14-12-2024
İsmet Berkan

Suriye ve İslamcılık söz konusu olduğunda laik kötümserlerin saati günde kaç kere doğruyu gösterir?

Suriye ve İslamcılık söz konusu olduğunda laik kötümserlerin saati günde kaç kere doğruyu gösterir?

Meşhur lafı herkes bilir: Durmuş saat günde iki kez doğru zamanı gösterir.

Bir haftadır etrafımda kiminle konuşsam bu laf hep dilimin ucuna geliyor, söylemiyorum.

Sebebi Suriye.

Malum bu ülkede radikal islamcı örgüt HTŞ iktidarı ele geçirdi. Bugün 10Haber’de resmi düzeyde ilk kez doğrulanmış halini de okudunuz, bunu da Türkiye sayesinde başardı.

Yani Türkiye kendi tarihinde gayet sınırlı sayıda olan bir şeyi başardı, bir başka ülkede rejim değiştirdi.

Daha önce bunu 1974’te Kıbrıs’ta ve 1990’ların başında Rus yanlısı bir darbe girişimini önleyip Nahçivan’dan Haydar Aliyev’i alıp Bakü’ye getirerek Azerbaycan’da yapmıştı Türkiye. Şimdi bu seriye Suriye de eklendi.

Evet Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Suriye rejiminin değişmesinde Türkiye’nin katkısını birinci ağızdan resmen açıkladı, ama aslında hepimiz 8 Aralık Pazar sabahı Esad rejimi çöktüğünde bunun Türkiye sayesinde olduğunu için için biliyorduk.

Türkiye’de derin bir damar var, çok sayıda insan Türk dış politikasının böyle ataklar yapmasını, hele hele Ortadoğu’daki Arap ülkelerine kol mesafesinden daha çok yakınlaşmasını, Arap halklarının işine karışmasını istemiyor, böyle şeyler yapıldığında tedirgin oluyor.

Suriye’de rejim Türkiye’nin katkısıyla değişince, zaten 13 yıldır, yani Türkiye Suriye’Deki Esad rejimi aleyhtarlarını desteklemeye başladığından beri çok kabarmış olan bu derin damar bir kez daha ortaya çıktı.

Tabii artık Esad’ın ve ‘laik’ rejiminin savunulacak tarafı kalmadı, zaten savunsanız ne olacak, adam kaçmış gitmiş. Ama yerine gelen yeni iktidar, yani radikal islamcı olduğunu hepimizin bildiği HTŞ doğal olarak tedirginlik yaratıyor.

Endişeler yersiz de değil. Hepimiz Afganistan örneğini biliyoruz. Bu ülkede Sovyet işgalini sona erdirmek için önemli bir savaş verildi, ama işgal bittiğinde o savaşanlar iktidar için birbirine girdi, bu kez iç savaş başladı. O iç savaşın ortasında Taliban diye radikal islamcı bir parti oluştu, en son katılan olmasına rağmen iç savaşı onlar kazandı ve Afganistan’ı orta çağa geri döndürdü.

Suriye’de de Esad’ı devirme konusunda görüş birliği içinde olan böyle onlarca grup var, acaba bu gruplar yarından itibaren birbiriyle savaşmaya başlar mı? Suriye’de bir de Amerika destekli PKK/YPG var, acaba bu fırsattan istifade muhtariyetini daha da derinleştirir mi? Türkiye sıcak bir savaşa sürüklenmek veya sınırında oluşan bu büyük güvenlik sorunuyla on yıllarca yaşamak zorunda kalır mı?

Bu tedirginliklerin bir başka yönü daha var: Türkiye destekli bir radikal islamcı yönetimin kurulması Türkiye’yi Batı karşısında ne duruma düşürür? Bu yönetim doğrudan İsrail’le sınır komşusu da olacağına göre İsrail ve Batı bundan sonra hep Türkiye’yi sorumlu mu tutar?

O radikal islamcı HTŞ Suriye’de nasıl bir rejim kurar? Suriye’nin çok dinli ve çok etnili yapısı bundan nasıl etkilenir? Bu kez de Türkiye’ye bir ‘seküler Suriyeli’ göçü başlar mı? 

Şu anda hiçbirinin cevabı olmayan bu soruların yarattığı endişeler ve belirsizlik öyle sebepsiz değil, hepsi gerçek. Yani, sadece etrafımdakiler değil, ben de endişeliyim.

Ancak başka bir görüş Suriye konusunda ümitli olmayı, hiç değilse şimdilik ihtiyatlı bir iyimserliği elden bırakmamayı söylüyor. Bu görüş Suriye’de iç savaşı kazanan muhaliflere bir şans verilmesinden yana. İşte Hakan Fidan mesela bunu söylüyor ama söylerken de ihtiyatı elden bırakmamaya çalışıyor.

Peki Suriye’nin geleceği konusunda iyimser mi olmalı, kötümser mi?

Nasıl bozuk saat bile günde iki kez zamanı doğru gösterirse kötümserlerin dediği de zaman zaman gerçek olur, onlar da dönüp “Gördün mü, beni dinlemedin” der eğer siz iyimserlerdenseniz.

Fakat işin ilginci şu ki, konu Ortadoğu ülkeleri olunca, konu radikal islam olunca kötümserlerin öngörüleri öyle günde iki kez değil çok daha fazla kez doğru çıkabiliyor. Bunu da tecrübelerimizden biliyoruz.

Sivil toplumun ve sivil siyaset geleneğinin olmadığı durumlarda İslamın olabilecek en radikal yorumu ortaya bir siyasi parti gibi çıkabiliyor ve bir kez ortaya çıktı mı da onu durdurmak kolay olmuyor.

DEAŞ gibi neredeyse sapkınca bir İslam anlayışının sadece Irak ve Suriye’de değil, Batı ülkelerinde doğup büyümüş gençler arasında bile bu kadar kolay taraftar bulabilmesi öyle kolay izah edilebilir bir şey değil.

O yüzden Suriye’de laik kötümserlerin kötümserliklerini hafife alamıyorum, ama ümitli ve iyimser olabilmeyi de çok istiyorum.

Sağlak protein ile solak protein…

Sağlak protein ile solak protein…

Normalde habercilik rekabeti yüzünden bu haberi 10Haber’de dün yayınlamış olmalıydık, ama bize de bir rehavet geldi, çünkü bilim teknoloji ve tıp haberleri konusunda Türkiye maalesef uzayda bir başka gezegen gibi, dünyadan kopuk ve biz 10Haber’de bir anlamda rakipsiziz. O yüzden dün bütün dünyada birinci sayfada yer alan bir haberi biz bugün yayınlıyoruz.

Haberi okumuşsunuzdur zaten, ama kabaca bir özet yapayım: Dünyada çok sayıda biyolog belli bir tür araştırmanın yasaklanmasını talep etti.

Yasaklanması istenen araştırmaların ne olduğunu anlatmak da kolay değil.

İster doğal olsun ister sentetik, bütün moleküllerin geometrik olarak birden fazla şekli olabilir. Bunun en yaygın haline ‘sağlaklık’ ve ‘solaklık’ deniyor.

Aslında kimyasal olarak bir molekülün sağlak veya solak versiyonu arasında hiç fark yok ama o kimyasal molekül organik sistemle ilişkiye girdiğinde ortaya feci farklar çıkabiliyor.

Bu konuda en bilinen örnek 60’lı yıllarda yaşanan Thalidomide skandalı. Bu hamile kadınlarda sabahları yaşanan mide bulantılarını gidermek için yapılmış bir ilaçtı. Ama dünya çapında çok sayıda sakat ve ölü bebek doğmasına neden oldu. Aslında molekülün ‘sağlak’ ve ‘solak’ versiyonları arasındaki farktı bu feci sonuca yol açan. Versiyonlardan birinde ilaç mükemmel çalışıyordu, diğerinde bebeklerde inanılmaz genetik mutasyonlar oluyordu.

Yani bu sağlaklık solaklık meselesi aslında çok önemli.

Baktığınızda bizim DNA’mızın omurgasını oluşturan şeker dizisi solak, buna karşılık DNA’nın bu omurgasına eklemlenen amino asitler ise sağlak. Sadece biz insanlarda böyle değil, dünya üstünde bilinen bütün yaşam türlerinde bu şekilde DNA.

Oysa omurganın sağlak, bağlanan amino asitlerinse solak olduğu bir versiyon; yani DNA’nın aynada görülen görüntüsü gibi bir DNA yaratmak da mümkün. Teoride buna hiçbir engel yok. Ama neden bilinmez, doğa birini tercih etmiş, aynı anda ikisi birden yok.

Genetik biyolojiyle uğraşan bazı bilim grupları işte bu ‘ayna’ DNA’yı, ayna ‘protein’leri ayna molekülü yapmaya çalışıyor; böylece bazı ilaçlar geliştirebileceğini, bazı sentetik hayat türleri ortaya çıkarabileceğini düşünenler var.

İşte yasaklanması istenen araştırmalar bunlar.

Diyelim ki laboratuvarda böyle ‘ayna’ bir DNA’ya dayalı bir yaşam formu yaratıldı; bu büyük olasılıkla en basit hayat formları olan virüs veya bakteri şeklinde yapılacak başlangıçta.

Bu virüs veya bakterinin laboratuvardan kaçması ise durdurulamaz bir salgına neden olabilir.

Yasak isteyen bilimcilerin söylediği bu.

Kâbuslardan kâbus beğen.