31-12-2024
İsmet Berkan

Keşke minik Narin de bugünü görseydi, yeni yıla ümitle başlasaydı

Keşke minik Narin de bugünü görseydi, yeni yıla ümitle başlasaydı

Ağustos ayının son haftasından itibaren neredeyse bütün Türkiye tek yürek olmuş, Diyarbakır’da şehir merkezinin dibindeki bir köyde kaybolan sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun bulunmasını diliyordu.

Maalesef öyle olmadı. Haftalar sonra minik Narin’in cesedi bir dereye “gömülmüş” olarak bulundu. Cesedi oraya saklayan adamı o günden beri tartışıyoruz. Bazılarımız gerçek katilin o olduğunu düşünüyor, bazılarımız ise aynen savcı ve mahkeme gibi amcayı sorumlu görüyor, anne ve ağabeyi suçluyor.

Savcı gibi olayı soruşturan, duruşmaları yöneten üç ağır ceza hakimi gibi her delili görüp değerlendiren, her ifadeyi canlı dinleyen biri değilim. O yüzden uzaktan gazel okumanın anlamı yok.

Ama başka pek çok kişi gibi ben de Narin cinayetinin yargılamasından tatmin olmadım. Maddi gerçeğin tam olarak ortaya çıktığına ikna olmadım.

En basiti, bugün hala Narin’i kimin, nasıl ve neden öldürdüğünü bilmiyoruz. Mahkeme kararında da, savcılık iddianamesinde de cinayetin kendisi sislerin arkasında, bulanık bir görüntü adeta.

Dediğim gibi oturduğum yerden bu cinayeti çözmeye çalışacak ve kendimce suçlu bulacak halim yok; ama Diyarbakır’daki Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı başka pek çok kişi gibi beni de tatmin etmedi; çünkü aklımdaki soruların pek çoğuna net yanıtlar getirmedi.

Mesele sadece minik Narin’in ölü bedenini neredeyse sorgusuz sualsiz ve birkaç dakika içinde teslim alıp sonra onca zahmetle çuvala koyup o dere yatağına gömen, ardından haftalarca bu konudan hiç söz etmeyen kişiye verilen cezanın azlığı değil.

Bir annenin kendi çocuğunu öldürmekle suçlanması da değil.

Mesele, gerçeğin ortaya çıktığından emin olamamamız.

Bu dava Yargıtay’dan döner mi, yeniden yargılama olur mu bunların hiçbirine girecek değilim. Çünkü bunların tamamı spekülatif görüşler şu anda.

Medyanın ve sosyal medyanın bir cinayet soruşturmasında olumlu/olumsuz feci bir rol oynamasına tanık olduk. Eminim gerek polisin gerekse jandarmanın soruşturma birimleri bu olaydan dersler çıkardı ve bundan sonra benzer şeylerin yaşanmasına, medyanın soruşturmayı kirletmesine izin vermeyecek yöntemler geliştirecekler, ama Narin olayında olanlar oldu bir kere, geri dönüp düzeltemeyiz.

Yeni bir yıla hepimiz vicdanlarımızda ama büyük ama küçük bir sızıyla giriyoruz, sebebi de olaydaki maddi gerçekten bir türlü emin olamamamız.

Türkiye’nin sosyal mobilizasyon makinesine ne oldu?

Türkiye’nin sosyal mobilizasyon makinesine ne oldu?

Türkiye’de gelen her yeni kuşak içinde genişçe bir grup anne babalarından daha iyi ve daha müreffeh bir hayat sürmüştür. Bu mekanizma, siz bakmayın, bugün de çalışıyor.

Buna literatürde “sosyal mobilizasyon” adı veriliyor. Yani görece yoksul ve refahtan uzak kesimlerin çocuklarının refaha kavuşması.

Düne kadar bu makinenin temel motoru eğitimdi. Daha iyi eğitim alırsanız daha iyi bir hayata kavuşurdunuz.

Ama bugün 10Haber’de yayınlanan bir haber bu makinanın artık tam da öyle çalışmadığını ima ediyor.

Son 18 yıldır gelir dağılımı rakamları bize hiç eğitimi olmayanların gelirinin daha eğitimli olanlardan çok daha hızlı arttığını gösteriyor.

Evet hala sosyal mobilizasyon var, toplumun en alt kesimlerinden daha yukarı doğru insan taşıyan bir sosyo-ekonomik düzen devam ediyor, ama düzen içindeki ödüllendirme mekanizması değişmiş durumda.

Hiç kuşkusuz bunda üniversite eğitimi dahil bütün eğitimin kalitesinin çok düşmesi rol oynuyor. Yani, lise bile bitirmemiş ile lise bitirmiş arasında bu kadar az gelir farkı olması o eğitimin temelde insan becerilerine etkisinin sınırlı olduğunu gösteriyor.

Ama esas çarpıcısı, üniversite mezunlarının elde ettiği gelir artışının daha az eğitimli bütün gruplardan daha düşük kalması.

Türkiye çok daha az üniversitesi varken o üniversitelerden mezun olanlara “seçkin” muamelesi yapıyordu. Bugün o seçkin sınıfı aşındıkça aşınıyor.

Biliyorum böyle konular siyasetçilerin çok umurunda değil, ama aslında olması lazım. Nasıl bir rol model yaratıyoruz? Tek becerisi motosiklet kullanmak olan kuryeliği özendirdiğimiz kadar üniversite mezunlarını özendiren bir sistemi neden ayakta tutamıyoruz?

Türkiye’nin o eski okumuş yazmış “seçkin” sınıfının çocuklarının geleceklerini yurt dışında aramak istemesi boşuna değil.

Bu özendirme mekanizmasını tersine çevirmedikçe güzel bir gelecek inşa etmek çok zor olacak.