Ferdi Tayfur ve bizim sivil müziğimiz
Biraz sonra anlatacağımı 1980’den itibaren doğmuş olanlara, hatta 70’lerin ikinci yarısından itibaren doğmuş olanlara anlatmak çok zor.
Ben 1964 doğumluyum. Benim küçüklüğümde evimizde sadece radyo vardı. Televizyon, çocukluğumun ortasında eve girdi, 1972 Münih Olimpiyatları sayesinde.
Radyo “İstanbul Radyosu”ydu, biz televizyonla birlikte TRT diye bir kurum olduğunu öğrendik. Ama çok da fark etmiyordu, hepsi aynıydı.
Türkiye, o zamanlar bugünle kıyaslanamayacak bir ülkeydi. Bizim sadece resmi bir devlet ideolojimiz yoktu; bu ideolojiye eşlik eden resmi devlet kültür politikamız da vardı.
Radyoda, televizyonda öyle her müzik çalınmazdı. Başka radyo da yoktu, bunu beğenmedim deyip kanalı değiştireceğin başka TV de. Hepimiz, herkes aynı şeyi dinlerdi. TRT’nin, yani devletin bizim için uygun gördüğü, ‘makbul’ bulduğu şeyleri.
Bazılarımızın evinde radyoları kuvvetliydi, kısa dalgadan kimi yabancı radyoları ve orada çalınan müzikleri dinlemeye meraklılar vardı ama çok azdı.
Esas olarak evlerde pikaplarımız vardı. Plaklar çalınırdı, TRT’nin çalmadığı, bizim duymamızı istemediği müzikler plaklardaydı.
Çocukluğumdan dolmuşlarda bile pikap olduğunu hatırlıyorum, içine 45’lik plakların itildiği, araba sarsıldığında hafifçe atlayan pikaplar. Daha kaset bile çıkmamıştı.
İşte TRT’nin “makbul” bulmadığı müzikler, evlerimize ve toplu taşıma araçlarına bu plaklarla girerdi. Tek yolu buydu.
Bir anlamda bu plaklar, Türkiye’nin ‘sivil kültürü’ydü. Devletin makbul kültürü değil, vatadaşın dinlemeyi seçtiği ve sevdiği şeylerdi.
Ferdi Tayfur işte o sivil alanın, devletin duyulmasını, görülmesini istemediği hatta varolduğunun bilinmesini bile istemediği alanın kralıydı.
Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay gibi isimler sadece plak yapmıyordu; sivil başkaldırı, devletin resmi kültürüne başkaldırı sinemada da devam ediyordu. Filmlerinin önünde kuyruklar oluyordu hem Tayfur’un hem Gencebay’ın.
Devlet ve onun ideolojik aygıtları ise bu müziği aşağılamakla, hatta onun müzik bile olmadığını söylemekle meşguldü. “Arabesk” diyorlardı aşağılamak için, alt sınıfların müziği demeye getiriyorlardı.
Oysa mesela Orhan Gencebay, Türkiye’nin gördüğü sayılı bağlama üstatlarından biriydi. Ferdi Tayfur da usta bir bağlama icracısıydı. Bağlamadan daha “yerli” ve daha “milli” bir enstrümanımız mı var? Ama resmi kültür onların müziğine “arabesk” adını takıp ırkçılık yapıyordu.
Tabii resmi kültür ve onun kendi seçkinliklerini iddia eden savunucuları ne diyor olursa olsun, bu müzik halkın müziğiydi. Nitekim bu akım o kadar kuvvetliydi ki, Cem Karaca, Barış Manço, Erkin Koray, Moğollar, Ersen gibi Batı tarzı müzik yapanlar da bir öze dönüş, bir ‘Anadolu folk-rock’ yaratma derdindeydi. Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay, kendilerine göre o sentezi yapmıştı; Türk sanat müziği ile türküyü, hatta batı tarzı pop müziği bir araya getirmiş, kendi özgün seslerini bulmuş ve halktan da karşılık görmüşlerdi.
Hem de ne görmek… Minibüs ve dolmuş şoförleri, aralarında sanki bir ideolojik ayrılık var gibi “Orhancılar” ve “Ferdiciler” diye ikiye bölünmüştü.
Devlet hepimize bir “yüksek kültür” enjekte etmeye çalışırken sokak kendi kültürel temsilcilerini çoktan bulmuştu bile.
Bugün o sivil kültür direnişini ve devrimini yapan insanlardan biri aramızdan ayrıldı. Ferdi Tayfur’un arkasından bu kadar gözyaşı dökülmesinin başlıca sebebi, bu ülke insanına yaşattığı devlet dışı müzik alanıdır.