PKK’nın ve Apo’nun Suriye’nin üçte birini yönetme hedefi hiçbir zaman gerçekçi değildi
Biz bazen Türkiye’den ‘mozaik’ diye söz ediyoruz ama Türkiye’yi Suriye ile kıyasladığımızda bırakın mozaik olmayı öyle çok renkten oluşan bir toplum bile değiliz. En fazla 2,5 rengimiz var işte.
Oysa Suriye öyle değil.
Dine bakalım: Sünniler var, Şiiler var, bizim Nusayri Batılıların ‘Alevi’ dediği ve bugün ülkenin yönetiminde olan insanlar var, Hıristiyanlar var.
Etnik olarak bakalım: Araplar var, Kürtler var, Türkler var, Ermeniler var, Dürziler var.
Ekonomik sınıflara bakalım: Tamamen Batılı hayat tarzında yaşayan, okumuş, yazmış, sermaye biriktirmiş geniş bir sınıf var; öğretmenler, doktorlar, şirket yöneticileri gibi gruplardan oluşan geniş bir beyaz yakalı orta sınıf var; aşiret düzeninde feodal ilişkilerle yaşayanlar var…
Bu karmaşık yapıda, siyasi fay hatlarının bu denli keskin olduğu bir ülkeyi çoğulcu bir demokratik ortam olmadan yönetmenin yegane yolu baba Hafız Esad’ın yaptığı gibi demir yumrukla ve korkuyla yönetmek olabilirdi.
Kaldı ki baba Esad da, ekonomik sorunların memnuniyetsizlik yarattığı her durumda yarattığı korkunun da yönetmeye yetmediği durumlarla, yani isyanlarla karşılaştı. Onun farkı bu isyanları çok kan dökerek bastırabilmesiydi.
Oğlu Beşar ise 2011’de yıllardır devam eden kuraklığın yol açtığı derin ekonomik memnuniyetsizliğin ortaya çıkardığı keskin siyasi fay hatlarını kan dökerek de yenemedi. Babasından çok daha sert ve kanlı yöntemlere başvurup en az bir milyon Suriyelinin ölmesine neden olduğu halde, işte görüyorsunuz ülkesine istikrarı getiremedi, ekonomik memnuniyetsizliği ise üçe katladı.
Suriye iç savaşı, şimdi herhalde Ankara ve Katar’ın da katkısıyla yeni bir aşamaya geçti. Esad’ın kağıttan kaplan olduğu, bırakın ülkesinde ekonomiyi yeniden canlandırmayı, temel güvenliği bile sağlayamadığı net biçimde görüldü.
Ama bugün bu yazının konusu Suriye iç savaşının olası geleceği değil. Onu nasıl olsa çok konuşacağız. Bu yazının konusu Suriye’de 2011’den beri yaşanan iç savaşın yarattığı bir dizi anormalliğin en çarpıcılarından olan, PKK’nın bir anda ülkenin üçte birini yönetir hale gelmesi.
İç savaştan önce Suriye’nin nüfusu 22 milyondu ve bu nüfusun yüzde 10’unu Kürtlerin oluşturduğu varsayılıyordu. Yani kabaca en çok 2,5 milyon Kürt’ten söz ediyoruz.
Uzun on yıllar boyunca Suriye devleti Kürtleri inkar etti, onlara vatandaşlık belgesi bile vermedi. Sebebi Kürtlerin daha çok Türkiye sınırı boyunca yerleşik olması ve Suriye yönetiminin de onları her an Türkiye’deki akrabalarıyla birleşebilir hainler olarak görmesiydi.
Unutmayın, Kürt-Arap düşmanlığı Türk-Kürt düşmanlığından çok daha derin bir şey.
Tabii köprülerin altından çok sular aktı, Beşar Esad döneminde Kürtler, Türkiye’nin de çabalarıyla Suriye vatandaşı oldu. Buradaki Kürtler arasında PKK ve Abdullah Öcalan elbette milli birer semboldü, ama geçmişi bilenler hatırlar, Suriye Kürtleri arasında yaygın siyasi akım aslında Barzani hareketini desteklerdi (70’li yıllarda Türkiye içindeki Kürtler arasında da, özellikle Suriye sınırı boyunca Barzani çok etkili bir isimdi, bugün pek adını anan kalmadı).
Ama 2011’de Suriye’de iç savaş başladığında Türkiye’de istihbarat birimleri dahil herkesi şaşırtan bir gelişme oldu: PKK’nın Suriye’deki siyasi kolu PYD ve onun askeri kanadı YPG çok kısa süre içinde, iç savaşla birlikte ortaya çıkan 500’e yakın Kürt oluşumunu yok etti ve yegane siyasi/askeri güç olarak belirdi.
Türkiye o sırada dikkatini Suriyeli Sünni Arapların ayaklanmasına vermişti, Kürtler arasındaki gelişmeleri göz ucuyla izliyor, fazla da ciddiye almıyordu. Ama sonuçları çok ciddi oldu.
PKK sonuç olarak Batı nezdinde son derece başarılı bir halkla ilişkiler kampanyası yürüttü; radikal İslam’a, hem de DAEŞ vahşetine karşı gerek Irak’ta gerekse Suriye’de savaşan yegane askeri güç olarak öne çıktı. Aynı dönemde Türkiye’nin ne kadar berbat bir halkla ilişkiler kampanyası yapıp Batının güvenini tamamen kaybettiğini, Batının neredeyse Türkiye’yi DAEŞ destekçisi ilan eder konuma geldiğini de unutmayın (Bu görüşün Türkiye içinde de ciddi taraftarı var, yani kendi halkını bile ikna edemedi Tayyip Erdoğan iktidarları).
Bütün bunların sonunda Amerika’nın bugün sahada müttefik olarak Türkiye’yi değil PKK’yı seçip onu eğitip donattığını, yetmezmiş gibi PKK/YPG’ye aktif koruma kalkanı sunduğunu biliyoruz.
Ama sadece Amerika değil bunu yapan. Yine Suriye sahasının aktif oyuncusu Rusya da PKK/YPG’ye aktif koruma kalkanı sağladı, bu örgüte Türkiye’nin askeri zarar vermesini devriyeleriyle önleyip örgütün kontrol ettiği topraklarda siyasi bir yönetim kurmasını kolaylaştırdı.
Ve son olarak Esad rejimi. PKK/YPG 13 yılda bir kez olsun Esad rejimiyle çatışmadı, aksine Esad rejimi bu 13 yıl boyunca herhangi bir askeri üssünü terk etmek zorunda kaldığında burayı hep PKK/YPG’ye emanet ederek çekildi. Bu alışkanlık geçen hafta da değişmedi, gerek Tel Rıfat’taki gerekse Halep’teki havaalanlarıyla askeri üsleri yine PKK’ya bırakıp çekildi Esad rejimi ve Rusya.
Bu üçlü koruma kalkanı sayesinde PKK/YPG normalde kontrol edemeyeceği büyüklükte bir sahayı yönetiyor. Ama bu yönetim ilanihaye devam edemez. Bütün nüfus mühendisliği çabalarına, Arap nüfusun etnik temizliğe varan biçimde bölgeden kaçırılmasına rağmen Suriye’nin toplam Kürt nüfusu bu genişlikte bir alanı PKK/YPG’nin yönetebilmesine yetmez, yetemez.
Bunu bütün dünya da biliyor, görüyor. Yani şu an Suriye’deki harita geçici; kuma çizilmiş bir harita.
PKK/YPG’nin en büyük amacı ve hedefi iç savaştan sonra kurulacak ve Suriye’nin geleceğini belirleyecek masaya eşit üyelerden biri olarak oturmak. Ama en başta Esad’ın kendisi uzak durdu o masayı kurmaktan. Şimdi o masa yeniden kurulacaksa da Suriye iç savaşında dengeler değişti ve Türkiye’nin ağırlığı ansızın arttı. PKK/YPG o masada kendine yine yer bulamaz duruma girdi.
PKK/YPG açısından daha fenası, ABD ve İsrail’den daha iki gün önce aldıkları görev. Bu iki ülke PKK/YPG’den Irak’tan Suriye’ye doğru yola çıkan Şii Haşdi Şabi milislerini durdurmasını istiyor. Bu PKK’nın İran’la doğrudan çatışması anlamına gelir, yani bu örgütün bir müttefikini kaybetmesi demek olur. Hep birlikte böyle bir çatışmanın olup olmayacağını, ABD’nin bu örgüte güvenmekle hata yapıp yapmadığını göreceğiz.
Rojava hayalleri kuranların bu hayallerini sadece nüfus dengesine bakarak bile gerçekçi zemine çekme vakti geldi, geçiyor.