Yine, yeni, yeniden bir ‘çözüm süreci’ mi? Bardağın dolu tarafıyla boş tarafı
Sırrı Süreyya Önder ile Pervin Buldan durduk yerde ve iş olsun diye İmralı’ya gitmedi.
Döndüklerinde bütün gece çalışıp dün yayınlanan açıklamada kullandıkları kelimeleri özenle seçmek için onca uğraşı sırf güzel bir metin ortaya çıkarmak için vermediler.
Türkiye bir kez daha Kürt sorunu konusunda kavşak noktasına geldi. Tam o noktada basit hatalara yer yok.
Dün çarpıcı bir şey oldu, en ipe sapa gelmez konularda bile en azından klavye başına geçip sosyal medyada yüksek fikirlerini paylaşan siyasetçilerimiz Öcalan’dan gelen mesaj karşısında sustu.
Neden sustular? Büyük olasılıkla konu onların boyunu aştığı, Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Özgür Özel konuşmadan laf söylemeye cesaret edemedikleri için sustular.
Bir tek Özgür Özel konuştu, o da aslında sadece DEM Parti’den gelen heyete randevu vereceğini, önce onları dinleyeceğini söyledi. Benzer şekilde İyi Parti lideri Müsavat Dervişoğlu da bir sürü eleştirel cümleyi sıraladıktan sonra görüşme için randevu vermeye açık olduğunu ima etti.
Şimdi kabaca bir yol haritası var aslında. Ve bu haritanın hemen hemen her santimi bilinmeyenlerle, olumlu veya olumsuz düşüncelerle, çoğu zaman da geçmişin hayaletleriyle dolu.
Örneğin haritada ilk adım Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Ahmet Türk’ün partilerden randevu istemesi. Bu randevu talebine kim nasıl cevap verecek? MHP randevu verecek mi? Ak Parti’den randevu gelirse kim konuşacak bu heyetle?
Bu soruların cevaplarını bilmiyoruz. Ama Buldan, Önder ve Türk partilerinin yöneticisi olmadıkları için genel başkanlarla görüşemeyebilirler. Peki bu düşük düzey kabuller süreci aksatır mı? Bunu da bilmiyoruz.
Diyelim ki randevular kusursuz işledi, peki ya sonra? Siyasetin normal şartlarda yan yana gelip çay bile içmeyen unsurları Meclis içinde resmi veya gayriresmî bir mekanizma mı kuracak? Onu da bilmiyoruz.
Ama en önemlisi, Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin gelen bu mesajı beğenip beğenmediklerini bilmiyoruz.
Daha önce her ikisi de hedef ve amacın PKK’nın silah bırakıp kendini fesh etmesi olduğunu söyledi. Abdullah Öcalan 2015’in Nevruz gününoe (21 Mart) kendi kurduğu PKK’ya “Kongre toplayıp silahlı mücadeleyi bırakın” diye çağrı yaptı. İddiaya göre çağrısında kongre tarihi de vardı, ama PKK bu tarihin Öcalan’ın çağrısından çıkarılmasını sağlamıştı. 10 yıl önce karşılık bulmayan çağrı bugün bulur mu? Nitekim Öcalan henüz bu çağrıyı yapmış değil zaten, “Yaparım” diyor sadece ve bunu bazı gevşek şartlara bağlıyor. Çünkü aslında bizim kadar o da bilmiyor ne örgütünden ne de Türkiye siyasetinden nasıl tepki alacağını.
Buna rağmen Erdoğan ve Bahçeli, “Ne de olsa bir başlangıçtır” diye düşünüp Öcalan’la bu sürecin devamına yol verir, Pervin Buldan’ın Hilal Köylü ve İsmail Saymaz’a söylediği gibi yeniden İmralı ile bir çeşit müzakere yolu açılmasına olumlu yaklaşır mı? Bunu da bilmiyoruz.
Tabii bir de odadaki fil var: PKK ne düşünüyor bu konuda? Ufku örgütün lağvedilmesi ve 50 yıl önce ele alınan silahların bırakılması olan bir “süreç”e nasıl yaklaşıyor?
Örgütü ikna için Öcalan da “Gazze ve Suriye’de yaşananlar”ı hatırlatmış, bugün sayamayacağım kadar çok köşe yazısında da aynı argümanı gördüm: “Suriye’de konjonktür değişti, gelin Türkiye’nin uzattığı eli tutun, herkes kazansın” diyen yazılar PKK’yı iknaya yönelik daha çok.
Bütün bu konuşulanlar içinde gerçekten de en kritik bilinmeyen o: PKK ne yapacak?
Bütün bu bilinmeyenler önümüzdeki günlerde tamamen olmasa da kısmen aydınlanacak elbette.
Aydınlandıkça da anlayacağız, sahiden bir tarihi dönüm noktasında mıyız, yoksa bir kez daha boşa kürek mi çekiyoruz?