Bazen insan şaşırıyor: Bu ülkeden Baykar vizyonunda bir şirket nasıl çıktı?
O zamanlar Hürriyet gazetesinde çalışıyordum, bir akşam üzeri vakti işlerimi toparlamış tam eve doğru yola çıkacaktım çatkapı Yalçın Bayer daldı odama. Yanında da taşralı gibi gözüken birileri vardı.
Yalçın abiyi 1979’da gazeteciliğe başladığım Cumhuriyet gazetesinden beri tanırım. Yurt haberler şefiydi ben tanıdığımda, Cumhuriyet’in ülke çapındaki yerel muhabir ağını yönetirdi. Taşraya özel merakı vardı, sonra Haber Merkezi kurulup oranın başına geçtiğinde de bu taşra merakı bitmedi. Hürriyet’teki köşesi Türkiye’nin dört bir yanından gelen seslerle doludur hala.
Dolayısıyla o akşam odama giren taşra kılıklı insanlar ve Yalçın Bayer’e ilk an önyargım, onların da kim bilir hangi ilin hangi ilçesinden gelen birileri olduğuydu.
Gerçek Çılgın Türk
Fakat bu önyargım bir dakika içinde değişti. Odama giren insanlardan biri rahmetli Özdemir Bayraktar’dı çünkü, diğeri de büyük oğlu Haluk Bayraktar.
Kendisini ismen biliyordum, yapmakta olduklarını ilgiyle takip ediyordum ve hiç tanışmamıştım. O gün tanıştım.
Özdemir Bayraktar, Haluk ve Selçuk Bayraktar’ın babası, Baykar’ın kurucusu, itici gücü, olumlu anlamda söylüyorum bunu, delinin, çılgın insanın biriydi. Hani “Çılgın Türkler” diyor ya Turgut Özakman, Kurtuluş Savaşını başaranlar için, Özdemir Bayraktar da modern zamanın “Çılgın Türk”üydü.
Burada biraz geri döneceğim izninizle.
TSK’nın 90’lardaki PKK mücadelesi
Ben Türkiye’nin PKK ile mücadelesini yakından ve detaylıca izlemeye 1990’ların başlarında başladım. Pek çok kez “cephe hattı” sayılan İç Güvenlik Taburları, tugayları karargahlarına gittim, orada bu mücadelede canla başla çalışan yüzbaşılar, binbaşılar, albaylar, generaller tanıdım.
TSK imkan yarattı, zaman zaman askeri helikopterlerle çatışma alanlarında, PKK baskınına henüz uğramış sınır karakollarında, dağların tepesindeki “üs bölgesi” adı verilen derme çatma çadırlı yapılarda bulundum.
İnsan oralarda ve bu mücadelenin yanıbaşında vakit geçirince içi öfke doluyor. Orada birileri her gün hayatını ortaya koyarken bizim burada sıcak evlerimizde durmaya hakkımız yokmuş gibi hissediyor.
Kürt sorunu ve PKK meselesinin bir siyasi tarafı var; ben o konuda tanıştığım bütün askerlerden farklı düşünüyordum, hala farklı düşünüyorum. Sorun devletimizin geçmiş ve bence bugün de devam eden hataları yüzünden bu boyuta tırmanmış durumda.
Ama işin sahada askeri mücadele tarafında yapılan pek çok şeyi de duygulanarak izliyordum. Acımasız bir savaştı yaşanan ve PKK şiddetini hayatımın bir anında bile meşru görmedim; TSK’nın bugün de devam eden mücadelesi ise elbette meşruydu bana göre. Size silah çekene kucak açamazdınız. TSK’nın bu mücadelede çok sayıda vahim hatası ve vahim insan hakları ihlalleri de oldu, onları da en sert eleştirenlerden biriyim.
Sınırdan sızmaları durdurmak imkansızdı
TSK’nın PKK ile mücadelesi denen şeyin en önemli bölümü Irak-Türkiye sınırından PKK geçişlerini önlemekti. Bu sınır o coğrafyayı bilenler için sahiden korunması imkansıza yakın bir sınır ve TSK bu imkansızı başarmak için inanılmaz büyüklükte bir orduyla orada alanı kontrole çalışıyor ve çoğu zaman da başarılı olamıyordu; çünkü dediğim gibi yüzde 100 kontrol imkansızdı.
Sonra Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde onun ABD Başkanı George W. Bush’la vardığı anlaşma sayesinde Amerikan ordusu Türkiye ile istihbarat paylaşmaya başladı. Yani o bölgede uçan Amerikan insansız hava araçları Ankara’ya doğrudan görüntü aktarır oldu.
Bu çok büyük bir avantaj yarattı ama TSK’da ABD’ye büyük bir güvensizliği de ortaya çıkardı. Görüntüler gecikmeli geliyordu, zaman zaman sansürlendiği de düşünülüyordu.
Bunun üzerine Türkiye kendi imkanlarına sahip olmak istedi, İsrail’den Heronlar kiralandı. Ama bunlara karşı da güvensizlik vardı; araçlar sık sık arıza yapıyordu, İsrail’den gelen operatörlerle iletişim sorunları zirvedeydi.
İlk İHA ihalesinde Bayraktar’a yapılan haksızlık
En sonunda Türkiye kendi İHA’larını yapmak istedi. İşte o zaman, zaten yıllardır bu fikri savunan bir adam vardı zaten: Özdemir Bayraktar.
Sahada neredeyse her yerdeydi Özdemir Bey, tanımadığı subay astsubay yok gibiydi, bazı küçük gözlem İHA’ları ve uzaktan kumandalı helikopterler yapıyordu zaten. TSK Özdemir Bayraktar’ın yaptıklarının kıymetinin çok farkındaydı.
Yazı çok uzamasın diye aradan bir sürü detayı atlıyorum, nihayet Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde ilk İHA ihalesi yapıldı. Bayraktar da bu ihaleye katıldı. İhalenin son aşaması Sinop’ta havaalanında yapılacak bir denemeydi. Bayraktar bu denemeyi başarıyla geçti, rakibi ise aslında başarısız oldu. Ama birkaç hafta sonra Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan Savunma Sanayii İcra Komitesi ihaleyi Bayraktar’a değil o başarısız İHA’yı yapan rakibine verdi.
Oysa Özdemir Bayraktar yıllarca Milli Görüş hareketi içinde de siyaset yapmış biriydi, Tayyip Erdoğan’ı ona “Tayyip” diyen hitap edecek kadar yakın tanıyordu ama ihale için bu yakınlığı hiç kullanmamıştı, çünkü zaten ihalenin hakkı olduğunu düşünüyordu ve şimdi büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu.
Bunları o gün bana anlatırken hala çok sinirliydi Özdemir Bayraktar, başına tam ne geldiğini, kendisine ne mesaj verilmek istendiğini anlamaya çalışıyordu. Çünkü Sinop’taki denemeden sonra Heron’ları üreten İsrail şirketi gelip Bayraktar’a ortaklık teklif etmiş, o da hayır demişti. Sonra aynı şirket gidip ihaledeki o rakip şirkete ortak olmak için görüşmeye başlamıştı.
Amerika’da olsa devlet sermaye borç verirdi
Sohbet sırasında anladım ve bunu Özdemir beye de söyledim, Baykar’ın sermaye sorunu vardı. İhaleyi kazansa sermaye yetersizliği nedeniyle vaat ettiği üretimi gerçekleştiremeyeceğinden çekinmiş olabilirlerdi. Oysa aynı şey ABD’de olsa Pentagon’un yatırım kolu hemen devreye girer, o şirkete sermaye enjekte eder, işin yapılmasını sağlar, sonra da büyük olasılıkla kâr da ederek o işten çıkardı. Türkiye’de ise böyle bir mekanizma yoktu, bürokrasi çok katıydı.
Özdemir Bayraktar “Oğlum” diyordu, “Müthiş bir şey buldu, şu an MIT’de doktora yapıyor, ama tezini yayınlamayacak, Türkiye’nin değil dünyanın en iyi İHA’sını yapacağım, onlar da görecek.”
Selçuk Bayraktar’ın hala sakladığı büyük sır
Oğlum dediği bugünün efsane ismi Selçuk Bayraktar’dı. Bu konulara o kadar meraklı olmama rağmen ben bile Selçuk Bayraktar’ın tam olarak nasıl bir şey bulduğunu bilmiyorum; bu hala büyük sır. Ama bulduğu şey Baykar’ı bugüne getirdi, TB2 ve TB3’ün üstün başarıları herkesin bildiği bir şey artık. Özdemir Beyin vefatı sonrası iki oğlu, Haluk ve Selçuk bayrağı devraldı ve ortaya düne kadar rüyası bile kurulamayan bir uzay ve havacılık şirketi çıkardılar. Bu vizyon Özdemir beyden başladı, şimdi iki oğlu tarafından başarıyla sürdürülüyor.
Ve elbette hiçbir başarı tesadüf değil. Özdemir Bayraktar zamanının çok ötesinde, önüne konan engellerin çok ötesinde bir vizyonerdi. Hani o reklam sloganı var ya, “Zoru başarırız, imkansız biraz zamanımızı alır” diyen bir insandı.
Piaggio’yu almak iki sebeple çok önemli
Dün akşam haberi geldi, Özdemir Bayraktar’ın kurup büyüttüğü şirketi İtalya’nın sembol markalarından Piaggio’nun (Hani Vespa var ya, onu yapan şirket) havacılık bölümünü satın almıştı.
Şunu bilmenizi isterim, bu öyle sadece “Paramız var, gidip alalım” diye yapılmış bir şirket alımı değil.
Baktığınızda Piaggio iş jetleri ve pervaneli iş uçakları üretiyor, ayrıca AB içinde savunma sanayii işleri de yapıyor. Ama öyle pazar payı büyük falan bir şirket değil. Ben hayatımda gözümle hiç Piaggio uçağı görmedim mesela.
Ama yine de bu alım Baykar için stratejik. İki sebeple stratejik; birinci sebep çok daha büyük, ama ikinci sebep de yabana atılmamalı.
İlk sebep jet motoruna sahip olmak
Birinci sebep, Baykar’ın yaptığı ve uçurduğu ama bir türlü seri üretimine geçemediği jet motorlu İHA Kızılelma ile ilgili. Kızılelma hava savaşının kaderini değiştirecek çok önemli bir silah.
Bu tür silahların ne kadar oyun değiştirici olduğunu İsrail’in İran’a yaptığı son hava saldırısında gördük. İsrail F-35’leriyle birlikte uçan SİHA’lar tek seferde İran’ın bütün hava savunma sistemlerini yok etti.
İşte Kızılelma da aslında F-35’lerle birlikte uçmak için tasarlandı. Türkiye işe ne kadar yaramaz oldukları bizzat TB2 tarafından Ukrayna savaşında kanıtlanan S-400’ler uğruna F-35’ten dışlanınca da Kızılelma projesi durakladı.
Duraklamanın bir diğer sebebi bu uçakların yerli üretim motorunun olmamasıydı. Türkiye yabancı üretim bu çeşit araçların zaman zaman nasıl bir baskı aracı olarak kullanıldığını, egemenliğinin nasıl kısıtlandığını yaşayarak görmüş bir ülke. Düşünün ki, TB2’lerin SİHA olabilmesi için Kanada’dan alınan minik bir metal parça bile ambargo konusu oldu. O denli baskı görebiliyor ülkemiz zaman zaman.
O yüzden “tam bağımsız” olmanın yolu sahiden de her şeyi bizim üretmemiz. Türkiye’de bir jet motoru sanayisi yok, 80 yıla yaklaşan bu teknolojinin bilgisi de yok. Zora girince öğrenmeye başladık, TEİ ve TAİ bazı jet motorları üretiyor, bunları yerli helikopterlerde de kullanıyoruz ama henüz uçak uçuracak bir jet motorumuz yok. Kaan için geliştiriliyor hala. Eminim yetişecek.
Kızılelma için Ukraynalı bir firmayla ortaklık da kuruldu, ama Rusya bu firmanın tesislerini daha savaşın ilk aylarında yerle bir etti. Bu doğrudan Baykar’a verilen bir mesajdı: Senin TB2’lerin bana bunları yaparsa ben de senin geleceğini engellerim mesajı…
Neyse lafı çok uzatmayayım, Piaggio alımı Baykar’ın bu jet motoru ihtiyacını gidermenin son derece akıllıca bir yolu aslında. Bu şirketin patentine ve lisansına sahip olduğu jet motorları var, ayrıca jet motoru yapacak mühendislik kapasitesi, tecrübesi ve bilgisi var. Yani Baykar tek seferde jet motoru sorununu çözmüş olabilir bu satınalmayla.
İkinci sebep: AB pazarına kolay erişim
Gelelim ikinci stratejik sebebe… Bu da İtalya merkezli şirket almanın Avrupa Birliği savunma sanayii pazarına vereceği erişimle ilgili.
Elbette Baykar Türkiye’den de AB pazarına satış yapabilir, nitekim yapmaya başladı da, ama İtalya’da kurulu bir şirket işleri kolaylaştıracak, Baykar’ın daha hızlı gelişmesine ciddi katkı verecektir.
Kaldı ki bu şirketin bir de ciddi büyüklükte bir sivil havacılık kolu da var. Böylece Baykar sivil havacılığa da adım atmış olacak ve şirketin bu alanda gelişmesi de hızlanacaktır. Piaggio’nun Baykar’a katacakları kadar Baykar’ın Piaggio’ya katacakları da çok önemli bence.
O yüzden bu satın almayla ortaya konan vizyon sahiden çok büyük ve önemli bir vizyon.
Biz birbirimizi paçalarımızdan aşağı çekerken
Sahiden, Türkiye gibi esas işini birbirini paçalarından aşağıya doğru çekmek olarak gören bir kültürün maalesef çok yaygın olduğu bir ülkeden böyle bir vizyona sahip, sadece geleceği düşünen bir şirketin nasıl çıktığını merak ediyor insan.
O meşhur belgeselde Selçuk Bayraktar takoz metaforu kullanıyordu. Uçağın tekerleğinin önüne konan bir takoz onca emek ve teknolojinin havalanmasına engel olabiliyordu.
O takozlar kalkınca neler yapılabildiğini görmek, umarım başka girişimcilere de örnek oluyor, ilham veriyordur.