10-02-2025
İsmet Berkan

Korkmasam söyleyeceklerim var ama ne yapayım ki korkuyorum

Korkmasam söyleyeceklerim var ama ne yapayım ki korkuyorum

Terör kelimesini hepimiz biliyoruz, maalesef bu kelime en azından 50 yıldır ülkemizin günlük konuşma dilinde varlığını sürdürüyor.

Terör kelimesi epey eski bir kelime. Proto Hint Avrupa dillerinde ‘tre’ ve ‘tres’ köklerinden geliyor. Sarsmak, titremek anlamlarında.

Oradan eski İtalyanca’ya geçmiş, “trozeo” olmuş, derken eski Latinceye “trreo” olarak geçip Latincede ‘korkutmak, korku salmak’ anlamında önce “terrere” sonradan da “terror” haline gelmiş.

Eski Fransızcada “terreur” diye kullanılmış, anlamı aynı: “Korkutmak, korku salmak.”

Demek insanlık belki binlerce yıldan beri “terör”ü tanıyor ve tanımlıyor.

Fakat siyasi sözlüklere girmesi Fransız Devrimi sırasında yaşanan ve daha o zaman adı “Terör dönemi” diye adlandırılan Mart 1793’ten Haziran 1794’e kadar süren özel dönemle olmuş. O dönemde Fransız Devrimi aralarında kendi çocuklarının da olduğu çok sayıda insanı giyotinle idam etmiş, devrim bu şekilde korku salarak (terör yaparak) kendini var etmiş.

Sonra tabii Sovyet Devrimi’nin terör dönemi vardır, Stalin terörü onu izler. Almanya’da Nazi hükümetin terör ve yıldırmaları.

Dikkat edin, “terör” derken o zamana kadar devletten bağımsız bazı grupların şiddete başvurarak yarattığı korku ortamından değil daha çok devlet gücü kullanan aktörlerin yönetmek ve muhaliflerini yok etmek için korku salmayı, terör uygulamayı bir yöntem olarak benimsemesinden söz ediliyor.

Sonra ama 60’ların sonlarından itibaren Batı Avrupa’da özellikle Almanya’da ortaya çıkan ‘Kızıl Ordu Fraksiyonu’, derken onun Japon ve İtalyan uzantıları şiddet uygulamayı bir siyasi propaganda metodu olarak kutsamaya başlayınca “terör” kelimesinin anlamı genişlemeye başladı.

Irlanda’da IRA, Filistin’in kurtuluşu için çalıştığını iddia eden Kara Eylül vs bir sürü örgüt, “terör”ün anlamını devlet tarafından yapılan bir şey olmaktan çıkarmaya, devlet dışı aktörler tarafından da uygulanan, toplumlara korku salan bir şey olarak görülmesini sağlamaya başladı.

Türkiye 70’lerin başından beri bu çeşit devlet dışı grupların terör eylemlerinin yaşandığı bir ülke, ama onlara “terörist” denmesi zaman aldı. Sanırım “terör” ve “terörist” kelimeleri 12 Eylül darbesiyle birlikte yaygınlık kazandı. Bu kelimeyi kullanmadan önce “Anarşist” denirdi, “Anarşik hareketler”den söz edilirdi.

Bugün “terör” diye bir kavramdan söz ettiğimiz zaman aklımıza devlet tarafından yapılanı, vatandaşa korkuya salmak için uygulanan çok sert politikalar bütünü gelmiyor artık.

Gelmemesi de normal. Demokrasiler halkın rızasına dayalı yönetimlerdir ve bu rıza da korkutarak değil sevdirerek oluşturulur.

Halkını korkutan, bu korkuya dayalı olarak sanki ülkede serbest seçim varmış gibi oy alan rejimlere demokrasi demiyoruz.

Mesela daha iki ay önce devrilen ve ülkesinden kaçmak zorunda kalan Beşar Esad böyle korkutarak yöneten bir isimdi, son seçimde yüzde 90 oy almıştı.

Korku yaratıp o korkuyla yönetmenin türlü çeşitli yöntemleri var. En çok kullanılanı bir dış tehdidi öne sürüp ülkeyi onunla korkutmak ve tek kurtuluşun kendisine rıza göstermek olduğunu söylemektir bu yöntemlerin. 

Zaman zaman “iç tehdit” öne sürenler de olur; mesela Hitler Almanya’nın fakir ve zayıf olmasının sebebinin ülkede yaşayan Yahudiler olduğunu söylemişti; bu iç tehdit algısı yeterince yayılınca Nazi Partisi iktidara gelmesine yetecek kadar oy almış, bir daha da seçim falan yapmamıştı.

Ama bir de polisi, gizli polisi, yargıyı devreye alıp yaratılan korku iklimi ve o korkuya dayalı olarak üretilen rıza var.

Beşar Esad gizli polisi polis devleti ve işkencehaneleriyle korkutuyordu halkını. 2011’de halk bu korkuya rağmen ayaklanana kadar önce babası sonra kendisi epey uzun süre yönetti ülkeyi korku salarak.

İran’da Devrim Muhafızları ordusunu çekin aradan, bakalım halkın din adamlarının Velayeti Fakih kurumuna, dini lider Ali Hameney’e rızası bugünkü gibi devam edecek mi?

Yazı bu kadar. Daha fazla devam etmeye cesaretim yok.

Futbola ekilen nefret tohumları

Futbola ekilen nefret tohumları

Dün akşam kendime bir bardak içki koydum, maç seyredeyim diye TV’nin karşısına geçtim.

Ben açtığımda Galatasaray-Adana Demirspor maçının 20. dakikası falandı. Galatasaray 1-0 öndeydi, Demirsporlu oyuncular Sarı-Kırmızılıların ataklarına henüz sağlam olan taktik disiplinleriyle cevap vermeye çalışıyordu.

Fazla sarmadı maç beni, başka bir şey bulup onu izlemeye başladım TV’de.

Az sonra üyesi olduğum bazı WhatsApp gruplarından mesajlar yağmaya başladı; gruplar hararetle tartışıyordu. Sonunda dayanamadım, ne oluyor diye bakayım dedim ve dehşete kapıldım.

Az önce sarmadı diye izlemeyi bıraktığım maç yarım kalmış, Demirspor sahadan çekilmişti.

Tam olarak ne olduğunu anlamam zaman aldı; çünkü her kafadan bir ses çıkıyor, çoğu insan konuyu kendi tuttuğu takımın penceresinden değerlendiriyordu.

Türkiye’de futbol maalesef bu duruma geldi. Bunu bir kişi veya bir grup kişi yapmadı, futbolun bütün paydaşlarının bu işte eli var.

Uzun yıllardır inanılmaz paralar dönen devasa bir endüstri Türkiye’de futbol, ama sürekli cari açık yaratan, zarar yaratan bir endüstri. Futbolun paydaşı olup da bu işten para kazanan, kazanmayı bıraktım az kaybeden tek bir kurum yok.

Hem uzun yıllardır bu kadar para kaybeden hem de var olmaya devam edebilen başka tek bir endüstri bulamazsınız. Futbol bir biçimde duruyor işte.

Belki tam da bu nedenle “futbolun ortak çıkarı” diye bir kavram yok Türkiye’de; herkes kendini kurtarmaya, kendi işini görmeye çalışıyor, futbol kulüpleri eğlence endüstrisinin parçası olmak yerine bir nevi kendi başlarına siyasi organizasyon gibi bir hal almış durumda. Rakibi kötülemek, rakibin komplolar çevirdiğini ve bir takım gizli güçlerin rakibi kolladığını söylemek gündelik sohbetlerin konusu. 

Böyle olduğu için de futbol derken en son sözünü ettiğimiz şey futbolun kendisi artık.

Bir kulüp sahibi, başka kimseye danışmadan, ortada kendisine “Hayır yapma” diyecek kimsenin de olmadığı bir ortamda takımını sahadan çekebiliyor örneğin. Bunu da “Farkındalık yaratmak için yaptım” diyerek meşrulaştırabiliyor.

Bugünkü nefret tohumları futbola dün ekilmedi, ben kendimi bildim bileli ekilip duruyor bu tohum ve işte görüyorsunuz, sonunda ne ekerseniz onu biçiyorsunuz.