24-12-2024
İsmet Berkan

Bilal Erdoğan’ın kültürel sıkışmışlığı: Kendisi gibi olmasının önünde bir tek engel var aslında

Bilal Erdoğan’ın kültürel sıkışmışlığı: Kendisi gibi olmasının önünde bir tek engel var aslında

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan muhafazakar kesimin YouTube fenomenlerinden Bekir Develi’ye mülakat vermiş.

Sanıyorum henüz yayınlanmadı, ama içinden kısa bir bölüm tanıtım amacıyla paylaşıldı, çünkü mülakatı Develi’nin YouTube sayfasında göremedim.

Bilmiyorum ne uzunlukta bir söyleşiden söz ediyoruz, ama tanıtmak için seçilen bölüm bana çarpıcı geldi.

Dün en az 10 tanıdığımdan Bilal Erdoğan’ın tam o bölümde söylediklerini gösteren videolar geldi. Sosyal medyayı ben izlemiyorum ama anladığım kadarıyla orada da Erdoğan’ın kılık kıyafet üstünden yaşadığı kültürel sıkışmışlık bir hayli konuşmuş.

Hala maruz kalmamış, en azından 10Haber’de haberini de okumamış olanlar için anlatayım:

Bilal Erdoğan, hangi soru üstüne bilmiyoruz ama söyleşinin bir yerinde “Mesela şalvar çok rahat ama giyecek olursan gericisin, yobazsın. Ama bu ceketi giyersen modernsin” diyor. “Üstümdeki kıyafet benim kültürüm değil” diyor kravatını ve ceketini işaret ederek.

Bilal Erdoğan’ın dile getirmek istediği kimlik sıkıntısı bu topraklarda son 200 yıldır çok şiddetli biçimde yaşanan Doğu ile Batı arasındaki sıkışmışlık ve kendi öz kimliğini kaybetme kaygısından başka bir şey değil.

Düşünün bu sıkışmışlık ve kimlik sıkıntısı üstüne kurulmuş kocaman bir Türk edebiyatı var. Bir romancımız bu sayede Nobel bile aldı.

Bizde bu sıkışmışlığın ifadesinin bir bölümü kılık kıyafete dayalıdır. Bizimle benzer sıkışmaları yaşayan çok toplum var dünyada ama bu kıyafet sıkıntısı, onun dile getirilme biçimi galiba bize özgü bir fenomen.

İngiliz iktisat tarihçisi Nial Ferguson’un bir kitabında okuyana kadar bu konuyu hiç düşünmemiştim. Sanayi devrimi bir anlamda tekstil devrimi aslında. Sanayi devrimi öncesinde dünya üzerindeki her köyün, her kasabanın, her ülkenin giysileri, giysilerindeki renkler ve tasarımlar kendine özgüyken bugün hepimizin aynı tişörtü, aynı pantolonu giyiyor olmamız gibi bir gerçek var. 

Bizim tarihimizin en radikal devrimci yöneticisi bana göre rakipsiz biçimde padişah 2. Mahmud’dur (Tek rakibi de bence Fatih Sultan Mehmet’tir). Onun 200 yıl önce bu toplumu kökünden değiştirmek için başlattığı şeylerin bugün hala içinde yaşıyoruz. Onun yaptıklarının radikalliğiyle kıyaslayınca Cumhuriyet devrimleri basit birer reform gibi kalıyor.

2. Mahmud sadece Yeniçeri ordusunu dağıtmakla kalmadı, saraya bürokrat ve asker yetiştiren Enderun’u da kapattı. Yerine bugün hala ayakta olan Batı tarzı modern eğitim kurumlarını oluşturdu.

Başka pek çok önemli şey yaptı, ama en ilginç reformlarından biri kılık kıyafetle ilgiliydi. Batılı görünüme yaklaşalım diye fes adı verilen şapkayı icat etti (Şaka gibi aslında: Bugün fes çoğu kişiye göre gericilik sembolü, oysa ilk geldiğinde ilerlemeyi ve Batılı gibi olmayı temsil ediyordu).

Yani bugün Bilal Erdoğan’ın “Benim kültürümü yansıtmıyor” diye şikayetçi olduğu ceket kravatın arka planında iki şey var: Sanayi devrimi ve 2. Mahmud.

Buraya kadar anlattıklarım işin sosyokültürel tarafı. Ama bir de birey olarak Bilal Erdoğan’ın yaşadığı sıkıntı, kimlik bunalımı konusu var. İzninizle biraz da ona değineceğim.

Bilal Erdoğan giysi konusunda aynı dertten muzdarip ne ilk, ne de son birey.

Kendi kimliğine, kültürüne saldırı olduğunu düşünen bireyler bazen cemaatleşiyor ve bir direniş çizgisi oluşturmaya çalışıyor. Bu konuda beni en şaşırtan örnek, Doğu Avrupa Yahudileri. Onlar modernin saldırısına direnmek için tarihte bir anı seçmiş ve orada durmaya karar vermişler. Siyah kıyafetleri, kocaman şapkaları vs. hiçbiri Yahudi dininin tarihine referansı olan şeyler değil. Bu giysiler esasen birer üniforma ve özgün kimliği vurgulamak için seçilen şeyler.

Türkiye’de de örneğin İsmailağa Cemaati var. Onlar da kültür tarihinin kendilerine göre seçilmiş belirli bir dönemine ve yöresine gitmiş; oradan aldıkları giysileri bugün kimliklerinin ayırt edici özelliği olarak üniforma gibi giyiyorlar.

Bilal Erdoğan “Şalvar giyersen gericisin, yobazsın” derken sanırım aklının bir köşesinde bu cemaat var, ama buna gerek yok. Çünkü şalvar giymek gericilik veya yobazlık işareti falan değil. Modern hayatta çok sayıda kadının ve erkeğin şalvar giydiğine tanık oluyoruz, bunları yapan modaevleri ve pahalı butikler de var.

Türkiye eskisi kadar olmasa bile hala özgür bir ülke ve Bilal Erdoğan’ın kendisini iyi hissedeceği şekilde giyinmesine engel olan bir şey yok.

Tek engel Bilal Erdoğan’ın kafasının içinde. “Başkası ne der” diye düşünüyor, o yüzden bir türlü kendisi gibi olamıyor, başkalarını memnun etmek, en azından başkaları tarafından eleştirilmemek için yaşıyor.

Erdoğan resmiyetten gayet uzak bir programa, Bekir Develi’nin YouTube kanalına çıkmış sonuçta. Bekir Develi bir gömleğin üstüne kazak giymiş, söyleşiyi öyle yapıyor, ama Bilal Erdoğan takım elbiseli ve kravatlı gelmiş programa.

Kravatını bağlarken ne düşünüyordu acaba? 

Suriye’de sadece PKK’nın değil, ABD’nin de zamanı daralıyor

Suriye’de sadece PKK’nın değil, ABD’nin de zamanı daralıyor

Suriye’de bunca zaman sonra yeniden bir egemen devletin ortaya çıkma ihtimali, dün yazmaya çalıştığım gibi, sadece PKK açısından bir son perdenin açılması anlamına gelmiyor. Benzer biçimde son perdeye giren bir başka güç de, zaten gönülsüz biçimde Suriye’de olduğunu 10 yıldır söyleyen Amerika.

Şu günlerde “eski Amerika” ile “yeni Amerika”nın çatışmasına tanık oluyoruz. “Eski Amerika”nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ülkesinin bunca yıldır işbirliği yaptığı PKK/YPG’yi yüzüstü ortada bırakmaması gerektiğini düşünüyor, “Onlar bizim müttefikimiz, onları bırakmak ulusal çıkarlarımıza aykırı olur” diyor.

Buna karşılık “yeni Amerika”nın önde gelen isimleri, yani MAGA (Make America Great Again) kadrosundan olan ve Başkan Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı yapacağını ilan ettiği Mike Waltz “Hayır” diyor, “Amerikan askerinin Suriye’de var olmasına gerek yok.”

Her ikisi de, aralarındaki derin fikir ayrılığına rağmen, müthiş bir kibirle meseleye Amerika’dan bakıyor. Oysa Suriye Amerika’ya binlerce kilometre uzak bir yer ve burada bir de Suriyeliler yaşıyor. Suriyelilerin kendi egemenliklerini nasıl kullanacağına Amerika karar veremez.

O yüzden sahadaki gerçekler, Suriyeliler bugünlerde egemenliklerini ülkelerinin her yerinde kullanmak istediklerini açık seçik söylediğine göre, Amerikan askerlerinin oradaki varlığının da süresinin dolmaya başladı demek.

Benzer bir durum Türkiye için de geçerli. Suriye egemen devleti Türkiye’nin sınır güvenliğini garanti edebilir hale geldiği anda Türk askerinin Suriye’deki mevcudiyetinin de meşru bir gerekçesi kalmaz.