05-12-2024
İsmet Berkan

Türkiye’de demokrasiye yönelik en büyük tehdidi açıklıyorum

Türkiye’de demokrasiye yönelik en büyük tehdidi açıklıyorum

Siz Türkiye’de bir haber medyası var sanıyor olabilirsiniz ama aslında yok.

Yüzlerce haber sitesine, onlarca haber kanalına bakıp bu kanaate sahipseniz ezber bozalım bugün.

Haber medyası demek en önce haber demektir. Haber de muhabirin bazen söke söke almak zorunda kaldığı şeye denir, gökten düşen hazır metinlere değil.

Türkiye’de haber medyası ayakta kalmaya çalışan, her ay yeni baştan derin mali zorluklarla boğuşmak mecburiyetinde kalan tek tük birkaç örnek dışında çoktan yok oldu.

Çünkü onu var eden endüstri ortadan kalkmış durumda.

Bu yok olmada Tayyip Erdoğan iktidarının çok ama çok büyük payı var, sistematik olarak bağımsız haber medyasını yok etmeye yöneldi ve kabul edelim başarılı da oldu.

Ama yegane suç Tayyip Erdoğan’a ait değil. Biz haber medyası mensupları da endüstrimizin içine girdiği derin değişimi ya hiç anlamadık veya yanlış anladık. Geleneksel eğlence medyası da kendine göre zorluklar yaşıyor ama esas hayat damarını kaybeden haber medyası oldu, bir zamanların reklam gelirleri bugün yok. 

Örnek vereyim: 2015 yılında tek başına Hürriyet gazetesinin elde ettiği reklam gelirinin beşte birinden azını bugün bütün (internet dahil) yazılı haber medyası paylaşıyor. Sadece 9 yılda yaşanan gelir kaybına bakar mısınız?

Haber medyası endüstrisini yok eden başlıca gelişme bu: Ana gelir kaleminin buharlaşması.

Haber medyası bu gelişmeye karşı önlem alabilir, örneğin okurundan para isteyebilirdi. Kağıda basılı gazeteler bunu istemeye devam ediyor ama onlar da artık satılmıyor. İnternet haber siteleri içinde okurundan düzenli abonelik ücreti talep eden yegane yayın şu okuduğunuz 10Haber.

Peki para neden lazım haber medyasına? Basit bir sebeple: Haberleri yazacak muhabirlere maaş vermek için, gazetecilik mesleğini sürdürmek için. Ancak mali bağımsızlığınız varsa, kendi ayaklarınızın üzerinde durabiliyorsanız gerçek anlamda bağımsız olabilirsiniz.

Bakın bu sabah muhabir yokluğunun yarattığı vahim bir durumu bir kez daha yaşıyoruz. 

Belki bu yazıyı okumadan önce sağda solda ‘Esnafa konum vergisi geldi’ diye bir haber okudunuz ve eğer hükümeti sevmeyen biriyseniz içinizden okkalı bir küfür de savurdunuz.

Ama bu haber doğru değil. 

Biraz önce saydım, bazıları saygın ve köklü gazetelere ait ondan fazla haber sitesinde bu haber az önce söylediğim başlıkla yer alıyordu. Ama söylüyorum size, bu haber doğru değil, esnafa sırf dükkanının konumunu bir harita uygulaması üzerinde işaretledi diye vergi falan gelmedi!

Neyin geldiğini anlatacağım ama önce bu yalan haberin neden ve nasıl ortaya çıktığını söylemeliyim:

Bizim bir haber medyası endüstrimiz varken bütün saygıdeğer gazete ve haber tv’lerinin Ankara’da da büroları ve geniş muhabir ekipleri vardı. Bu Ankara bürolarının her birinin birer de ‘Meclis Bürosu’ vardı. Kendi çalıştığım gazetem Radikal’den örnek vereyim, bizim Meclis büromuzda hepsi de deve dişi gibi dört usta isim çalışırdı. Bizden daha zengin gazetelerin çok daha kalabalık ekipleri vardı.

Meclis içinde gazeteciler öyle bir rekabet yaşardı ki, bir kanun teklifi verildiği andan itibaren didik didik edilir, teklif ayrıntılarıyla haberlerde anlatılırdı.

Teklifler önce komisyona gelir, ardından Meclis Genel Kuruluna iner ve yasalaşacaksa orada yasalaşır. Bütün bu aşamalar her teklif için dikkatle izlenir ve haberleştirilirdi. Meclis’te yaprak kıpırdasa gazetelerde haberi olurdu.

Bu sayede okur hem demokrasinin işlemesine tanık olur, hem de Meclis’in gördüğü işler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olurdu.

Bugün öyle değil!

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu dün gece tam adı ‘Köy Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ olan bir teklifi görüştü ve yasalaştırdı. 

Ben, ki bu konuları yakından izlemeye çalışıyorum, böyle bir teklif olduğundan ancak teklif yasalaştıktan sonra haberim oldu. Herhalde siz de aynı durumdasınız.

Artık yasa haline gelen teklifin bir bölümü sahiden köy kanunuyla ilgili. Ama bir de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı ilgilendiren bölümü var teklifin, o yüzden zaten bu tür kanunlara ‘torba kanun’ deniyor.

İşte o ikinci bölümde TBMM, Türkiye’nin haritasını bir ‘egemenlik unsuru’ olarak görmüş ve bu haritanın kullanılmasıyla ilgili bütün hakları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na vermiş. Dolayısıyla ister kağıda harita basın ister elektronik ortamda haritalama yapın, bunu yapmak için artık bu bakanlığa lisans parası vereceksiniz.

Kanunun böyle bir şey yapmasını eleştirebilir ya da destekleyebilirsiniz, bu ayrı tartışma. Sonuçta TBMM bir karar verdi.

Bizim Meclis’te gazetecilerimiz olsaydı bu kanunun esnafa veya küçük işletmelere bir vergi anlamına geldiğini söyleyen biri çıktığında ona gülüp geçebileceğimiz bilgimiz olurdu. Ama diyorum ya, bu kanunun varlığından ancak kanun kabul edildikten sonra haberimiz oldu, o kadar feci durumdayız.

Kanun en tanınmışı Google olan çok sayıdaki yerli konum şirketine getiriyor bu lisans ücreti ödeme mecburiyetini, o haritaları kullananlara veya harita üzerinde kendi konumunu işaretleyenlere, WhatsApp’tan konum paylaşanlara değil.

Ama bu lisans ücretinden canı yanacağı belli bir şirketin patronu açıklama yapmış, ‘Esnafa konum vergisi geldi’ demiş, bütün haber medyası da üstüne atlamış, acaba doğru mu diye kontrol etmemişler, çünkü bu kontrolü yapacak muhabirleri yok.

Ben iddia ediyorum, bu durum, yani haber medyası endüstrisinin yok olmuş olması Türkiye’de demokrasiye yönelik en büyük tehdit.

Sağlıklı haber alamayan, gerçeğe ulaşamayan, yalan haber bombardımanı altında yaşamak zorunda kalan vatandaşın seçimde oyunu bilgili bir insan gibi vermesi mümkün değil.

Bütün otoriter rejimler işte bu bilgisi olmayan, kafası karıştırılmış seçmenlerin varlığı sayesinde ortaya çıkıyor.

Ülkemizdeki rejime şaşırmayın, rejimin demokrasiye dönüşmesini istiyorsanız bir şey yapın, en azından 10Haber’e abone olun, bizim gazetecilik yapmamıza yardım edin.

Benim Bitcoin maceram

Benim Bitcoin maceram

Tam yılı hatırlamıyorum, 2009 veya 2010 yılı olmalı. Amazon’un başlattığı pazar yeri uygulamasından, Amerika’dan bir pantolon satın almak istedim. Ama pantolonu satan şirket benim Türk kredi kartımı kabul etmedi.

Bunun üzerine ödemeyi PayPal üzerinden yapayım dedim, uğraştım o da olmadı. Sonra bir baktım, şirket Bitcoin de kabul ediyor.

Ben de Bitcoin’i duyuyor ama nasıl işlediğini bilmiyordum. Kendi kendime hem Bitcoin’i öğrenmiş olurum hem de pantolonu alırım diye düşünüp girdim Bitcoin’in sitesine ve okumaya başladım.

O zamanlar böyle kripto borsaları falan yok, Bitcoin sahibi olmanın yegane yolu bir soğuk cüzdan edinmek (Bugün de kripto almak isteyenlere tek önerim soğuk cüzdan sahibi olmaları, paralarını kimseye emanet etmemeleri).

Aldım bir soğuk cüzdan, ardından da o sırada fiyatı 1 dolar bile olmayan Bitcoin’den yuvarlak hesap bir miktar aldım. Ama hesabıma geçmesi uzadı, arada telaş da yaşadım. Pantolonun ödemesini yapmak için de epey uğraşmam gerekti, bir soğuk cüzdandan diğerine para aktarmanın ne kadar uzun sürdüğüne bir kez daha tanık oldum. Bu yaşadıklarım fikir olarak Bitcoin’i beğeniyor olmama rağmen bu kripto paranın kullanılabilirliğine ilişkin bence kuşku yarattı.

Yıllar sonra Bitcoin 20 bin doları aştığında bu maceram aklıma geldi, içime de kuşku düştü, acaba henüz harcamadığım ve o cüzdanda unuttuğum birkaç Bitcoin kalmış olabilir miydi? Ben kalmıştı diye hatırlıyordum.

Ama tabii yıllar önce alınmış soğuk cüzdanı bulmam da, onun şifresini hatırlamam da büyük bir maceraydı. Arada en az üç kez bilgisayarım değişmişti, eski dosyalar içinden bulmak zaman aldı.

Girip baktığımda cüzdanımın boş olduğu görmek de büyük hayal kırıklığıydı, hepsini kullanmıştım Bitcoinlerin.

Bu sabah Bitcoin 100 bin dolar olunca o macera yeniden aklıma geldi.

Fena mı olurdu, kenarda unutulmuş birkaç Bitcoin’im olsa?