09-12-2024
İsmet Berkan

Gerçekçi olun, imkansızı isteyin: Suriye’ye istikrar gelsin yeter!

Gerçekçi olun, imkansızı isteyin: Suriye’ye istikrar gelsin yeter!

Başlıktaki söz 1968 Paris’in çok meşhur bir duvar yazısı: Gerçekçi ol, imkansızı iste!

O zamanın gençleri ‘gerçekçi olmamak’la, ‘dünyanın nasıl yürüdüğünü bilmemek’le eleştiriliyordu, bu söz de onların cevabıydı işte.

Bugün Suriye’de olup bitenlere bakınca şu an bu ülke için gerçekleşmesi en olanaksız şeyin istikrar olduğunu görmeden edemiyor insan.

Suriye’de yaşanan basit bir iktidar değişimi değil; bir altüst oluş, bir çeşit devrim aslında.

Ama tabii siyasi ve sosyal ayaklanmaların sonucunda yaşanan devrimler nadiren olumlu sonuçlar yaratır. Hele kısa dönemde genellikle yaşandığı ülkeye ve etrafına, çok kanlı olabilen ciddi maliyetler üretir.

Fransız Devriminden Sovyet Devrimine, Çin Devriminden İran Devrimine böyle çok sayıda kanlı tecrübe yaşadı dünya. Suriye çapı itibarıyla bu saydığım ülkelerden çok daha küçük, üstelik zaten 13 yıldır iç savaş yaşayan yorgun bir ülke, ama burada da ‘devrim’in oturması daha çok kana mal olabilir.

Cevabı bilinmeyen çok sayıda soru var Suriye bağlamında.

İlk soru şu: Dün sabahtan beri Suriye’yi kim yönetiyor?

Aslına bakacak olursanız kimse yönetmiyor. Daha doğrusu şu an Suriye’de, ülkenin her yerinde sözü geçen bir otorite yok.

Şam’ı ele geçiren muhalifler geniş bir koalisyon. Koalisyonun şu an en çok öne çıkan üyesi HTŞ gibi duruyor, ama HTŞ her şeye hakim değil.

Örneğin, savaşa henüz cuma günü giren ve pazar sabahı Şam’ı ele geçiren güçler zamanında Suudi Arabistan’ın para ve silah verdiği güçler. Onların HTŞ ile sadece tanışıklığı var, işbirliği de ortak düşmana karşı.

Benzer şekilde, SMO içinde kabul edilen onlarca ‘tugay’ın HTŞ ile işbirliği sadece ortak düşmana, yani Esad’a, Rusya’ya ve İran’a karşıydı.

Savaş sırasında ortak koordinasyon merkezlerinde bir araya gelip birlikte hareket etmeyi başaran bu grupların şimdi iktidarı paylaşması, ülkeyi bir arada yönetmesi bekleniyor. Ama bu hiç kolay değil.

Birinci zorluk şu: Suriye iç savaşında rolü olan her ‘tugay’ aslında bir liderin etrafındaki askeri birlik anlamına geliyor. Bu ‘lider’ler de temelde savaş lordu, bir çeşit derebey gibi. Böylece onlarca savaş lordu var bugün Suriye’de.

Kısa dönemde en büyük zorluk HTŞ liderliği dahil savaş lordlarının 13 yıllık alışkanlıktan çıkıp ‘devlet adamı’ olup olamayacağı.

Hep birlikte göreceğiz.

İkinci büyük zorluk Suriye’nin tarihinde hiçbir demokratik tecrübe olmamasından kaynaklanıyor. Ülkede bırakın siyasi parti şemsiyesi altında faaliyet gösteren insanları, ‘Kanarya Severler Derneği’ türünde bir sivil toplum bile yok.

O yüzden en örgütlü siyasi görüş ister istemez İslamcılık. Ama o bile tek başına hakim değil; çünkü birden çok ‘İslamcı lider’ var, daha doğrusu İslamcı olmayan savaş lordu yok gibi.

Oysa siyaset, farklı görüşleri temsil eden siyasi örgütler olmadan çok dinli, çok etnili bir toplumda iç barışı ve istikrarı kurmak mümkün değil. Daha doğrusu bu gruplardan biri askeri olarak çok güçlenirse belki istikrarı sağlar, ama iç barışı değil. Bu da yeni iç savaşlara veya etnik temizliklere davetiye çıkarır.

Öte yandan Suriye’nin bir de şansı var: Savaş öncesinde bu ülkenin iyi kötü okumuş yazmış bir orta sınıfı, sermaye biriktirmeyi başarmış bir üretici gücü ve hep çok başarılı olduğu söylenen tüccarları vardı. Buna bir de öğretmen, doktor, mühendis gibi beyaz yakalılarını da ekleyince bu kesimler Suriye için bir şans yaratıyor.

Yalnız zorluk şu: Bu kesimlerdeki insanların, Suriye’nin en kıymetli nüfusunun neredeyse tamamı artık ülke dışında ve kendine yeni bir hayat kurmuş durumda. Acaba onlar döner mi, dönse nereye döner, ne amaçla döner? Bunlar da cevapsız sorular.

Türkiye’de Beşar Esad’ı sırf radikal islamcı olmadığı, kravat taktığı, başı açık bir eşi ve Batılı hayat tarzı sürdüren bir ailesi olduğu için beğenen bir sürü insan var. Şimdi onlar Esad’ın yerine sakallı ve sarıklı birileri geldiği için tedirginler.

Bu tedirginlik sadece bize özgü değil. Dünyanın neredeyse tamamı, ama en çok da yakın çevremiz Suriye’de iktidara gelecek İslamcılardan korkuyor. Bu korkuların haklı olup olmadığını göreceğiz.

Dileğim, Suriye’yi yönetmeye başlayacakların bazı basit gerçekleri akıllarından çıkartmaması: 

-Suriye halkının bugün bir numaralı önceliği etrafıyla veya kendisiyle savaşmak değil, barışa ve istikrara kavuşmak. 

-Bunun için İslamcıdan çok ‘milli’ olması lazım Suriye’yi yöneteceklerin. 

-Ülkede barışı, istikrarı kurmak için ‘milli’ bir öyküyle yola çıkıp herkesi işe katarak ülkelerini yeniden inşa etmeleri, ekonomiyi yeniden kurmaları, yeniden kamu hizmeti verebilir hale gelmeleri lazım.

-İdeolojik ve siyasi öncelikler bir süreliğine kenara bırakılmalı, dünyadan da destek istemekten çekinmeden modern ve zengin bir Suriye kurulmaya çalışılmalı.

Peki olur mu bunlar? Hiç hayal kurmayalım, dediğim gibi şu an en imkansız şey Suriye’ye istikrar getirmek.

Sahiden Suriye’de kazanan Türkiye mi oldu?

Sahiden Suriye’de kazanan Türkiye mi oldu?

Günlerdir, ama en çok dünden beri içimiz dışımız ‘mega politika’ ve jeo-strateji oldu.

Artık sokakta çocuğa sorsanız Suriye’de en büyük kaybedenlerin İran ve Rusya, kazananın da Türkiye olduğunu söyleyecek.

İran ve Rusya’nın çok şey kaybettiğine kuşku yok, ama ben Türkiye’nin kazandığından kuşkuluyum.

Evet, Ankara Esad rejiminin sona ermesini sevinçle karşıladı, ama Esad bildiğimiz tanıdığımız düşmandı, şimdi henüz haritası çıkarılmamış, her an şekil değiştiren belirsiz bir zeminin üzerindeyiz.

Üstelik bölgedeki varlığını en aza indirdiğini, Trump’ın işe başlamasıyla tamamen çekilip gideceğini düşündüğümüz Amerika dün itibariyle bütün ağırlığıyla Suriye’ye daldı bile.

Bana göre en büyük kazanan İsrail. Bu ülke önemli bir düşmanından, burnunun dibinde İran’ın çıkarlarını temsil eden bir yönetimden kurtuldu. Üstelik oluşan güç boşluğundan istifade, Suriye’yi askeri anlamda tehdit yaratması 40-50 yıl zaman alacak bir seviyeye indirmek için de dünden beri Suriye’deki son kalan askeri hedefleri yok ediyor. Bu saatten sonra Suriye’de İsrail’e düşman bir silahlı organizasyon ancak bir gerilla gücü olabilir, kuvvetli bir ordu olamaz. Bundan kurtulmak İsrail için az şey değil.

Peki Türkiye ne kazandı? Bence kısa dönemde hiçbir şey kazanamadı, ama uzun dönemde taşlarını hep doğru oynarsa kendine çok iyi bir dost ve komşu kazanabilir. Bu da Türkiye’nin 100 yılı aşkın süre önce kaybettiği Arap halklarını yeniden kazanmaya başlamasının önemli bir adımı olabilir.

Ama Türkiye şu an görebildiğim kadarıyla Suriye’ye uzun vadeli bir oyun olarak bakmaktan çok gözünü kısa vadeli hesaplara dikmiş durumda.

Bu ülke topraklarındaki PKK/YPG varlığı kuşkusuz önemli ve ciddi bir sorun Türkiye için; ama bu sorunu çözmek için aynen İsrail’in dün yaptığı gibi durumu bir ‘fırsat penceresi’ görmek ve ansızın tam güçle yüklenmek ne kadar doğru bir seçim acaba?

Burada yazmaya çalışıyorum, orta vadede sorunu Türkiye’nin fiili müdahalesine gerek olmadan Araplar zaten çözecek, topraklarını PKK/YPG’den kendileri kurtaracak, Kürt siyasi oluşumunu da olması gereken boyuta indirecekler. Meselenin doğal akışı da bu olmalı zaten.

Türkiye kuşkusuz Suriye’de bugün iktidara gelen muhalefete 13 yıl boyunca çok yardım etti, her zaman arkalarında durdu. Şimdi de Suriye’nin yeniden kurulmasına ve ayağa kaldırılmasına öncelik vermeli, Kürt meselesini zamana yayma sabrı gösterebilmeli.

Suriye’ye istikrar getirici bir güç olmak, bu ülkenin ve onurlu halkının kendi ayakları üstünde durmasına yardımcı olmak çok daha önemli.

Türkiye işte bunu yaparsa kazanmış olur.