02-12-2024
İsmet Berkan

Ekrem İmamoğlu açmış bayrağı gümbür gümbür geliyor

Ekrem İmamoğlu açmış bayrağı gümbür gümbür geliyor

Pazar, normalde benim evde kıpırdamadan durma günümdür, ama dün merakımdan Süleyman Demirel’in 100. doğum günü için İstanbul’da yapılan toplantıya gittim.

Daha kapıdan girer girmez tanıdığım pek çok simaya rastladım. ‘Eski Türkiye’ neredeyse tam kadro oradaydı. Adalet Partililer, Doğru Yol Partililer, CHP’liler, eski ülkücü yeni İyi Partililer… Eski bakanlar, eski milletvekilleri, eski bürokratlar, eski büyükelçiler, eski askerler… Tam olarak ‘eski Türkiye’ işte.

Salonun fuayesinde Demirel’in hoşgörüsünü sergileyen bir karikatür sergisi de vardı.

Toplantının ilginç ev sahibi

Toplantı Demirel’in 100. doğum günü için yapılıyordu, beni oraya ısrarla davet eden Demirel’in son nefesine kadar yanında olan özel doktoru Aylin Cesur’du, içerideki çoğunluk Demirel’in siyasetteki arkadaşlarından oluşuyordu ama ilginç bir durum vardı: Toplantının ev sahibi Ülke Politikaları Vakfı sol-sosyal demokrat bir vakıftı.

Vakfı eski Maliye Bakanı Zekeriya Temizel ve arkadaşları kurmuş, vakfa bir süre Bülent Ecevit’in en sağlam destekçilerinden Murtaza Çelikel göz kulak olmuştu. Şimdiki başkanı avukat Doğan Subaşı’ydı. CHP üyesiydi ve halen Belediye Meclisi’nde CHP Grup Başkanvekiliydi. Konuşmalar sırasında öğrendim, vakfın böyle bütün toplantıları Şişli’deki Cevahir Otel’de yapılıyordu. Oteli inşa eden rahmetli İbrahim Cevahir de Ecevit destekçisi iş insanlarındandı bir dönem.

‘Eski Türkiye’nin curcunasını özleyen var mı bilmiyorum, yeni Türkiye’nin bu tür toplantılardaki nizam ve intizamı dün unutulmuştu.

‘Eski Türkiye’nin şenlikli curcunası

Daha salona girer girmez ‘Eski Türkiye’de olduğunuzu anlıyordunuz; kimse oturmuyordu, ayakta bir curcuna vardı. 

Süleyman Demirel’in manevi evlatlarından Mehmet Ali Bayar gülerek ‘Bu CHP’liler sanıyor ki toplantı paneldir, konuşmalardır. Hayır, bizim cenaha göre toplantı işte tam bu. Herkes ayakta, herkes bir yandan hasret gideriyor, bir yandan işlerini görüyor, siyaset yapıyor’ dedi. ‘Toplantı şu an oluyor zaten, az sonra herkes oturduğunda da bitecek. Sonrası bildiğimiz nutuklar…’

Eski Türkiye’nin bu düzensizliği ve curcunasının eğlenceli bir tarafı yok değil. Yeni Türkiye’nin kara kuru nizam intizamının yanında çok daha ‘yerli ve milli’ bir durum bu curcuna hali.

İmamoğlu için kopan alkış

Biraz sonra salona İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun girdiği söylendi. Dervişoğlu’nun ismi açıklandığında salonda alkış koptu, ama esas alkış İmamoğlu’naydı. 

İmamoğlu iki sıra önümde oturana kadar kaç kişiyle el sıkışmak ve öpüşmek durumunda kaldı sayamadım, önemli bölümü sırf ona dokunabilmek için atlaya zıplaya en önlere kadar koşanlardı. 

İmamoğlu’nun korumalarının başlıca işi uzaktan kopup İmamoğlu’nun elini sıkmaya çalışan, ona bir derdini anlatmak isteyenleri kibarca uzak tutmaktı.

İmamoğlu’nun Demirel şapkasıyla selamladığı salon o an alkıştan yıkıldı. Ben telefonumla ancak bu kadar görüntüleyebildim.

Demirel’in şapkasıyla selamlama

Ama bir kişiyi tutamadılar. 

Elinde Demirel’in sembol şapkası olan bir adam bunu İmamoğlu’na vermeye çalıştı. İmamoğlu almak istemedi ama sonunda ısrara dayanamadı, şapkayı Demirel gibi eline aldı, onun usulüyle selam verdi, salon bir anda yıkıldı.

Toplantının açılışı için ilk konuşmayı Ülke Politikaları Vakfı Başkanı Doğan Subaşı yaptı. Subaşı günümüzdeki iki tür liderden söz etti. Bunlardan biri otoriter liderdi, diğeri ise ‘çoğaltan lider.’ Subaşı bu tanımları yapan bir de isim verdi ama tam duyamadım, Amerikalı bir araştırmacıya göre otoriter liderler bölen, engelleyen ve azaltan liderlerdi; buna karşılık demokrat liderler ‘çoğaltan lider’ olarak tanımlanıyor. Subaşı arada İmamoğlu’nun nasıl engellendiğini hatırlatmayı da ihmal etmedi.

İmamoğlu bayrağı açmış geliyor

Bu anektodu aktardım, çünkü biraz sonra kürsüye gelen Ekrem İmamoğlu aynı ayrıma dikkat çekti, kendisinin aynen bu topluluğu öldükten 10 yıl sonra bile toplayabilen Demirel gibi ‘çoğaltan lider’ olduğunu ima etti.

Benim gördüğüm, Ekrem İmamoğlu bayrağını açmış, gemilerini yakmış gümbür gümbür geliyor. Aday olmaya niyetli falan değil, artık açıkça aday. Ve seçimi kazanacağına da belli ki inanıyor.

Söylediği en çarpıcı şeylerden biri babasından Beylikdüzü’ne belediye başkanı olduğu gün aldığı öğüttü. Babası görevi devralacağı sabah ona ‘Partini savun, partinle gurur duy, partini hep yücelt, ama bu görevde partizanlık yaparsan seni evlatlıktan reddederim’ demiş. İmamoğlu devletten partizanlığı atma sözü verdi dün İstanbul’da. İlk seçim vaadi olarak kenara yazmak lazım.

İmamoğlu konuşurken bir metin okumadı, belli ki önüne konuşma notları vardı, onlara bakıp söylemesi gerekenleri söyledi. Bunu yaparken kendi açısından bütün ‘doğru’ düğmelere de bastı. Yani demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, sosyal devletten, liyakatten, kısacası söz etmesi gereken her şeyden söz etti.

Kimse İmamoğlu’na desteği yadırgamadı

Süleyman Demirel için düzenlenen bir toplantıyı Ekrem İmamoğlu’nun kendi seçim/siyaset platformuna dönüştürmesini salonda yadırgayan tek bir kişi olduğunu sanmıyorum. Bu işbirliği, bu geniş koalisyon çoktan kurulmuş ve işleyen, hatta sonuç alan bir koalisyon.

Toplantının başlangıcında Süleyman Demirel’i hatırlatmak amacıyla kısa bir video hazırlanmıştı. Etrafta herkes gözleri dolu dolu izledi bu sunumu.

Sabah bir arkadaşım benim de göründüğüm bu fotoğrafı yolladı. Toplantıyı Hasan Cemal ve Nur Batur’la yan yana izledik. Benim sağ tarafımda görünen isim ise uzun süre Cumhurbaşkanı Demirel’in başyaveri olarak görev yapan, sonra Kara Harp Okulu komutanlığından tuhaf biçimde emekli edilen emekli general Reha Taşkesen. Fotoğrafı Ertan Bıyıklıoğlu çekmiş.

Demirel CHP’li olarak mı öldü?

Benim bir iddiam var: Süleyman Demirel, Türk muhafazakar siyasetinin dev lideri, Demokrat Parti’nin yıldız bürokratı, Adalet Partisi’nin efsane genel başkanı, 12 Eylül’e direnen demokrasi kahramanı, DYP lideri, Turgut Özal’ı sallayıp indiren, yerine başbakan, sonra da Cumhurbaşkanı olan insan hayata CHP’ye oy vermiş olarak veda etti.

Bunu elbette kanıtlayamam, ama 2015’te kaybettiğimiz Demirel bir genel seçimde son oyunu 2011 yılında verdi ve o seçimde Ak Parti veya MHP’ye değil CHP’ye oy vermiş olabileceğini düşünmek için elimizde çok veri var.

Eski DYP’nin tamamı CHP seçmeni oldu

Öte yandan bugün hala hayatta olan Demirel’in eski önde gelen siyaset arkadaşlarının neredeyse tamamının son yerel seçimde CHP’ye oy verdiğinden adım gibi eminim. İçlerinden bazıları CHP’nin bazı şehirlerde Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanmasında kritik roller de oynadı.

Yani İmamoğlu’nun dün selamladığı koalisyon çok önceden beri hayatta zaten.

Gazeteci gözüyle toplantıya baktığımda, toplantının manşetini rahatsızlığı nedeniyle panelist olarak toplantıya gelemeyen, onun yerine evinden çektiği bir videoyla toplantıya katılan Hüsamettin Cindoruk verdi.

Toplantı aslında bu paneldi ama açılış konuşmaları her şeye baskın çıktı. Panelde Prof. Dr. Mehmet Haberal, Hikmet Çetin, Ali Naili Erdem, Cavit Çağlar ve İlber Ortaylı Demirel’i anlattılar, Hamdi Üçpınar da modere etti. Ali Naili Erdem’in konuşması müthişti.

Cindoruk: Demirel, Atatürk’ün en büyük askeriydi, hepimiz Atatürk’ün askeriyiz

Cindoruk, tabii Demirel’le ilgilisi anısı bol bir insan. Doğal olarak bu anılardan bazılarını, özellikle de Zincirbozan anılarını anlattı, ardından konuyu Demirel’in Cumhuriyet çocuğu olmasına getirdi ve güncele bağladı:

‘Demirel benim tanıdığım en büyük Atatürkçüydü’ dedi ve ekledi: ‘Hani Atatürk’ün askeriyiz dediler diye teğmenleri atmaya çalışıyorlar ya bugün, Demirel tam da Atatürk’ün askeriydi, hepimiz Atatürk’ün askeriyiz.’ 

Bunu dediği anda salonda bir alkış koptu, duyulmaya değerdi.

Ne kadar önemsersiniz bilmiyorum ama Türkiye’nin siyasi coğrafyasında ve sosyolojisinde önemli kaymalar, yer değiştirmeler oluyor. Pazar günü bunu elle tutulur biçimde hissettiğim bir gün oldu.

Ankara Suriye’de işin ne kadar içinde? İsterse HTŞ’yi durdurabilir mi?

Ankara Suriye’de işin ne kadar içinde? İsterse HTŞ’yi durdurabilir mi?

Cumartesi sabahı iki gün önce omuzundan küçük bir ameliyat geçiren sevgili arkadaşım Sedat Ergin’i aradım geçmiş olsun demek için.

İkimiz de geveze insanlarız, kısa geçmiş olsun dileği bile dakikalar süren, arada kesilip sonra devam eden bir telefon konuşmasına dönüştü.

Konu Sedat’ın uluslararası uzman seviyesinde yakından izlediği Suriye iç savaşıydı. Zaten o sabah gazetesine bir tam sayfa uzunluğunda bir ‘Suriye’de ne oluyor’ yazısı yazmıştı Sedat. Zor yazmasıyla ve titizliğiyle bilinen Sedat bu yazıyı bir kolu askıdayken, yani tek elle yazmıştı üstelik.

O sabah HTŞ öncülüğündeki güçler Halep’e girmişti. Ben 10Haber’deki habere HTŞ öncülüğündeki güçler arasında Türkiye tarafından eğitilip donatılan Özgür Suriye Ordusu unsurları da olduğunu son dakikada eklemiştim. Sedat da Ankara’nın HTŞ’nin bu ani saldırısındaki rolünden şüpheliydi. Dakikalarca bu konuyu konuştuk, karşılıklı bilgilerimizi gözden geçirdik.

Şimdi aradan iki gün daha geçti, Ankara’nın bu HTŞ öncülüğündeki saldırıda varsa bir rolü o rol hala tam aydınlanmadı aslında ama daha o sabah konuştuğumuz gibi, Ankara’nın işine gelecek oyun planı için bu sabah çok daha fazla belirti var.

Hem Sedat hem ben Ankara’nın bu saldırıyı destekliyorsa bunu Esad’ı yeniden (ve çok farklı koşullarda) masaya çekmek için yaptığını düşündük. Tabii Türkiye’nin bu arada fırsattan istifade, bir çıban başı gibi kalmış olan Tel Rıfat bölgesini ve daha büyük bir lokma olan Münbiç’i de yutmak isteyeceğini konuştuk (Tel Rıfat bu sabah itibariyle tamam, sırada Münbiç var gibi görünüyor).

Bu sabah biri Hürriyet’te Abdülkadir Selvi’nin, diğeri Sabah’ta Nebi Miş’in iki ayrı köşe yazısı var. Selvi ‘içeriden iyi bilgi aldığı’ düşünülen bir gazeteci, zaman zaman yanıldığı ve yanılttığı oldu, ama genel olarak iktidarın bir mesaj vermek istediğinde tercih ettiği isimlerden. Nebi Miş ise Ak Parti’nin düşünce kuruluşu SETA’nın başkanı olarak çok daha içeriden konuşuyor; sadece kendi bildiklerini yazsa bile gerek diplomatik çevreler, gerekse başka kesimler onun yazılarını ‘iktidarın düşünce ve planlarını aktaran yazı’ olarak okuyor; o yüzden o da ister istemez her yazdığını çok dikkatle kaleme alıyor.

Her iki yazıda da neredeyse açık açık Esad’ın masaya oturması salık veriliyor. Suriye’de artık yeni bir gerçek var, bu gerçek uyarınca Esad gelip Türkiye ile masaya oturmalı deniyor.

Düne kadar Esad Türkiye Cumhurbaşkanı’nı birkaç kez açık çağrı yapmak zorunda bırakmış, her seferinde bu çağrılara burnu büyük bir noktadan ret cevabı vermişti. Esad’ın burnu büyümüştü, çünkü iç savaşı kazandığını düşünüyordu ve Türkiye’nin askerlerini Suriye’den çekmesini istiyordu.

Şimdi Esad iç savaşı kazanmadığını anladı. Daha fenası bunu bütün dünya da gördü. Bilmiyorum İran yardıma yetişebilecek mi, onlar yetişse Esad daha mutlu bir insan mı olacak? Veya Rusya hangi aşamada yaşamsal çıkarlarının tehlikeye girdiğini düşünüp yeniden tam güçle Esad’ı savunacak, savunabilecek mi?

Daha ilginci, başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun HTŞ için ‘Bunlar radikal İslamcı’ diyerek henüz rahatsızlık ilan etmemiş olması. Aksine Batı şu an Esad’ı eleştiriyor. Esad kendine destek arıyor, Birleşik Arap Emirlikleri’nden sözlü bir destek aldı ama o kadar.

HTŞ öncülüğündeki muhalifler gerçekten Türkiye’nin teşvikiyle bu harekatı başlattıysa sormamız gereken soru şu: Aynı HTŞ Türkiye onlara ‘Artık durun’ dediğinde duracak mı?

Esasen HTŞ’nin ve diğer muhalif grupların Hama’ya kadar gitmeye gücünün yetmemesi lazım, ama gittiler. Bu onlar açısından askeri bir hata. Ama öte yandan Esad’ın ordusunun da ordu falan olmadığı, çok da korkulacak durumunun bulunmadığı anlaşıldı. Dolayısıyla HTŞ zaten durması gereken noktaya gelmiş durumda aslında. Hama’dan sonra Şam’a yürümeleri beklenmemeli.

Esad yarın masaya oturur mu, oturduğunda Sünni muhalefetin haklarını tanımayı ve ülke yönetimini onlarla paylaşmayı kabul eder mi? İran’ın etkisi sıfırlanacak mı? Rusya Suriye’de ne kadar kalacak?

Bunlar önümüzdeki günlerin cevap arayan soruları.

Tabii bir de işin PKK/YPG tarafı var. İsterseniz onu da yarın konuşalım.