07-12-2024
İsmet Berkan

HTŞ’nin yönettiği bir Suriye’yi dünya kabul eder mi, Türkiye ister mi?

HTŞ’nin yönettiği bir Suriye’yi dünya kabul eder mi, Türkiye ister mi?

Geçen hafta ansızın yeniden alevlenen Suriye iç savaşı dışarıdan bakan kimsenin ummadığı ölçüde hızlı gelişmelere sahne oluyor. Daha dün burada savaşın geleceğini tahmine çalışırken ‘Rejim ordusunun çözülme hızına bakınca sanki artık her şey mümkünmüş gibi duruyor’ demiştim.

Sahiden her şey mümkünmüş.

İran’ın Suriye’deki bütün askeri varlığını bir gün geri çekeceği kimin aklına gelirdi?

Ama oldu. İran çıktı ve Esad’ı sahada yalnız bıraktı.

Tek başına bu gelişme bile İsrail’in 7 Ekim 2023’ten beri yürüttüğü savaşın Ortadoğu’da nasıl bir tektonik kaymaya sebep olduğunu göstermeye yeter herhalde.

İran canının derdine düşmüş, bunun için de nükleer silah üretme çabalarını en üst seviyeye çıkarmış ülkenin adı artık. İran’ın nükleer silaha sahip olması Türkiye dahil bütün bölge için başka bir tektonik kayma anlamına gelir. Ama bu şimdinin konusu değil.

Şimdinin konusu Suriye’de baş döndürücü bir hızda yaşananlar.

Hatırlayın, ilk günlerde burada HTŞ’nin öncülüğündeki bu saldırının Türkiye’nin dahli, teşviki olmasa bile haberi olmadan yapılmayacağını, Türkiye’nin HTŞ aracılığıyla aslında Esad’ı masaya çekmek olduğunu yazdım.

Gerçekten amaç bu gibi duruyordu; gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve gerekse Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Esad’ın siyasi sürece geri dönmesi gerektiğini söylüyor, bu yolla HTŞ öncülüğündeki muhalifleri de mesela Hama’da durduracaklarını ima ediyorlardı.

Ama Esad masaya gelmedi. Muhalifler o kadar hızlı ilerliyorlar ki bırakın Hama’yı, 120 km daha güneydeki Humus’u almak üzereler. Cumhurbaşkanı Erdoğan dün tahmin ediyorum ağzından kaçırdı, ‘Hedef Şam’ dedi, sonra toparlamaya çalıştı, ‘Tabii arzu ettiğimiz şeyler değil’ diyerek.

Belli ki Erdoğan hala Suriye’de Esad ile anlaşma peşinde, jeo-politik dengelerin fazla altüst olmasını istemiyor ama olaylar onun kontrolünde değil. Sahada çöken ve dağılan bir Suriye ordusu var, Suriye rejiminin yaşadığı moral bozukluğu belirgin biçimde görülüyor, bakın İran ülkeyi terk etti, yarın Esad da giderse kimse şaşırmamalı.

Bütün bu hızlı gelişmeler kimsenin birinci tercihi olmayan bir şeyi gündeme getiriyor: HTŞ tarafından yönetilen bir Suriye ihtimalini.

On gün önce biri bu ihtimalden söz etse ona deli gözüyle bakılırdı, bugün HTŞ’nin lideri CNN’e, The New York Times’a mülakatlar veren bir lider havasında ve örgütü de Şam yolunda ilerliyor.

Peki sahiden bu ihtimal gerçekleşirse ne olur? Amerika ve Batının tutumu ne olur, Rusya’nın tutumu ne olur, İsrail ne düşünür, Türkiye ne yapar? Esad bu saatten sonra masaya gelmeyi kabul etse HTŞ durdurulabilir mi?

En sondan başlayayım: Evet, HTŞ durdurulabilir.

Bu örgüt ve beraberindeki diğer örgütler şu an içinde bulundukları savaşın hazırlığını Türkiye’nin onayı olmadan yapamazdı. Her kim bu örgüte para ve silah veriyorsa (büyük ihtimalle o ülke Türkiye değil) HTŞ’yi durdurma gücüne de o ülke sahip. Bence Türkiye’nin de HTŞ üstünde hatırı sayılır bir ağırlığı var. Para ve silah kesildiği anda HTŞ bugün tuttuğu yerleri tutamayacağını bilir.

Peki Esad masaya gelir mi? Birincisi eğer gelecekse buna ya bugün ya yarın karar verecek, üç gün sonra çok geç olabilir. Şu an eski oyununu oynamaya çalışıyor Esad, HTŞ’nin radikal islamcı terör örgütü olduğunu söyleyip bu örgüte desteği kesmeye çalışıyor ama bir haftadır görüyoruz, bu yöntem işe yaramadı. Yani evet, Esad masaya oturabilir, bunun için önce ateşkes ilanını şart koşabilir.

Peki ya oturmaz, ‘Sonuna kadar savaş’ derse veya kendisi için vaktin çok geç olduğuna karar verip ailesiyle ülkeden kaçarsa?

İşte o zaman dünya ve Türkiye HTŞ tarafından yönetilen Suriye gerçeğiyle karşı karşıya kalır.

Bazıları bu konuda çok sert: Dünya ikinci bir Taliban’a izin vermez diyor.

Bazıları ise daha yumuşak, ‘HTŞ hiç de Taliban’a benzemiyor, onlar epeydir İdlib’i yönetiyor ve nasıl yönettiklerini görüyoruz, o kadar sert değiller’ diyor.

Bu tabii İsrail ve ABD gibi ülkelerin ‘Bir şans verelim’ diyecekleri ve bir nevi iyi niyetli kumar oynayabilecekleri bir durum değil. O yüzden ben HTŞ’nin iktidarının dünyada meşruiyet görmesi için bu örgütün daha yemesi gereken çok fırın ekmek olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’nin de Suriye’yi yönetmek için birinci tercihinin HTŞ olmasını beklemem doğrusu. Türkiye, şu ana kadar verdiği sinyallerden anladığım Suriye’de Esad sonrasına daha düzenli bir geçiş olmasını tercih ediyor. Suriye’nin Afganistan gibi olmaması, dünyaya entegre ve etrafıyla barış içinde bir ülke olması en önce Türkiye’nin güvenlik çıkarına bir durum.

Şu ana kadar Türkiye’nin Suriye’nin geleceği konusunda verdiği bütün mesajlar bu yönde. Bu mesajların İsrail tarafından da dikkatle okunduğunu ve bu ülkenin açıkça söylemese bile Türkiye gibi düşündüğünü tahmin etmek için çok sebebimiz var.

Türkiye ve İsrail, Suriye’nin geleceği konusunda belki açık açık değil ama zımni bir işbirliği yapabilir.

Koca bir Suriye yazısı yazdım, Kürtler ve PKK/YPG’den hiç söz etmedim. Etmemek için kendimce sebeplerim vardı. Gelin onları diğer yazıda konuşalım, çünkü bence ilginç gelişmeler var.

YPG/PKK Suriye sahnesindeki ‘marjinal güç’ mü?

YPG/PKK Suriye sahnesindeki ‘marjinal güç’ mü?

Suriye’de olup bitenleri yakından izlemeye çalışıyorum, bulduğum her şeyi okuyorum. Dün The New York Times’ta bu gazetenin tecrübeli Ortadoğu muhabiri David Leonard’ın ‘Suriye’de neler oluyor’ başlıklı genel toparlamasını okurken bir cümle dikkatimi çekti.

Leonard Kuzey Doğu Suriye’deki PKK/YPG güçlerini Suriye’deki ana silahlı güçlerden biri olarak saymıyor, hatta bu güç için ‘marjinal bir güç’ tabirini kullanıyordu.

Sonra aynı tanımı hem NYT’de, hem de başka Amerikalı kaynaklarda bu sabah da gördüm.

Bu tanımlama biçimi gazetecilerin kendi kendilerine geliştirdikleri bir şey olamaz. Mutlaka onlara bu konularda bilgi veren Amerikan askeri kaynakları PKK/YPG’yi Suriye sahasının geneline bakarak böyle tanımlıyor olmalı.

Ben tabii PKK/YPG’nin savaşma kabiliyetinin hiçbir zaman küçümsenmemesi gerektiğini söyleyen birisiyim. Bu örgüt diğer bütün örgütlerden farklı olarak inançla savaşıyor. Ama tabii, onları 10 yıldır eğitip donatan Amerikalıların PKK/YPG hakkındaki bu kanaati de yabana atılmamalı.

PKK/YPG ve onun siyasi kanadı PYD iki gündür son derece yumuşak mesajlar veriyor ve Suriye’de bir anda etkin güç haline gelen HTŞ ile görüşme kanalları açmaya çalışıyor.

Örneğin PYD lideri Salih Müslim El Arabiya televizyonuna demeç vermiş, açık açık ‘HTŞ ile diyaloğa hazırız’ diyor.

Ama ondan da çarpıcısı PKK/YPG’nin (ve bu arada PYD’nin) Suriye’deki bir numaralı ismi ‘Mazlum Kobani’ takma isimli (bazen Mazlum Abdi de kullanıyor) Ferhat Abdi Şahin’in düzenlediği basın toplantısında söyledikleri.

Mazlum Kobani “Yeni bir askeri ve siyasi durum ortaya çıkmıştır. Siyasi çözümden yanayız. Sorunların çözümü için hazırız. Kuzey ve Doğu Suriye çözüm tartışmalarında yer almalı” demiş. HTŞ ile dolaylı ilişkileri olduğunu söylüyor o da ve diyalog kapısını açık bırakıyor.

Bütün bunlar PKK/YPG’nin savaştan ve çatışmadan kaçınma, Suriye’nin olası yeni iktidarıyla uzlaşma arayışının açık delilleri.

Bunları dikkatle izlemekte ve erken bazı sonuçlara varmaktan kaçınmakta fayda var.

Birkaç gün önce Tel Rıfat’ı çatışmadan teslim eden YPG/PKK sanki Münbiç’ten de çatışmasız biçimde çekilecek bir kıvama doğru geliyor.