03-01-2025
İsmet Berkan

Ferdi Tayfur ve bizim sivil müziğimiz

Ferdi Tayfur ve bizim sivil müziğimiz

Biraz sonra anlatacağımı 1980’den itibaren doğmuş olanlara, hatta 70’lerin ikinci yarısından itibaren doğmuş olanlara anlatmak çok zor.

Ben 1964 doğumluyum. Benim küçüklüğümde evimizde sadece radyo vardı. Televizyon, çocukluğumun ortasında eve girdi, 1972 Münih Olimpiyatları sayesinde.

Radyo “İstanbul Radyosu”ydu, biz televizyonla birlikte TRT diye bir kurum olduğunu öğrendik. Ama çok da fark etmiyordu, hepsi aynıydı.

Türkiye, o zamanlar bugünle kıyaslanamayacak bir ülkeydi. Bizim sadece resmi bir devlet ideolojimiz yoktu; bu ideolojiye eşlik eden resmi devlet kültür politikamız da vardı.

Radyoda, televizyonda öyle her müzik çalınmazdı. Başka radyo da yoktu, bunu beğenmedim deyip kanalı değiştireceğin başka TV de. Hepimiz, herkes aynı şeyi dinlerdi. TRT’nin, yani devletin bizim için uygun gördüğü, ‘makbul’ bulduğu şeyleri.

Bazılarımızın evinde radyoları kuvvetliydi, kısa dalgadan kimi yabancı radyoları ve orada çalınan müzikleri dinlemeye meraklılar vardı ama çok azdı.

Esas olarak evlerde pikaplarımız vardı. Plaklar çalınırdı, TRT’nin çalmadığı, bizim duymamızı istemediği müzikler plaklardaydı.

Çocukluğumdan dolmuşlarda bile pikap olduğunu hatırlıyorum, içine 45’lik plakların itildiği, araba sarsıldığında hafifçe atlayan pikaplar. Daha kaset bile çıkmamıştı.

İşte TRT’nin “makbul” bulmadığı müzikler, evlerimize ve toplu taşıma araçlarına bu plaklarla girerdi. Tek yolu buydu.

Bir anlamda bu plaklar, Türkiye’nin ‘sivil kültürü’ydü. Devletin makbul kültürü değil, vatadaşın dinlemeyi seçtiği ve sevdiği şeylerdi.

Ferdi Tayfur işte o sivil alanın, devletin duyulmasını, görülmesini istemediği hatta varolduğunun bilinmesini bile istemediği alanın kralıydı.

Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay gibi isimler sadece plak yapmıyordu; sivil başkaldırı, devletin resmi kültürüne başkaldırı sinemada da devam ediyordu. Filmlerinin önünde kuyruklar oluyordu hem Tayfur’un hem Gencebay’ın.

Devlet ve onun ideolojik aygıtları ise bu müziği aşağılamakla, hatta onun müzik bile olmadığını söylemekle meşguldü. “Arabesk” diyorlardı aşağılamak için, alt sınıfların müziği demeye getiriyorlardı.

Oysa mesela Orhan Gencebay, Türkiye’nin gördüğü sayılı bağlama üstatlarından biriydi. Ferdi Tayfur da usta bir bağlama icracısıydı. Bağlamadan daha “yerli” ve daha “milli” bir enstrümanımız mı var? Ama resmi kültür onların müziğine “arabesk” adını takıp ırkçılık yapıyordu.

Tabii resmi kültür ve onun kendi seçkinliklerini iddia eden savunucuları ne diyor olursa olsun, bu müzik halkın müziğiydi. Nitekim bu akım o kadar kuvvetliydi ki, Cem Karaca, Barış Manço, Erkin Koray, Moğollar, Ersen gibi Batı tarzı müzik yapanlar da bir öze dönüş, bir ‘Anadolu folk-rock’ yaratma derdindeydi. Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay, kendilerine göre o sentezi yapmıştı; Türk sanat müziği ile türküyü, hatta batı tarzı pop müziği bir araya getirmiş, kendi özgün seslerini bulmuş ve halktan da karşılık görmüşlerdi.

Hem de ne görmek… Minibüs ve dolmuş şoförleri, aralarında sanki bir ideolojik ayrılık var gibi “Orhancılar” ve “Ferdiciler” diye ikiye bölünmüştü.

Devlet hepimize bir “yüksek kültür” enjekte etmeye çalışırken sokak kendi kültürel temsilcilerini çoktan bulmuştu bile.

Bugün o sivil kültür direnişini ve devrimini yapan insanlardan biri aramızdan ayrıldı. Ferdi Tayfur’un arkasından bu kadar gözyaşı dökülmesinin başlıca sebebi, bu ülke insanına yaşattığı devlet dışı müzik alanıdır.

Bir deli buradan binlerce km ötede kalabalığın üstüne arabasını mı sürdü, bizim burada teorimiz çoktan hazır

Bir deli buradan binlerce km ötede kalabalığın üstüne arabasını mı sürdü, bizim burada teorimiz çoktan hazır

İlk haber, ABD’nin Louisiana eyaletinden, oradaki New Orleans şehrinde geldi. Şehrin tarihi Fransız mahallesinde, üzerine şarkılar yazılmış meşhur Bourbon Caddesinde yılbaşı eğlencesi yapanların üstüne bir adam kamyonetini sürmüş, en az 15 kişiyi öldürmüştü. Adam polisle silahlı çatışmaya da girmiş ve öldürülmüştü.

Kamyonetin arkasındaki bayrak direğinde DAEŞ’in de kendine sembol yaptığı siyah zeminli ünlü bayrak açıkça görülüyordu.

Daha saldırganın kimliği belli değildi ama Türkiye’de yaşayan bazılarımız meseleyi çoktan çözmüştü: İşte Amerika Suriye’den çıkmamak için bunları yapıyordu.

Bu görüşü dile getiren inanılmaz miktarda yazı ve mesaja maruz kaldım dünden beri. Ne kül yutmaz bir milletiz ve ne usta analizcilerimiz var. Bunlardan biri bugün yazısında bir istihbarat operasyonu türü olan “false flag”i sahiden sahte bayrak olarak okumuş, saldırganın aracının arkasındaki bayrağa meseleyi bağlamış “Bu kadar mı amatörce yapılır” diye yazmaktan utanmamıştı. Aynı yazar Başkan Trump’ı da uyarıyordu, “Seni öldürecekler, aman dikkat.” Hepsi, 2000 Amerikan askeri Suriye’den çıkmasın diye.

Sanırsınız dünyanın merkezinde Türkiye var, herkesin tek derdi Türkiye’yi rahatsız etmek.

İkinci haber Las Vegas’tan geldi. Bizim analizcilerimiz, bunda kullanılan aracın Tesla Cybertruck olmasından, New Orleans’taki gibi kamyonet olmasından hareketle teorilerini daha da geliştirdiler. İki olay bağlantılı, hatta koordineydi.

Oysa Las Vegas’takinin bir saldırı olup olmadığı bile belli değildi. Tek bir kişi ölmüştü, o da “saldırgan”dı. Sonra anlaşıldı, o adam intihar etmişti zaten. Patlayıcılar konusunda uzmandı, amacı patlatmak olsa çok büyük zarar verebilirdi.

Üçüncü olay New York’ta Queens’de yaşandı. Türk sosyal medya analizcileri anında teşhisi koydu: Amerika’de büyük bir şeyler oluyordu, bir kuvvet Suriye’den çekilmeyi önlemeye çalışıyordu.

Oysa basit bir mafya kurşunlamasıydı Queens’deki.

Bazen bu ülkede akıl sağlığını korumak çok zor sahiden.