Şerif Gören öldü haberi geldiğinde aklımdan geçenler
Pazar sabahı 10Haber için çalışıyorum, kültür sanat editörümüz Olkan Özyurt’tan WhatsApp mesajı geldi Şerif Gören’in öldüğünü haber veren.
O sırada Suriye’de Esad rejiminin çökmesi hakkında bir yazı yazıyordum; durdum kaldım.
Şerif Gören, bilen bilir, çok ama çok önemli bir yönetmendi. Herkes Yol filmini Yılmaz Güney’in olduğunu sanır, ama o filmin yönetmeni Şerif Gören’di. Ekranda gördüğünüz resimler, o inanılmaz kar manzaraları, Tarık Akan’ın unutulmaz oyunculuğu, hep Şerif Gören’di.
Bu sabah HaberTürk’te Muhsin Kızılkaya çok güzel anlatmış, bu filmin 12 Eylül cuntasına karşı nasıl muhteşem bir direniş ve muhteşem bir nanik işareti olduğunu. Sadece Yol filmini de değil, Şerif Gören’in başka filmlerde de nasıl hep arka plana itildiğini lisanı münasiple söylemiş.
Ben Şerif Gören’i 80’li yılların ikinci yarısında ÇiçekBar’da tanıdım.
Neşelendi mi dibine kadar neşelenen, sinirlendi mi de sağı solu, ne yapacağı belli olmayan deli dolu biriydi.
Az içki içmedik, az sinema konuşmadık.
ÇiçekBar’da bir akşamüstü rahmetli Yavuzer Çetinkaya, Şerif Gören, Halil Ergün, o sırada Paris’ten tatile İstanbul’a gelmiş olan Selçuk Demirel, Cumhuriyet gazetesinden patronum Okay Gönensin ve ben oturuyorduk.
Yavuzer Çetinkaya darmadağın, hatta feci pejmürde durumdaydı. Birden ağlamaya başladı, “Dibe vurdum” dedi, intiharı düşündüğünü söyledi. Parasızlığı, meşgalesizliği ve hayatta uğradığı derin hayal kırıklıklarını anlattı.
Oysa Yavuzer Çetinkaya kuşağının en iyi oyuncularından biriydi, birkaç kez sahnede seyrettiğimde çok etkilenmiştim, sinemada da müthiş rollerin altından kalkmıştı.
Yavuzer Çetinkaya böyle deyince Şerif Gören birden oturduğu yerde dikeldi, “Ne diyorsun ne yahu” dedi, “Ne dibe vurması… Daha yapacak çok şeyimiz var.”
Sonra uzun uzun Yavuzer Çetinkaya’ya anlattı; neredeyse profesyonel bir psikolog gibiydi. Hepimiz ağzımız açık onu dinliyorduk, en çok da Yavuzer Çetinkaya.
Bir süre sonra, az önce gözyaşlarına boğulup intihardan söz eden Yavuzer Çetinkaya kahkahalarla gülüyor, sevinç içinde kadeh kaldırıyordu artık.
O gün anladım Şerif Gören’in ne kadar büyük bir hikaye anlatıcısı olduğunu. Oysa Türk sinemasının önemli bir yönetmeni olduğunu biliyordum, ama masada o an bir arkadaşına moral vermek için gereken o hikayeyi öyle bir anlattı ve anlatırken onu öyle bir canlandırdı ki, bu ancak çok büyük bir yetenek, çok büyük bir empati kabiliyeti ve sadece doğuştan gelebilecek bir dramatik yapı kurgulama içgüdüsüyle yapılabilecek bir şeydi.
Sonra araya yıllar girdi, bir zamanlar neredeyse her gece kadeh tokuşturduğum Şerif Gören’i çok daha az görür oldum. En son yanlış hatırlamıyorsam geçen yıl sokak ortasında karşılaştık.
Önce sarıldık, hasret giderdik. Sonra bana kızdığını anlattı, hatta omuzuma bir de yumruk çaktı. En sonunda yeniden sarıldık, “Arada bir rakı içelim” diyerek ayrıldık birbirimizden.
Ne ben sözümü tuttum ne o.
Türk sinemasının belki de en kadri bilinmemiş emekçisiydi Şerif Gören.