onunla dayanışmak için saldırmaya kalktığında sadece birkaç ay içinde tarihindeki en ağır darbeleri aldı, bunca yıldır biriktirdiği füzelerini de, lider kadrosunun önemli kısmını da kaybetti. Ama en önemlisi İran’la arası açıldı.

Çünkü İsrail’e karşı direnmek için İran’dan beklediği hareket bir türlü tam olarak gelmedi. Aksine İran yaptığı iki saldırıyla İsrail’in kendisine saldırmasına meşruiyet alanı yarattı. İsrail bu iki saldırıyla koskoca İran’ı pasifize etmeyi başardı.

İran bugün neredeyse bütün hava savunma sistemini kaybetmiş, her türlü askeri saldırıya açık bir ülke konumunda. O yüzden başka bir ülkeyi askeri olarak provoke edecek, kendisine saldırı zemini yaratacak her türlü hareketten kaçınıyor. Trump’tan da o yüzden korkuyor.

İşte o kaçınmanın sonucu olarak Hizbullah da yalnız kaldı ve ateşkesi kabule zorlandı. Bu sabah başlayan ateşkesi Hizbullah’ın kendi içine dönme, Lübnan’da eski gücünü elde edebilmek için toparlanma süreci diye okuyabilirsiniz. Bu örgüt Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmamak için ateşkesi, ateşkesin son derece zorlayıcı şartlarını kabullenmek zorunda kaldı.

Hiç kuşkunuz olmasın, İsrail pek yakında Yemen’deki İran yanlısı milisleri de hedef alacak. Zaten geçmişte aldı. Bu milisler hala Kızıldeniz’deki ticari gemi trafiğini tehdit etmeye devam ediyor. Onların pasifize edilmesi de yakındır.

İsrail’in yaptığı bu mıntıka temizliğinin bir hedefi daha var: Suriye’deki İran varlığı. Bunu son aylarda zaten çok geriletti ama sanırım İsrail başlamış ve önemli mesafe alınmış bir işi yarım bırakmak istemeyecektir.

Baştan söyleyeyim, İsrail’in bölgede İran’ı geriletmesi, hatta pasifize etmesi başta Türkiye ve Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki (Irak dahil) bütün ülkelerin hoşuna giden, işine gelen bir şey. Bu anlamda İsrail şimdi Donald Trump’ın ilk döneminde imzalanan ‘İbrahim Anlaşmaları’nı hayata geçirmeye çok daha fazla yaklaştı. İsrail’de seçim yapılır ve ultra-ortodoks Yahudi partileri seçimde geriletilebilirse Filistin Devleti de mümkün olabilir. Bu da İbrahim Anlaşmaları’nın önünü açar.

İsrail’in İran’ı geriletmesinin Türkiye açısından da önemli sonuçları olacak. Bu sonuçların en önemlisini Suriye sahasında yaşayabiliriz. Ama bunun için Türkiye’yle İsrail’in temas etmesi gerek.

Bakın hafta sonu ilginç bir gelişme oldu. Birleşik Arap Emirlikleri’nde yerleşmeye başlayan bir ultra-ortodoks Yahudi cemaatinin lideri olan haham önce kaçırıldı, sonra işkence edilip öldürüldü.

Hahamın katil zanlılarını BAE hemen saptadı, ama Özbekistan uyruklu bu üç kişi Türkiye’ye kaçmıştı. Hemen Türkiye’den bu kişiler istendi, MİT ve polis bu üç kişiyi anında yakaladı, sonra da bir dakika bile bekletmeden ilk uçakla BAE’ye geri yolladı.

Bu hızlı işbirliği Türkiye’nin sadece BAE ile değil, İsrail’le de işbirliği yapması anlamına gelir.

Suriye konusunda İsrail’le ortak zemin bulunabilirse, hele Beşar Esad bu zemine çekilebilirse bu ülkeyle ilgili hem Türkiye’nin hem İsrail’in güvenlik kaygıları bir arada giderilebilir aslında.

Hizbullah hayatta kalma endişesiyle ideolojik bagajını arka tarafa almayı kabul etmiş, İran aynı ideolojiyi geri plana almışken Türkiye’nin Hamas’ın dünyadaki yegane destekçisi olarak durmaya ve İsrail’le neredeyse aktif çatışma içinde yaşamaya devam etmesi ne kadar doğru olur?

İsrail’i affetmek, onun savaş suçlarını unutmak gerekmiyor, ama çatışmanın bu denli sert olması Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına ne kadar uygun acaba?

Yusuf Tekin ne yaptığının farkında mı?

Yusuf Tekin ne yaptığının farkında mı?

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’le onun Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı döneminden tanışıklığım var. Bu görevi sırasında aldığım izlenim Tekin’in eğitimin sorunlarını gören ve bunları düzeltmek için uğraşan bir isim olduğuydu.

Kimse hiçbir yerde anlatmaz, Türkiye’de Ak Parti iktidarlarında eğitimin en büyük sorunu bu alanda çalışan bir memur sendikası olan Eğitim-Bir Sen’dir.

Bu sendika ideolojik olarak Ak Parti içinde oldukça etkin. Bu etkinliği sayesinde örneğin işini doğrudan Tayyip Erdoğan’la görerek dönemin Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’e rağmen 4+4+4 sistemine hemen hiç hazırlık yapılmadan hızla geçilmesini sağladı.

Sendikanın eğitim hakkındaki görüşleriyle Türkiye’de eğitim hakkında aklı başında düşüncelere sahip kimsenin görüşleri aslında uymuyor. Ve Türkiye’de eğitimi uzun yıllardır bakanlardan çok bu sendika yönetip yönlendiriyor.

Ben geçen yıl Yusuf Tekin Milli Eğitim Bakanı olarak atandığında onun bu sendikayla mücadele edeceğini, sendikayı geriletip eğitimin esas sorunlarına odaklanacağını düşünmüştüm. Yanıldım (Aynı yanılgıyı Ziya Selçuk bakan olduğunda da yaşadım. Selçuk’un başını sonunda bu sendika yedi, kelle aldı).

Adına ‘Değerler Eğitimi’ denen şey kendi başına kötü bir düşünce değil. Ama bu eğitimin uygulanma biçimi ve ‘değerler’den mesela sadece dini değer yargılarının anlaşılıyor olması başından beri çok tartışılıyor. Bu konuda Yusuf Tekin’e yöneltilen eleştirileri haklı buluyorum.

Bakan olmasıyla birlikte Yusuf Tekin’in teknokrat olmaktan siyasetçi olmaya doğru hızla dönüş yaptığına tanık oluyoruz. Siyasetçi Yusuf Tekin, Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki pek çok kişiyle aynı rotayı izlemeyi tercih etmiş gözüküyor: Erdoğan’a yaranmak için onun hoşuna gideceğini düşündüğü şeyleri istenmeden yapmaya başlamak. Bir yerde kraldan çok kralcı olmak yani.

CHP’li belediyelerin kreşlerinin kapatılma girişimi ve bunun için ortaya atılan son derece zayıf argümanları böyle okumak gerekir. Erdoğan’a yaranma çabasıyla.

Dün sabah gazeteci Fuat Uğur, Bakan Yusuf Tekin’le konuştuğunu öne sürdü ve onun ağzından bazı cümleler duyurdu bu kreş meselesiyle ilgili. Buna göre Yusuf Tekin kreşlerdeki minik çocuklara LGBT propagandası yapıldığını, eşcinselliğin özendirildiğini söylemiş.

Verildiği iddia edilen bu demeç bugün bu saate kadar yalanlanmadığına göre Yusuf Tekin’in bu sözleri sahiden söylediğini varsaymalıyız.

Unutmayın, o kreşlerde 0 aylıktan 66 aylığa, yani 5,5 yaşına kadar çocuklara hizmet veriliyor. Bu minicik çocuklar neye nasıl özendirilmiş olabilir, anlamaya imkan yok. Henüz ne cinselliğin ne da başka bir şeyin farkında olan, bırakın cinselliği daha temel motor yetenekleri bile gelişme aşamasında olan minicik çocuklara (bebeklere demek lazım) hangi propaganda yapılabilir? Yapılsa bile (ki oldukça düşük ihtimal) bundan ne netice alınabilir? Eşcinsellik özendirmekle mi olur?

Düştüğümüz seviyeye inanmakta güçlük çekiyorum.