Yılbaşı kutlayanlara itirazdan siyasi kimlik çıkarmak
Bu yılbaşı gecesi de evdeydik. Sağolsun dostlarımız bize geldi, sofranın etrafında toplandık, yemek yedik, içki içtik, sohbet ettik, kendimize göre güzel bir gece geçirdik.
Yılbaşı geceleri çocukluğumdan beri beni tedirgin eder. O geceye yüklenen eğlenme mecburiyeti bana hep tuhaf gelir. Eğlenmek insanın içinden gelmeli, bir güne veya geceye özgü olmamalı diye düşünürüm.
Ama evde veya dışarıda dostlarla geçirilen bir gece, o gün yılbaşı da olsa, her şart altında güzel geçer. Bu sayede çocukluğumdan kalma, aslında saçma tedirginliğimi belki son on-on beş yıldır atlatmış durumdayım.
Bu fazlasıyla bireysel şeyi yazma sebebim yılbaşından hoşlanmayanların sadece İslamcılar olmadığını anlatmak.
Olumludan kurulan kimlikle olumsuzdan kurulan kimlik
Bireyler ve gruplar iki şekilde kimlik oluşturur.
Ya olumludan, sizin ve mensubu bulunduğunuz cemaatin ne olduğundan hareketle oluşturulur kimlik ya da olumsuzdan, yani ne olmadığınızdan hareketle.
Kimlik bir kere kurulduktan sonra aynı anda hem ne olduğunuzu hem de ne olmadığınızı söyleyebilirsiniz elbette, ama kimliğinizin kalıcılığını ve sürdürülebilirliğini kuruluş anındaki tutumunuz belirler.
Yani olumludan yola çıkarak kimlik oluşturduysanız bu daha kalıcı ve sürdürülebilir bir kimliktir; bütün kimliğiniz aslında ne olmadığınıza dayalıysa bunu sürdürmek sizin elinizde olmayabilir.
Yine kendime döneyim: Ben yılbaşına karşı veya en azından o geceden tedirgin olan insan kimliğimi sürdüremedim, çok da ısrar etmeden bu saçma tutumdan vazgeçtim, kendimle barıştım bu konuda.
Gazze dramını kimlik için araçsallaştırmak
Ama 1 Ocak sabahı erkenden uyanıp önce Ayasofya, Sultanahmet, Yeni Cami gibi tarihi ve muhteşem camilerde sabah namazı kılan, sonra da Galata Köprüsüyle Eminönü meydanında toplanan kalabalık yılbaşına ve yılbaşı gecesini eğlenerek geçiren insanlara itiraz eden, ederken de onları neredeyse dinsiz ve vicdansız diye suçlayan bir kalabalıktı.
Gazze’de yaşanan insanlık dramı gibi dinle ilgisi olmayan bir konuyu kendilerine araç haline getirmişlerdi; sözde İsrail’i protesto etmek için bir araya gelmişlerdi ama aslında yaptıkları, belki kendilerine bile itiraf edemediği başka bir şeydi: Yılbaşı eğlencesine karşı olmak.
“Bakın” diyorlardı Türkiye’nin geri kalanına, “Biz sizin gibi bir Hıristiyan adetini benimseyip bir elinde cımbız bir elinde ayna sorumsuzluğu ve vicdansızlığıyla yaşamıyoruz, dün geceyi içki masasında geçirmek yerine erkenden uyuduk, sabah da erkenden kalkıp İsrail’i protesto ediyoruz, siz ise tatlı sıcak yataklarınızda akşamdan kalmasınız…”
Kültür savaşı ya siyasetin ötesine taşarsa endişesi
Türkiye, hepimiz içinde yaşıyoruz, “kültür savaşı” adı verilen genel ve geniş kimlik mücadelelerinin çok yoğun yaşandığı, bu mücadelenin şimdilik sadece siyasete yön verdiği ama gelecekte gündelik hayatın her alanına sirayet eden bir ayrışma yaratmasından hep korkulan bir ülke.
Kültür savaşının iki ana cephesi var. Bu cephelerin de kendine göre “aşırılıkçı” diyebileceğim uç kesimleri.
Ülkemizde siyasete ve siyasi mücadeleye büyük önem veriliyor, her konu dönüp dolaşıp siyasete tercüme edilip siyasi mücadelenin bir başlığı haline gelebiliyor.
Siyasetin elindeki dev megafon
Bu amansız mücadelede siyasetin elindeki dev megafonun kültür savaşını kendisine ana beslenme konusu olarak seçmesi hayatımızın kaçınılmaz bir gerçeği.
Bu megafonun sekiz yaşında minik bir çocuk öldürüldüğünde de, yeni mezun teğmenler kendi kendilerine bir yemin ettiğinde de, takvimler kaçınılmaz biçimde 31 Aralık’tan 1 Ocak’a dönerken de nasıl çalıştığını gördük.
Megafonu elinde tutanlar açısından neredeyse her şey araç. Amaç karşı tarafa siyasi ve kültürel tahakküm kurmak.
Negatif kimliğin en büyük sakıncası
Kültür savaşının tarafı olan kimliklerin aslında en önemli ve en keskin olanları bizim kendimize özgü tarihimizden gelen neredeyse “organik” diyebileceğim kimlikler.
Ama bu başat kimliklerden biri olan muhafazakar/İslamcı kimlik temelde bir reaksiyon olarak ortaya çıkmış, ne olduğundan çok ne olmadığının altını çizen bir kimlik. Bir yerde yapay olarak inşa edilmiş bir kimlik bu; doğal ve organik hali de var ama o halin kendini dışa vurma biçiminden siyaset megafonunu elinde tutanlar artık memnun değil.
Son 25 yıldır, o yapay olarak inşa edildiğini söylediğim İslamcı muhafazakar kimlik “Ben başkasına benzemeye ihtiyaç duymadan da modern ve müreffeh olabilirim” diyen organik kimliği büyük ölçüde baskılamış, üste çıkmış durumda.
Negatiften, ne olduğundan çok ne olmadığından hareketle inşa edilmiş olan bu tür kimliklerin en kötü tarafı savaşçı kimlikler olmaları. Nitekim kültür savaşının bu kadar tırmanmasının arkasında bu iki tarafın birden oluşturduğu negatif kimliklerin birbiriyle şiddetli mücadelesi yatıyor.
Yılbaşını kutlamak bir kimlik değil ki…
Yalnız bir sorun var: Türkiye’deki İslamcı kimlik en azından 35 yıldır aktif biçimde yılbaşı kutlamasına karşı çıkarak bir negatif kimlik yaratıyor, ama rakip cephe açısından yılbaşını kutlamak ne kültürel ne siyasi anlamda bir kimlik unsuru.
Korkarım, şimdinin İslamcı yılbaşı karşıtı kimliğine karşı yarın ortaya bir de yılbaşında eğlenme/içki içme savunucusu kimlik çıkacak.
Dışarıdan bakmayı becerebilsek aslında komik bir ülke burası, kültür savaşına tutuşulan konuların bir kısmı gülünüp geçilmesi gereken şeyler, ama elimizde değil, biz bu savaşı ciddi ciddi yürütüyoruz.